TRT 1’de önceki gece sabaha kadar üniversiteleri konuştuk. TRT, İbrahim Şahin döneminde, sanki zincirlerini kırmış izlenimi veriyor. Eskiden olsa, hükümeti eleştiren isimlerden ve konulardan ısrarla kaçınılırdı. Oysa, şimdi “Türkiye’nin sorunları Türkiye’nin kanalında konuşuluyor“ sloganıyla en tartışmalı konuları bile masaya yatırıyorlar.
Tayfun Talipoğlu, Bamteli ile il il gezmeye devam ediyor. Ama bu arada önemli bir tartışma programına da imza atıyor. İşte üniversiteleri, yeni programı Nasılsınız’da irdeledik.
Kimler yoktu ki? Böylesi çok konuklu programlarda, konuşmacılara çok sıra gelmiyor. Ama en azından hemen herkes farklı bir şekilde görüşlerini dile getirebiliyor. Bazı isimlere yarım saat süre verseniz bile zaten 3-5 dakikadan daha fazla konuşmaz. Ama o 3-5 dakika içinde öyle tespitler ya da öneriler ortaya koyarlar ki, üç saatlik söyleşiden çok daha akılda kalır.
Televizyon programlarında hep ev sahibi olduğumuz için konuk olmak farklı geldi. Geçen hafta da Avrasya TV’de Lale Şıvgın’ın Beyin Fırtınası’nda üniversiteleri konuşmuştuk.
Meğerse üniversitelerin ne kadar çok sorunu varmış.
Rektörlere, öğretim üyelerine, öğrencilere bir dokunun bin ah işitin.
Ankara Üniversitesi’nin yeni Rektörü Cemal Hoca da tıpkı bir önceki Rektör Nusret Hoca gibi tam bir beyefendi. Genel tespit bu yönde. İTÜ’de seçim kazanmasına rağmen rektörlüğü kaybeden Faruk Hoca’yı dinleyenler, YÖK’ün ve Çankaya’nın Hoca’ya neden taktığını hâlâ anlayabilmiş değiller.
Eski Uludağ Rektörü Mustafa Hoca ile seçimlerde birinci olmasına rağmen YÖK’ten veto yiyen eşi Merih Hanım da konuklar arasındaydı. Yayın öncesinde ve reklam arasında, eşlerin rektör olmasına kesinlikle karşı çıkan akademisyenler bile Merih Hoca’yı dinleyip donanımını, konuya yaklaşımını ve zarafetini görünce, ben bile oy verirdim noktasına geldiler.
Görünen o ki, YÖK ve Çankaya, rektör adaylarını daha yakından tanıyabilmiş olsalardı, yaptıkları atamalar çok daha farklı olurdu.
İşte bu noktada Çankaya’nın yeni kurulan üniversitelere rektör atarken, çok daha ince eleyip sık dokumasında sonsuz yarar var. Gül, bugün nasıl ki YÖK Başkanı’nın o koltuğa oturtma konusunda bin pişman noktasına geldiyse, yarın, atadığı ya da atayacağı rektörler yüzünden de defalarca bu noktaya gelebilir.
Peki, rektörler nasıl atanıyor?
İşte bu muamma. Bu konuda son sözü ne Çankaya ne de YÖK söylüyor. Daha önce de yazdım. AKP içinde oluşturulan biri eski bakan, biri YÖK mağduru, diğeri de “Beyefendi’ye çok yakın” üç kişi her şeye karar veriyor. En azından öyle iddia ediliyor. Seçimler ve başvurular ise tamamen göstermelik.
Ankara’da dün Türkiye’nin en tepesindeki isimlerden biriyle bir süre ayaküstü konuşma olanağı bulduk. Laf rektörlük seçimlerine de geldi. Uzaktan izliyorum. Ama çok yakından tanıdığım ve o işi en iyi yapabileceğine inandığım bir isim, YÖK’ün üç kişilik listesine bile giremedi diyerek şaşkınlığını dile getirdi.
Bu konuda şaşıran elbette sadece o değil. Listeleri hele hele birkaç gün içinde sonuçlanması beklenen atamaları görünce eminim daha pek çok kişi şaşırmaya devam edecek.
Tekrar programa dönersek Anadolu’dan, KKTC’den ve ABD’den pek çok rektör ve öğretim üyesi vardı. Adıyaman, Yozgat ve Amasya’daki üniversiteler iki yıl önce hep birlikte kurulmuşlardı. Rektörlerin heyecanına bakılırsa epeyce yol kat etmişler. Ama hemen her konuda öylesine çok desteğe ihtiyaçları var ki anlatmakla bitiremiyorlar. Umarız hükümet artık üniversite açmaya bir süreliğine ara verip mevcutlarla ilgilenmeye başlar.
İlginç tespitler ortaya çıktı. İşte onlardan sadece birkaçı:
YÖK Yasası hemen değiştirilmeli. Ama bugünkünü de aratacak bir düzenlemeye gidilmemeli.
Tek tip üniversite anlayışından vazgeçilmeli. Örenci alımından, rektörlük seçimine kadar üniversitelere özerklik tanınmalı.
Türkiye’nin ve üniversitelerin bir bilim politikası olmalı. Hedefler konulmalı. Vizyon belirlenmeli ve ekonomik destek artırılmalıdır.
Özetin özeti: Üniversiteler huzur istiyor. Hem de her zamankinden daha fazla. Umarız bunu çok görmezler. Yoksa onların huzurunu bozanların da huzuru kalmaz!..