Eğitimde adeta yer yerinden oynuyor. Öğrenciler sınavlarda lime lime dökülüyor. YÖK, lise eğitimine darbe niteliğinde çok önemli kararlar alıyor. Öğretmen atamaları tam bir kördüğüme dönüşmüş durumda.
Konu, gazete manşetlerinin çok ötesine geçti. Radyolardan televizyonlara, ev sohbetlerinden siyasi tartışmalara kadar hemen her yerde, eğitimin içine düştüğü bu dramatik tablo konuşuluyor.
Tartışılan konuların bir bölümüne, bugün gelinen kara tablonun mimarlarından eski Bakan Hüseyin Çelik cevap verdi. Ama konunun asıl muhatabı Milli Eğitim Bakanı Nimet Çubukçu ortalarda yok.
Sanki konu eğitim değil, o da Milli Eğitim Bakanı...
Tamam, göreve geleli çok uzun bir süre olmadı. Tartışılan sorunlar, bugünden yarına hemen düzelecek de değil. Ama yine de ortaya çıkıp öyle ya da böyle, eğitimin patronu olduğunu hissettirmeli ve bozulan morallere umut ışığı verebilmeliydi...
Sakın ola eski Bakan ya da YÖK Başkanı gibi, mevcut gidişatı savunmaya kalkmamalı. Her şey o kadar net ki, onları savunayım derken kendisini yıpratır, bunu da hiç istemeyiz.
Çünkü, eğitim camiası yeni bakan gelsin diye yıllarca umutla bekledi. Bu umutlarının hemen uçup gitmesini istemezler...
Rakamlar devletin
Milliyet’in günlerdir ısrarla takipçisi olduğu eğitimdeki kara tabloya, eski Bakan Hüseyin Çelik ve YÖK Başkanı Yusuf Ziya Özcan’dan öylesine çarpıcı(!), cevaplar geldi ki, niye bu hale düştük diye çok uzaklara gitmeye hiç gerek kalmadı.
Çelik, eğitim sistemimizin Amerika’dan bile ileri olduğundan, YÖK Başkanı da soruların zorluğundan yakındı. Oysa müfredat dışı tek bir soru bile sorulmadı. ABD ile kıyaslamaya gelince, bırakın ekonomik ve siyasi göstergeleri, dünya bilimine katkı sıralamasına bakmak yeterli. ABD, ilk sırada yer alırken Türkiye ortalarda yok. Dünyanın en iyi 500 üniversitesi sıralamasına, ara sıra, o da tek tük Türk üniversiteleri girerken, en az üçte ikisi ABD üniversitelerinden oluşuyor. Liseler eğitimleri, iddia edildiği gibi “çürük“ olsa, bu noktaya gelmezler. Ya da okuma yazma bile öğretemeden dünya lideri olunuyorsa, biz niye olamıyoruz?..
Eğitim, çok ciddi bir konu ve sorunlar polemikle çözülmez. Günlerdir tartıştığımız veriler, bizim ya da başkalarının ortaya koyduğu veriler değil. Bizzat MEB ve ÖSYM’nin verileri. Yani devletin ortaya koyduğu rakamlar. Bu yüzden, hiç kimse yalan, yanlış, düzmece ya da yanlış aktarılıyor diyemez.
Tablo çok net. Ve sorunu çözmek için atılacak ilk adım da, sorunun varlığını kabul etmekten geçiyor. Eğer bu konuda anlaşamaz, siyahı beyaz gibi göstermeye kalkarsak, yarın bu tabloları da arar noktasına geliriz. İşte bu yüzden Bakan Çubukçu’nun ortaya çıkıp duruma el koyması gerekiyor.
Medya üç gün yazar, sonra unutur gibi bir yanılgı içerisine sakın düşülmesin. Yazarı, çizeri ve okuyucusuyla Milliyet bu konuda her zamankinden çok daha fazla bir sorumluluk anlayışıyla eğitimdeki bu kara tablonun takipçisi olacak.
