Abbas Güçlü

Abbas Güçlü

aguclu@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Bindik bir alamete, gidiyoruz kıyamete tekerlemesi, belki pek çok konuda söylenebilir ama eğitim söz konusu olduğunda, kesinlikle birinciliği hiç kimseye kaptırmaz. Çünkü kendi içinde bile bir mantığı yok. Aynı iktidar döneminde bile bugün ak denilene, yarın kara deniliyor.
Peki yoğun bir kayıt dönemi yaşanırken ve daha da önemlisi yeni bir öğretim yılına hazırlanırken, önümüzü görebiliyor muyuz?
Evet demek mümkün değil.
Hemen her konuda ciddi sorunlar yumağı ile karşı karşıyayız ve Bakan Avcı’nın üzerindeki baskı giderek artıyor. Oysa sorunların hiçbirisini o yaratmadı. Ama çözüm ondan bekleniyor...

Kavramsal bakış!
Okurlarımızdan Ertuğrul Güreşci, eğitimde yaşanan sıkıntılara farklı bir bakış açısı getirmiş. “Eğitime olan ilgi ve katkınız herkes tarafından biliniyor ve sanırım büyük ölçüde destekleniyor. Özellikle de eğitimle ilgili bir sorunu dile getirme, kamuoyu oluşturma ve çözüme katkı sağlama konusunda...” diye başladığı mailinde, MEB ve ÖSYM’nin yaptığı gibi 4, 5 seçenekli, ezbere dayalı bir mantık yerine, sizi de içine alan farklı bir çözüm yolu öneriyor:
“Size birkaç şey söylemek ve paylaşmak istiyorum..
1. Üniversitelerde kontenjan açığı var
2. Üniversitelerde öğretim üyesi açığı var...
3. Türkiye’nin geleceğini planlaması ve üniversite eğitimini daha çok kişiye daha kaliteli sunması gerekiyor.
Bu üç kavramı biraz düşünelim ve aşağıdaki ifadelere bakalım:
1. YÖK kanunu değişemedi.
2. Öğretim üyesi olmanın önünde bilimsel engeller olması doğru ama yabancı dil engelinin bunun önüne geçmesi doğru mu?
3. Üniversitelere öğrenci alınabilmesi için öğretim üyesinin olması gerekiyor ama doçent olamayanların önemli bir kısmı YDS’den 65 alamadığı için olamıyor.
Gelelim son maddedeki kısma:
1. Bir akademisyen kesinlikle yabancı dil bilmeli.
2. Burada bilmeden kasıt, anlamalı, yazmalı ve anlatmalı şeklinde olmalıdır.
3. YDS’yi geçenlerin tamamına yakını makalesini tercümanlara çevirttiriyor, konuşamıyor, anlamıyor, anlatamıyor.
3. Bu kadar yabancı dil bilememenin sorumlusu, insanların geri zekalı olması mı yoksa sistematik bir problem mi?
4. YDS’den 65 alan doçentliğin ön şartını yerine getiriyor, 63.750 alan yerine getiremiyor. 0-65 puan arasındaki bu kadar geniş bir marj başarısızlık olarak değerlendiriliyor veya 65-100 arasında puan alan ön şartı yerine getirebiliyor. Yani 100 alanda 65 alanda birçok geniş bir marj başarıyı ortaya koyuyor.
Peki doçent olmak için yabancı dil bilmeli ve daha da önemlisi:
1. Bu sistem, yabancı dil seviyesini doğru ölçüyor mu?
2. Ölçe sistemi doğru mu? (65 barajı neye göre belirlendi?)
3. Yabancı dilin olmazsa olmaz şartı, akla bilime uygun mu?
Evet olsun ama her şeyin önüne geçmesin. YDS puanının bir katsayısı olsun ve ona göre çarpılsın...
Söz gelimi, lise not ortalaması 65’in altında olan LYS’ye giremezse olur mu?..”

Hiç bitmeyen tartışma!
Ülkemizde sadece yabancı dil öğretmede sorun yaşanmıyor. Ölçme değerlendirme konusunda da müthiş çelişkiler var. Örneğin son yabancı dil sınavında adayların neredeyse yüzde 90’ı barajı aşamadı. Peki yabancı dil bilmediklerinden mi? Kesinlikle hayır. Öylesine metinler sorulmuş ki, anlamaları mümkün değil. Çünkü yaşayan İngilizce ile alakası yok. Şimdi sizin önünüze de ağdalı bir Türkçe ile yani Osmanlıca bir metin getirilse ne kadar anlarsınız?..
Daha da vahimi, 4 farklı sınav vardı, birleştirildi, işler daha da karmaşık hale geldi...
Hafta sonu, YDS kursuna giden üniversite mezunlarıyla birlikteydim. İçlerinde doktor da vardı, akademisyen adayları da. Hepsinin tek hedefi vardı o da YDS’yi geçmek. İngilizce öğrenmek umurlarında bile değildi. Çünkü İngilizce biliyor olmak ayrı YDS’yi geçmek ayrı görüşündeydiler.
Haklılar hem de çok haklılar. İngiltere ya da Amerika’da bırakın üniversiteyi bitireni, üstüne bir de mastır, doktora yapanlar bile geldiklerinde bu barajı aşamıyorlar.
Yani asıl sorun, biraz da soruların içeriği ve değerlendirilmesinde.
Keşke benzeri sorular, bu sınavları hazırlayanların da önüne konulsa, bakalım ne kadarını çözecekler?..

Puanlar her şey değil!
ÖSYM’nin yaptığı sınavları, örneğin KPSS’yi kazanamayanlara, örneğin öğretmen olarak atanmayanlara, çalışsaydın olurdu mantığı ile yaklaşılır. Oysa hiç alakası yok. Önceki yıl KPSS’de Türkiye birincisi olan bile atanamadı. Çünkü o branşta öğretmen alınmadı. Yani puan, her şey değil.
Özetin özeti: Kendini yönetemeyen bir eğitim, nasıl çocuklarımızın geleceğine yön verebilir ki!..