Dünkü gazetelerde tek sütunluk mini minnacık bir haber vardı. Başlığı: Öğretmen hasta kuyruğunda öldü. Geçenlerde bir başkası da görev yaptığı köye giderken soğuktan donup ölmüştü!..
Pek çok gazetede yer almayan, alsa bile magazin haberleri arasında kıyıda köşede kalan bu haberi birlikte okuyalım:
Hastanede sıra bekleyen Mustafa Öğretmen, kalp krizi geçirerek öldü. Rize Ticaret Lisesi Müdür Yardımcısı olan Mustafa Yılmaz, önceki akşam kontrol için Devlet Hastanesi'ne gitti. Aynı zamanda Daktilo ve Muhasebe dersleri de veren Mustafa Yılmaz, sıranın kendisine gelmesini beklerken aniden yere yığıldı. Kalp krizi geçirdiği belirlenen 43 yaşındaki Mustafa Yılmaz, doktorların müdahalesine rağmen kurtarılamadı. Yılmaz'ın cenazesi dün Rize sahil Camii'nde kılınan namazın ardından Ardeşen ilçesinde toprağa verildi.
Rize bilindiği gibi Başbakan Yardımcısı Mesut Yılmaz'ın memleketi. Merhum Mustafa Öğretmenin soyadı da Yılmaz. Eğer bir akrabalık bağı varsa ona da merhumun ailesine de baş sağlığı diliyoruz...
Evet! Öğretmenler bir bir ölüyorlar. Ecel, kimini kuyrukta yakalıyor, kimini de soğukta. Yaşarken ölenlerin sayısı da hiç az değil. Ama hala onların bir sahip çıkanı yok. Oysa onlar geleceğin mimarları...
Diğer tüm mesleklerin neredeyse hemen hepsinin bir sahip çıkanı var. Askerin, polisin, hakimin, pilotun, yargıçın, politikacının ya da bankacının... Özel hastaneleri de var, özel sigortaları, vakıfları, dernekleri de...
Ya Milli Eğitim'in neyi var? Koskocaman bir hiçler zinciri. Şimdi birileri çıkıp öğretmenlerin de öğretmenevleri, hastaneleri, sandıkları, vakıfları var diyebilir. Ama ne kadarı bu ayrıcalıktan yararlanabiliyor? İşte o önemli. Ha bu arada İlksan skandalı ne oldu? Hani şu öğretmenlerden kesilen paraların dönemin başbakanı tarafından verdimse verdim, ne olmuş yani diyerek dağıttığı paralar? Bir dönem Türkiye'nin en çok tartıştığı konu oydu. Sonra unutuldu gitti. Verdimse verdim diyenler Çankaya'ya çıktı. Öğretmenler de her geçen gün ölüme bir adım daha yaklaştılar.
Türkiye'nin geleceği hiç tartışmasız onların elinde. Onların yetiştirdiği nesiller geleceğimize yön verecek.
Öğretmenleri ne kadar gülüyorsa, onlar da o kadar gülecek, öğretmenleri ne kadar ülkesini seviyor ve devleti yönetenlere saygı duyuyorsa onlar da o kadar sevecek ve saygı duyacaklar.
Öğretmeni okuyamayan, öğretmeni şık giyinemeyen, öğretmeni sinemaya, tiyatroya, konsere, tatile gidemeyen öğrenci mi tüm bunları yapacak?..
Öğretmene sahip çıkma zamanı geldi de geçiyor. İçişleri Bakanı, polislerin yeni yılın ilk maaşını zamlı alabilmeleri için yoğun çaba içerisinde. Peki ya öğretmenler için kim çaba gösteriyor? Milli Eğitim Bakanı mı? Güldürmeyin insanı...
Ankara'nın zam anlayışı şu: Zam yapılacaksa hemen sayılara bakılıyor. Söz konusu grup 5, 10 bin hatta 20, 30 bin kişi ise hiç önemli değil. Yapın gitsin oluyor. Ama öğretmenler gibi yüz binlerle ifade ediliyorsa hemen ince hesaplar yapılıyor. 50 milyon lira zam yapsak bu onların hiçbir işine yaramaz ama bütçeye şu kadar katrilyon yük getirir. Onun için şimdilik vazgeçelim. Bu hep böyle oluyor. Sanki ülkedeki nüfus artışından onlar sorumlular...
Özetin özeti: Sadece devlet bütçesiyle öğretmenliği yeniden saygın meslekler arasına yükseltmek mümkün değil. Onun için yeni formüller bulunması gerekiyor. İstenseydi, gayret gösterilseydi, mesleğin önemine biraz olsun inanılsaydı bu formül çoktan bulunurdu.