Türkiye, katsayı tartışmaları yüzünden çok zaman kaybetti. Şimdi de, dindar nesil, andımız, önlük ve benzeri konularda yaşanan kutuplaşmalar nedeniyle, havanda su dövmeye devam ediyor.
Bütün bunlar, asıl sorunları gölgelemek için bilinçli olarak mı yapılıyor, bilmiyoruz. Ama ortada bir gerçek var ki, o da, artık kangrene dönüşen sorunlara hiç el atılmadığıdır...
Örneğin giriş sınavları! Türk eğitim sisteminin raydan çıkmasına neden olan en önemli sorun.
Örneğin, öğrencileri bilgi hamalı haline getiren ağır müfredat ve ezberci eğitim sistemi!
Örneğin, öğretmen yetiştirme ve atama yöntemi.
Örneğin, ders kitapları.
Örneğin, spordan, sanattan, estetikten yoksun eğitim anlayışı.
Örneğin, YÖK dayatması ve tek tip üniversite modeli.
Örneğin, temel eğitimin 12 yıla nasıl çıkartılacağı?
Örneğin, ne bir eğitim ne de bir bilim politikamızın olmayışı...
Tartışma mı, icraat mı?
Şimdi bütün bunları bir kenara itip, önlüklü mü, önlüksüz mü eğitim olsun, andımız kalsın mı, kalksın mı, öğrencilere haftada bir saat mi Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersi verilsin, yoksa üç saat mi tartışmaları, yine bize çok zaman kaybettirecek.
Katsayılar kondu ne oldu, kalktı ne oldu? Keşke bir üniversite çıksa da bu konuda bağımsız bir araştırma yapsa, neler değişti, neler hiç değişmedi, bir bir bunları ortaya koysa da, kopartılan fırtına ve kaybedilen zamana değdi mi, değmedi mi bir görsek.
Aynı zaman kaybı 8 yıllık kesintisiz eğitimde de yaşandı. Kesintili mi, kesintisiz mi tartışmaları yüzünden, on binlerce köy okulu kapandı, çare diye getirilen taşımalı eğitim iflas etti, eğitimde müthiş aksamalar oldu.
Peki bir muhasebesi yapıldı mı? Kesinlikle hayır.
Geriye dönüp baktığımızda, köy enstitülerinden günümüze o kadar çok konuda ya hep, ya hiç mantığıyla hareket ettik ki, hep bir uçtan öteki uca gittik.
Bırakın devlet politikasını, siyasi partilerin bile kendi içlerinde bile bir politikaları olmadı. Türkiye son yıllarda, ANAP ve Ak Parti ile iki kez, uzun tek başına iktidar dönemi yaşadı. Her iki iktidar döneminde de Milli Eğitim Bakanlığı 4’er kez el değiştirdi. ANAP’ta Vehbi Dinçerler, Hasan Celal Güzel, Metin Emiroğlu ve Avni Akyol o koltuğa oturdu. Hepsi de ilk önce, bir birinin yaptığını değiştirmeye kalktı. Şu anda da değişen bir şey yok. Erkan Mumcu, Hüseyin Çelik, Nimet Çubukçu ve Ömer Dinçer, hepsinin yaptığı, bir önceki bakanın yaptıklarını rafa kaldırıp, yeni projeler üretmek. Bu böyle gittiği sürece, eğitim sorunları çözmek ve ileriye yönelik yol kat etmek mümkün değil.
Keşke her partinin, onun da ötesinde iktidarıyla, muhalefetiyle, altına imza atacağımız, uzun vadeli eğitim ve bilim politikalarımız olsaydı. İşte o zaman geleceğe çok daha güvenli bakardık...
Peki bu o kadar zor mu?
Kesinlikle hayır, Yeter ki istensin...
Milli de kalkacak mı?
Patlamaya hazır son bombanın eğitimin başındaki “Milli“ kelimesinin de kalkacağına yönelik. Tartışılmaz mı, elbette tartışılır. Kalkmaz mı, istenirse kalkar. Ama hangi sorunu çözecek?
Kalırsa eğitim daha milli mi olacak ya da kalkarsa milli olma özelliğini yitirecek mi?..
Bu tartışmalar, siyaseten belki günü kurtarmaya yeter. Ancak getirisi, götürüsü ne olur, önce ona bakmak gerekir.
30 yıldır eğitim sistemini çok yakından izliyorum. Değişen ne oldu? Daha da önemlisi sorunlar azaldı mı, arttı mı?
Azaldığını söylemek hayalcilik olur. Dikkat çeken en önemli konu ise eğitim konularına vakıf olmayan isimlerin bu koltuğa oturtulmaları ve işi tam öğrenip verimli olacakları dönemde de görevden alınmaları.
Nedendir, niyedir bilmiyorum ama bu hep böyle oldu...
Daha da garibi, Milli Eğitim Bakanlarının tıpkı bakanlık öncesinde olduğu gibi bakanlıkları bittikten sonra da eğitimle uzaktan yakından ilgilenmemeleri.
Siz hiç Metin Bostancıoğlu ismini ve neler yaptığını hatırlıyor musunuz? Son dönemin en uzun görevde kalan isimlerinden birisiydi. Eğitimde kopan fırtınalar hakkında öyle ya da öyle bir fikir açıkladığını duydunuz mu? Peki ya diğerlerinin?..
Keşkelerle cümleye başlamak hiç hoş değil. Ama keşke bir misyoner gibi ille de eğitim diyen bakanlarımız, milletvekillerimiz olsaydı!...
Özetin özeti: Yapılanlar yok mu, elbette fazlasıyla var ama Türkiye çok daha fazlasını hak ediyor ve bunu yapabilecek güce de, kadroya da, iradeye de sahip. Zaten insanı üzen de bu! Malzeme var helva yapamıyoruz...