Baba Beni Okula Gönder kampanyası ile kızlarımızı kurtaralım derken, meğerse eğitimin tümü mağdur ve malul duruma düşmüş...
Eğitim, sadece devletin değil yediden yetmişe, tüm kurumlarıyla hepimizin görevi. Eğer gelinen noktadan rahatsızlık duyuyorsak, hepimizin taşın altına elimizi koymamız gerekir. Yıkıcı değil, yapıcı olmalıyız. En önemlisi de kavga ederek değil, elbirliğiyle sorunları çözeriz. Milliyet olarak bu konuda hep öncü olduk. Olmaya da devam edeceğiz...
Katsayı krizi
Türkiye on yıldır katsayıları konuşuyor. Hep gerginlik konusu oldu. Sanki yine öyle olacak gibi. YÖK’teki son muhaliflerden bir üye daha, bu yüzden istifa etti. Artık tam anlamıyla dikensiz bir gül bahçesi var. Katsayıların kaldırılması da dahil her karar alınabilir.
Ama katsayılara gelinceye kadar önümüzde kap kara bir sınav sonuç tablosu var. YÖK Başkanı bunu hiç kale almıyor. Eğitim dibe vurmuş, umurunda değil. Yüzde 20’ye indirdiği başarı çıtasını, biraz daha indirir ve bakın görün, artık başarısızlık söz konusu diyebilir. Hiç böylesi gelmemişti.
Başkan, meslek liselerine uygulanan katsayıların tümüyle kaldırılacağını söylüyor. Bunun anlamı, liseden mezun olan herkes, istediği bölüme girebilir. Peki o zaman lisedeki branşlaşmanın, alan seçiminin ve mesleki eğitimin ne anlamı kalır?
Hani meslek lisesi memleket meselesiydi. Böylesi bir karardan sonra, hangi öğrenci iyi bir teknisyen olmak için gayret gösterir. Hedefi üniversite olur. Bu süreçte kazanan tek kesim de dershanelerden başkası olmaz.
Katsayılara gelince, 1998 öncesinde isteyen herkes her yere giriyordu. Katsayı farklılığı yoktu. Ve meslek liselerinin alan dışı fakülteleri kazanma oranları binde 6’ydı. Şimdi yine değişen bir şey olmaz. Bütün kavga bunun için mi? Oysa en başından beri, kendi alanlarıyla ilgili fakültelere girişte avantaj sağlansa hiç bu noktalara gelinmezdi.
Güzellikler de var
Türkiye, hemen her alanda olduğu gibi eğitimde de zıtlıkları bir arada yaşıyor. Varlık içinde dökülen kentler gibi, yoksulluk diz boyu olduğu halde başarıyı yakalayan kentlerimiz de var. Ya da kıyıda köşede unutulup hiçbir yatırım yapılmadığı halde eğitimin gücünü keşfedip ben de varım diyen kentlerimiz gibileri.
İyi okullarımız, iyi üniversitelerimiz, iyi öğrencilerimiz yok mu? Elbette var. Dünya standartlarında eğitim yapan çok iyi liselerimiz de var, üniversitelerimiz de. Ama sayıları o kadar az ki!
Zaten sorun da burada. En aşağıdakileri yukarı çekeceğimize, en üsttekileri de eşitliği sağlama adına aşağı çekiyoruz. Anadolu liseleri bu yüzden yok olma noktasına geldi. ODTÜ ve Boğaziçi ile hiç öğretim üyesi olmayan tabela üniversitelerin aynı yasayla yönetilmesi de bu yüzden.
Özetin özeti: AKP hani YÖK Yasası’nı değiştirecekti? Hani güç eline geçse üniversitelerimizin çıtasını yükseltecekti? Ve hani öğrenciler, öğretmenler, veliler daha mutlu olacaktı?..