Şu günlerde milyonlarca evde konuşulan en önemli konu giriş sınavları, kontenjanlar ve puanlar.
Sınav sektörü, Türkiye’nin en önemli sektörlerinden biri haline geldi. Yüzlerce farklı sınav ve 5 milyona yakın aday var. Dönen para ise 10 milyar doların çok üzerinde.
Sınav sektörünün en önemli argümanı ise puanlar. Televizyonlar için reyting ne ise sınav sektörü için de puan o.
Yüksek puan kazandıran dershane iyi dershane, yüksek puanla öğrenci alan okul iyi okul, yüksek puan alan öğrenci de en iyi öğrenci diye kabul görüyor.
Peki işin doğrusu bu mu?
Genel kanı, puanı yüksek olanın en iyi olduğu yönünde. Ama işin çok içinde olan birisi olarak, bunun böyle olmadığını rahatlıkla söyleyebilirim.
Öyle düşük puanlı öğrenciler var ki, on tane şampiyonu cebinden çıkartır. Öyle anadolu liseleri, kolejler ve üniversiteler var ki, puan sıralamasının çok gerisinde olmalarına rağmen, o en iyilere göre çok daha donanımlı öğrenciler yetiştiriyor.
Puanlar bir şeyi ifade etmiyor mu? Elbette ediyor. Puanlar ile çalışma disiplini arasında ciddi bir korelasyon var. Yani puanların ölçtüğü en önemli özellik, çalışma disiplininin olup olmaması.
Düzenli çalışmayan bir adayın OKS, ÖSS, SBS, LES, TUS, KPSS gibi sınavlarda yüksek puan alma ihtimali yok gibi. Çünkü, giriş sınavları bilgiye ve onu kullanmaya yönelik sorular. Bilgi ve sürat yoksa, başarılı olmak zor.
Peki ya yetenek ve yaratıcılık?
İşte test yöntemiyle gerçekleşen hiçbir giriş sınavı bu özellikleri ölçmüyor. Dolayısıyla, en iyi öğrenciyi seçtiği varsayımı hep havada kalıyor.
Bir ara önceki yılların şampiyonlarını merak edip hayatta da şampiyonlar mı diye araştırmıştık. Pek çoğuna rastlayamadık. Bu da şunu gösteriyor ki, sınavlar ile yaşam koşulları birbirinden çok farklı. İşte bu yüzden, giriş sınavları biraz da hayata dönük olmalıdır.
Yakında yeni yayın döneminde yeniden başlayacağımız Genç Bakış’ta hep şunu gözledim: En iyi sorular, en yüksek puanlı öğrenim kurumlardan mı geliyor? Kesinlikle hayır. Hatta çoğu zaman öylesine büyük hayal kırıklıkları yaşıyoruz ki, o kuruma nasıl girdi diye şaşıp kalıyoruz. Aldığı puanı öğrenince de şoke oluyoruz.
Onun için puanlara yönelik değerlendirmeler yaparken acımasız olmayın. Şu an için iyi bir anadolu lisesi ya da koleje giremeyen bir öğrenci, ileride çok iyi bir üniversiteye girebilir. Ya da ÖSS’de aradığı puanı bulamayan ve popüler üniversitelerden birine giremeyen bir başka öğrenci, gerçek hayatta sınav şampiyonlarına nal toplattırabilir.
Yani her şey sınav değil.
Üstelik sınav ve puanlar öylesine yanıltıcı ki, onlar üzerine hangi yorumu yaparsanız yapın, sonunda yanılma payınız çok yüksek olacaktır. ÖSS’nin ısrarla değiştirilmek istenmesinin altında yatan neden de budur.
Üniversiteyi kazananlardan 162 bininin halen üniversite öğrencisi olması, bu sistemin en önemli zaaflarından biridir. Siz lisede yüzlerce ders okutacaksınız, ÖSS’de sadece 9 dersten soru soracaksınız ve bunun adına da gerçek bir ölçme değerlendirme sistemi diyeceksiniz. Olmaz böyle şey.
Konulara vâkıf olmayan, kendini ifade edemeyen, karşılaştığı sorunu çözemeyen, yeteneğini sergileyemeyen, herhangi bir kriz anında çıkış yolları bulamayan, kaynakları ve zamanı en iyi şekilde kullanamayan ve en önemlisi de geleceğine yönelik ciddi kararlar alamayan öğrenciler, sınavlarda ne kadar yüksek puan alırlarsa alsınlar, bu, en iyi öğrencilerin onlar olduğu anlamına gelmez.
Okulların ve bölümlerin taban puanları ise tam bir komedi. 100 öğrenci alan okul ile 200 öğrenci alan aynı kefeye konuyor. Örneğin Saint Benoit, Fransız hatta yabancı okullar içerisinde iyilerden birisi olmasına rağmen hep yüksek kontenjanın mağduru oluyor. Bir de fakültelerdeki 3-5 kişilik burslu öğrenci kontenjanları var ki tam evlere şenlik. Dereceye giren iki öğrenciyi alan üniversite kendisini en iyi ilan ediyor. Oysa genel puan dağılımına bakmak gerekir.
Özetin özeti: Yüksek reytingli programlar gibi yüksek puanlı okullar da sizi yanıltabilir. Aman dikkat!..