Abbas Güçlü

Abbas Güçlü

aguclu@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

O Cumhuriyet’e ışık veren bir mühendisti. Sanayide ve özellikle de cam sanayinde belli bir noktaya geldiysek, en büyük pay onundur.
Atatürk’ün Cumhuriyet’i kurduktan sonra, o yok yıllarda, ‘Kıvılcım olarak gidecek, ateş olarak döneceksiniz’ diyerek yurtdışına eğitime gönderdiği 700 isimden birisi de oydu.
Devlet bursuyla gittiği Belçika’da metalürji, ABD’de seramik eğitimi aldı.
Döndüğünde Sümerbank’taki 5 yıllık mecburi hizmetin ardından, 26 yıl Şişecam’ın genel müdürlüğünü yaptı.
İki kez sanayi bakanlığı koltuğuna oturdu. TÜSİAD başkanlığı yaptı. Türk Eğitim Vakfı TEV’in kurucuları arasında yer aldı.
O her yönüyle tam bir İstanbul beyefendisiydi. Onu hep papyonlu haliyle tanıdık. Saraylarda olduğu gibi köy kahvelerinde de papyonunu hiç çıkartmadı. Öğrenciler ona papyonlu amca diyordu. 1916 doğumluydu. Ama son birkaç yıl öncesine kadar hep onlarla iç içeydi. Özellikle köy kızlarının okuması için en büyük destekçi oydu. Onlar hayatın içine girmeden, köyler kalkınmadan ülke refaha ulaşmaz diyordu.
Neden bu kadar çok koşturuyorsun diye soranlara, ülkeme olan vefa borcum hâlâ bitmedi diyordu. Türkiye sevdalısıydı ve her köşesini dolu dolu seviyordu.
Teşvikiye Camii’ndeki cenazesi bir hayli kalabalıktı. Ama hiç siyasetçi göremedim. İşadamları da. Onun kuşağı çoktan bu dünyadan göç etmişti. Ama geride kalanları, en azından ahde vefa gösterebilirlerdi.
Osmanlı’nın küllerinden, modern Türkiye’yi onlar yarattı. Ama sokağa çıkıp sorsanız, kim o derler. Oysa en büyük onuru onlar hak ediyor. Umarız ismi, okullara, caddelere, sanayi sitelerine verilir de, o kim diye araştıranlar, bu ülkenin nasıl kurulduğunu ve bugünlere nasıl gelindiğini, bir nebze de olsa öğrenme fırsatı bulurlar...
Şahap Bey’den zarafeti, yılmamayı, ülkeye hizmette sınır olmadığını ve en önemlisi de 90 yaşına da gelsen yapacak daha çok işin olduğunu öğrendim. İyi ki kendisini tanıdım dediğim ender insanlardan birisiydi. Ruhu şad olsun...

Bilim şenliği?..
Üniversiteler cıvıl cıvıl. Bahar şenliklerinin ardı arkası kesilmiyor. Adeta şova ve yarışa dönüştü. Getirdikleri sanatçılara yüz binlerce dolar ödeyenler var. Vur patlasın, çal oynasın modundalar. Helal olsun! Bütün kış çok çalışıp, çok yoruldular. Bilim şenliklerinin yorgunluğu da henüz geçti. Eh o kadar da eğlensinler demeyi çok isterdik. Ama nafile!..
Bilim adına neredeyse hiçbir organizasyona imza atmayan üniversitelerin, eğlence ve şamata için yarış haline girmeleri, garip hem de çok garip.
Zaten, düzenledikleri ödül törenlerine es kaza katıldığınızda, durumun neden bu noktaya geldiğini hiç yadırgamıyorsunuz. Onlarca isme ödül veriyorlar. Ama içlerinde eğitim ve bilim adına ne bir kişi oluyor ne de kurum.
Yani kendilerini, en başta kendileri dışlıyorlar. Dizi yıldızları geldiğinde kıyametler kopuyor ama Nobelli bir bilim insanı geldiğinde salonlar bomboş kalıyor. Ondan sonra da, bu aymazlığı eleştiren, en fazla kendileri oluyor.
Elbette üniversitelerin hepsi bu durumda değil. İçlerinde eğlenceyi olduğu gibi bilimsel etkinlikleri ihmal etmeyenler de var. Ama sayıları o kadar az ki!..
Peki, bu konuda üniversiteler üzerine düşeni yapmıyor da, eğitime bilime yön veren kurumlar, bunun gereğini yerine getiriyor mu?
Örneğin TÜBİTAK, TÜBA, Bilim Bakanlığı, MEB, YÖK, DPT ve diğerleri. Bilimin halka yayılması ve bilim toplumu olmamız konusunda ne yapıyorlar? Bileniniz var mı? Varsa da yaptıkları yeterli mi?.. Çağı yakalamak lafla olmuyor. Rakamlar ortada. Dünya bilimine katkı sıralamasında kaçıncı sıradayız, AR-GE’ye ne kadar kaynak ayırıyoruz, paten sayımız kaç ve en çok merak ettiğim de bilimin sevdirilmesi ve halka yayılması konusunda yılda kaç etkinlik düzenleniyor?..
Hiç, birbirimizi kandırmayalım. Her şey ortada. Üniversiteler, keşke bahar şenliklerinde olduğu gibi, bilim şenlikleri için de birbiriyle yarışsa. Keşke, bahar şenliklerine sponsor olan anlı şanlı kurumlar, bilimsel etkinlikler için kapılarını çalanlara da aynı hoşgörü ve cömertliği gösterseler...
Özetin özeti: Cumhuriyetin ilk yıllarındaki gençlerle, bugünküleri kıyasladığımızda, öncelikler o kadar değişti ki, kabahat onlarda mı yoksa onlara bu heyecanı veremeyen biz yetişkinlerde mi?..