İstanbul Üniversitesi’nde 16 Aralık’ta rektörlük seçimi var. Tam 13 aday yarışıyor. Hiç bu kadar çok olmamıştı. Adayların çoğunluğu yine tıpçı ve cerrah. Yarışa Çapa 3, Cerrahpaşa 5 adayla katılıyor. Orman Fakültesi’nden de iki aday var. Bazı adayların ilk 6’ya girme şansı hiç yok gibi. Ama yine de adaylar...
İsterseniz önce adaylara bir göz atalım:
Ahat Andican, Ali Akyüz, Erhun Eyüpoğlu, Faruk Erzengin, Gediz Akdeniz, Gülçin Bermek, Kadir Erdin, Kenan Ulualp, Melih Baydok, Mustafa Koçer, Seyfettin Uludağ, Veysel Batmaz, Yunus Söylet.
Adaylarla ilgili dedikoduların bini bir para. Ama, daha önceki rektörlük seçimlerinde olduğu gibi bu seçimde de taraf olmamız mümkün değil. Son dakikada belden aşağı vurmalar da ne adaylara yakışır ne de medyaya.
Mademki seçim yapılıyor, sonucuna da saygı göstermek gerekir. Öğretim üyesi ya da rektör olmaya manisi olanlar varsa bugüne kadar hakkında soruşturma açılması gerekirdi. Eğer şu ana kadar ortada bir şey yoksa, bundan sonrası için kafa karıştırmamak gerekir.
Bugünkü haliyle rektörlük seçiminin yanlış oludunun daha önce defalarca yazdık. Yazmaya da devam edeceğiz. Kriterler konmadan yapılacak her seçim ya da atama yanlış olacaktır. Hemen her üniversitede, adaylar içerisinde öyle isimler oluyor ki, bir günlük bile yönetim tecrübesi ve tek uluslararası yayını yok. Bazen de seçiliyorlar ve sonrasında çok büyük sıkıntı yaşıyorlar.
Rektörlük koltuğu, pişme yeri değil, icra makamı. On binlerce öğrenci ve öğretim üyesiyle trilyonluk bütçeleri yönetmek çoğu zaman hiç de kolay olmuyor.
Kriter konmalı ki, aday olanlar uzunca bir dönem kendilerini bu makama hazırlamalılar. Yöneticilikse yöneticilik, kaynak yaratma ve yatırım ise yatırım, bilim ise uluslararası yayınla bunu fazlasıyla kanıtlayıp ben hazırım noktasına gelmelidir. Yoksa akşam karar verip sabah rektörlük koltuğuna oturma, ne kendisine ne de üniversiteye fazla bir şey kazandırır.
Aksi durumlar söz konusu olamaz mı? Elbette olur. Oluyor da. Birikimli dediklerimiz 4 ya da 8 yıl rektörlük koltuğunda ense yaparken, deneyimsiz, donanımsız ve yayınsız hocalar çıtayı çok yükseklere tırmandırabiliyorlar. Ama sayıları o kadar az ki!..
İstanbul Üniversitesi sıradan bir üniversite değil. Bu yüzden öğretim üyelerinden adaylara, YÖK’ten Çankaya’ya kadar hemen herkes çok titiz olmak zorunda. Yapılacak yanlış bir seçim, eleme ya da atama, üniversite kavramında derin yaralar açar.
İleride üniversitenin tarihi yazanlar, bugünler için yanlışların değil doğruların kabul gördüğü bir dönem olarak not düşmeliler.
Son 25 yıldır üniversitelerdeki gelişmeleri çok yakından izliyorum. İstanbul Üniversitesi, hiçbir dönemde aradığı rektörü bulamadı. Sonradan kurulan pek çok üniversite muhteşem gelişmeler sergilerken onlar hep yerinde saydı. Öğrencisi ve öğretim üyesi hep mağdur oldu. Devasa büyüklüğü ve yüzlerce yıllık tarihi altında hep ezildi.
Günü kurtaracak değil, reformist rektör arayışı hiç bitmedi. Ama böyle gelmiş, böyle gitsin, bana dokunmayan rektör bin yıl yaşasın anlayışı üzerlerine öyle sindi ki sisteme çomak sokmak isteyenden çok, hep durumu idare ettirecek isimler tercih edildi.
Bu kez yine yine öyle mi olacak? Yoksa İstanbul Üniversitesi’ni silkeleyecek, çıtayı yükseltecek, ciddi reformlara imza atacak bir isim mi gelecek? Hep birlikte göreceğiz.
Daha önce de yazdık, yine yazıyoruz:
Mademki ortaya sandık konuldu, çıkacak iradeye saygı gösterilmelidir. Rektör adayları, sandıktan birinci çıkacak ismin dışında yapılacak bir atamayı kesinlikle kabul etmeyeceklerini şimdiden açıklamalılar. Yoksa İstanbul Üniversitesi olamazlar!..
Özetin özeti: İstanbul Üniversitesi, Türkiye’nin bir aynası. Toparlanma zamanı geldi de geçiyor. Ve eminim ki öğretim üyeleri, bu defa, her şeyden önce adayların vizyonuna bakacak...