Diyalog Gerginliğin artması, kutuplaşmanın doruğa çıkması, huzurun bozulmasından en fazla kim tedirginlik duymalı? Elbette iktidar. Peki onlar ne yapıyor? Yangına körükle gidiyor.Bugün hemen hemen aynı saatlerde Ankara ve İstanbul'da taban tabana zıt toplantılar. Sivil toplum örgütleri Anıtkabir'e gidip hükümeti Ata'ya şikâyet edecekler.İstanbul Fatih'teki toplantının hedefinde de yine iktidar var. Onlarda sınırsız örtünme hakkı isteyecekler.Bu gerginlik yarın üniversitelere ve sokağa da taşarsa kime ne yararı olacak?Sivil toplum örgütlerinden, sendikalardan, önemli kurumlardan zehir zemberek açıklamalar geliyor. 12 Eylül öncesinde bile böylesine sert söylemler olmamıştı.Üstelik türbana yönelik görüşmeler daha TBMM'de başlamamışken.En büyük kırılma, dün, YÖK ile Üniversiteler Arası Kurul (ÜAK) arasında yaşandı. Bugüne kadar hiçbir zaman YÖK ile ÜAK karşı karşıya gelmemişti. Üniversitelerarası Kurul dün olağanüstü toplanmak için karar aldı. Ama YÖK Başkanı bu toplantıyı engellemek için her türlü girişimde bulundu. Başaramayınca da toplantıya katılıp, rektörleri adeta tehdit etti. Bir yandan özgürlük istedi, öte yandan, bu sizin işiniz değil diyerek türbanı konuşmalarını yasaklamaya çalıştı. Gözdağı verdi. Protestolara neden oldu.Peki ÜAK onu dinledi mi? Tam aksine, türbanı konuşup YÖK'ü, hükümeti ve başta Çankaya olmak üzere gelişmeleri sessizlikle izleyen herkesi duyarlı olmaya çağırdı.YÖK ile ÜAK'ın karşı saflar haline geldiği bir ülkede, üniversitelerin durumunu düşünebiliyor musunuz? Daha şimdiden hocalar birbirlerine karşı bildiriler yayımlamaya başladı. Gelinen nokta, bir anda, sağ-sol kutuplaşmasının çok ötesine geçebilir. İşte bu yüzden, gerginlik yaratacak öneriler değil, uzlaşma sağlayıcı çözümler üretilmelidir. Her ne kadar aksini iddia edenler olsa da Türkiye adım adım bir kaosa sürükleniyor. Peki bunun sorumlusu kim? Hükümet. Oysa, istikrarı koruması gerekenlerin başında onlar geliyor... Gül, YÖK'e öylesine bir başkan atadı ki, daha ilk günden tartışmalı hale geldi. Üstelik, bu duruma getiren de başkaları değil. Ta kendisi.Öyle bir hale geldi ki, devlet protokolünde en ön sıralarda yer alan YÖK Başkanı'nı artık kimse "takmıyor".Maliye Bakanı, sıkıysa bizim isteğimiz dışında konuşsun diyor. Milli Eğitim Bakanı üzerine hiç vazife değilken, YÖK ve ÖSYM'ye hiç sormadan ÖSS'nin kaldırılacağını ilan ediyor. Böylesi bir durum bugüne kadar hiç yaşanmadı.Ne ÜAK bugüne kadar YÖK Başkanı'na posta koyabildi, ne bakanlar YÖK Başkanı'na karşı maiyetindeki bir memurmuş gibi bir tavır içine girdi, ne de üniversiteye giriş ve yüksek öğretimi ilgilendiren konularda, meydan Milli Eğitim Bakanı'na bırakıldı.Üstelik ürettiği çözüm de çözüm olsa. Bir sınav kaldırıp yerine üç sınav getirerek, öğrencileri dershaneye daha bağımlı hale getirmenin ötesinde hiçbir şey yok. Sorun, sınavın nasıl ve kaç tane olacağında değil, kontenjanlarda. Ama AKP iktidarı döneminde başvurular artarken, kaynak ve kadro desteği verilmediği için kontenjan artışları hep yerinede saydı...YÖK'te müthiş bir otorite boşluğu yaşanıyor. Yusuf Ziya Özcan'ın bu boşluğu süratle doldurması gerekiyor. Ama rektörleri tehdit ederek değil. Yoksa yaşanan tüm bu gelişmelerin sorumlusu olarak tarihe geçecek isimlerden biri de o olur.Kazananın, kaybedenin olmadığı, eğer ille de biri kazanacaksa bunun Türkiye olacağı bir çözüm istiyoruz. Bunu istemeye de yediden yetmişe herkesin hakkı var.Özetin özeti: AKP, ilk kez çok kritik bir süreçten geçiyor. Başbakan Erdoğan, kriz yönetimi konusunda ne kadar becerikli hep beraber göreceğiz. aguclu@milliyet.com.tr YÖK Başkanı memur mu?