Karma karışık giden ya da içinden çıkılamayan işler için artık bir deyim oturmak üzere. “YÖK’leşme“ ya da “Bu kadarını YÖK bile beceremez“ sözcüklerini çok daha sık duymaya başladık. Abartılı bulanlar kadar az bile diyenler de mutlaka çıkacaktır. Ama sanki tüm bu eleştirilerde de haksızlık payı yok değil.
YÖK’ün isteği ile Mesleki ve Teknik Eğitim fakülteleri kapatıldı ve yeni bir yapılanmaya gidilerek Teknoloji fakülteleri kuruldu. Ama yeni kurulan fakülte, kapananların yerine kurulmuş değil. Farklı bir yapılanma. Ancak ne kadrosu var ne de ders programları ve yol haritası... Rektörler şaşkınlık içerisinde.
Bir başka çok ses getiren(!) uygulaması ise fen edebiyat fakültelerine yönelik. 8 üniversiteye yönelik bir karar aldı ve bu üniversitelerin fen edebiyat fakültelerinden mezun olanlara öğretmenlik hakkı tanınacağını açıkladı. Ve tabii diğer fen edebiyat fakülteleri ile birlikte eğitim fakülteleri de ayağa kalktı. Diğerleri “Neden bize de bu hakkı vermediniz” diye feveran ederken, eğitim fakülteleri de, “Zaten yeterince eğitim fakültesi ve işsiz öğretmen var, şimdi bu da nereden çıktı“ diye bu fakültelere formasyon desteği verilmemesi için ortak karar aldılar. Daha da vahimi, Talim Terbiye Kurulu’nun eğitim fakültesi dışındakilere öğretmenlik yolunu tıkaması. Yani YÖK’ün, MEB ile bir mutabakata varmadan böyle karar alması. Ve bir başka sorun da, fen edebiyat fakültelerinden mezun olanların durumu! Onlar için de henüz bir karar alınabilmiş değil.
Burslar zamlandı!
Üniversite öğrencilerine verilen burs miktarı 180 liradan 200 liraya yükseltildi. Yani maaşlarına 20 lira zam geldi. Hani eskilerin bir tabiri var: Bozdur bozdur harca...
Ailesinden ya da farklı yerlerden destek alan ya da küçük kentlerde yaşayan öğrenciler için 200 lira ile geçinmek, kıt kanaat da olsa belki mümkün olabilir. Ama eğer başka hiçbir yerden geliri yoksa, Ankara, İstanbul, İzmir gibi büyük kentlerde 200 lira ile bir üniversite öğrencisinin yaşamını sürdürmesi mümkün değil. Sürdürse de buna ne kadar hayat denir o da uzun uzadıya tartışılır.
Üniversite okul değil. Öğrencinin hayata hazırlandığı en üst öğretim kurumu. Yarın doktor, mühendis, öğretmen, kaymakam, yargıç, bankacı olacaklar. Akademik birikim yanında sosyal kazanımlarının da olması gerekir. Çünkü, gittikleri toplumda öncü olacaklar.
Peki ama bu kazanımları, nasıl ve neyle elde edecekler? 200 liralık bursla mı? Üstelik karşılıksız da değil. En yüksek bileşik faiz uygulanarak geri alınıyor. İş bulup ödeyemediğinizde haciz baskısı da demoklesin kılıcı gibi sizi de, ailenizi de, kefillerinizi de fazlasıyla huzursuz etemeye yetiyor da artıyor.
Öğrenci bu 200 lira ile yemek, ulaşım ve barınma sorunlarını mı çözsün, yoksa sinemaya, tiyatroya, konsere ve gezilere mi gitsin? Bırakın tümünü, tekini bile gerçekleştirmesi çok zor görünüyor.
İşte bu yüzden de yurtlarda iki kişi bir yatakta yatmaya razı oluyorlar, tek öğün yemekle günü geçiriyorlar; 8, 10 kilometrelik yolları kar kış demeden yürüyerek gidip gelmek zorunda kalıyorlar. Sosyal etkinlikler ise yok gibi. Kendi deyimleri ile “ot” gibi yaşıyorlar.
İşte “bizim en değerli hazinemiz“ dediğimiz, yetişmiş insan gücümüz için biçtiğimiz değer bu. Ayda 200 lira.
Ama iş böbürlenmeye geldiğinde mangalda kül bırakmıyoruz. Dünyanın en büyük ekonomilerinden birine sahip olduğumuz ile başlayıp, her yıl nasıl yüz binlerce konut inşa ettiğimizi ballandıra ballandıra anlatıyoruz. Ama geleceğimiz olan gençlere asgari ücret bile veremiyor, onlar için yılda 40, 50 yurt bile yapamıyoruz.
Üniversiteler kaynıyor. Ortada pek çok neden var gibi gözükse de asıl neden guruldayan karınları ve hep düşünüp de hiç elde edemedikleri hayalleri!..
Ve bu koşullarda geçenlerde bir öğrenci, aldığı bursun 100 lirasını ailesine gönderdi. Tıpkı şehit onbaşı gibi. Çünkü onların çok daha ihtiyacı vardı. İşte Türkiye bu. Gerisi hikâye!..
Özetin özeti: Gençler için, lafın ötesinde kim ne yapıyor? Yapanı bulun, başımızın üzerinde taşıyalım...