Abbas Güçlü

Abbas Güçlü

aguclu@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Üniversitelerin yükünü kim çekiyor derseniz, hiç kuşkusuz akla gelen ilk isim asistanlar. Peki üniversitelerin en ağır işçileri kim? O da tartışmasız başta doktorlar olmak üzere tüm sağlık personeli. Bir tıp mezununun profesör olması öylesine büyük fedakârlıklar gerektiriyor ki, anlatmaya kalksak ansiklopedi kalınlığında kitaplar ortaya çıkar. Ama bu sıkıntılar dışarıdan hiç görülmez.
ÖSS, TUS ve sonrasındaki akademik yükseltme sınavlarının her biri ömür törpüsü. Böyle gelmiş, böyle gidiyor. Ama kimseye yaranamıyorlar. Ne hastalara, ne sürekli ihmal ettikleri yakınlarına ne de devlete. Bugünlerde çok dertliler. Çünkü bir çifte standartla karşı karşıyalar. Daha doğrusu, devletin kazığıyla...
Geçtiğimiz aylarda gerçekleşen yasal bir düzenlemeyle, üniversite hastanelerinde çalışan, 657 sayılı yasaya tabi sağlık personeline önemli avantajlar sağlandı. Ama aynı işi yapan 2547’li akademik sağlık personeli üvey evlat muamelesi gördü. Ve ortaya bir dizi aksaklık çıktı:
- Yaklaşık 4 yıldır Sağlık Bakanlığı’na bağlı hastanelerde aynı statüde aynı işi yapan asistan ve uzman hekimler, performansa dayalı katkı payı ödeme sistemiyle 1500 YTL ile 5000 YTL arasında katkı payı alıyorken, üniversite hastanelerinde çalışan asistan ve uzman hekimler 300 YTL ile 700 YTL döner sermaye katkı payı alabiliyordu. Bu durum yıllardır süren bir adaletsizlik iken, bu yasa değişikliğiyle bırakın Sağlık Bakanlığı’ndaki meslektaşlarını, kendi hastanelerindeki hemşire, teknisyen ve biyologdan dahi daha az katkı payı almaya başladılar.
- ”... işin ve hizmetin özelliği dikkate alınarak yoğun bakım, doğumhane, yenidoğan, süt çocuğu, yanık, diyaliz, ameliyathane, kemik iliği nakil ünitesi ve acil serviste çalışan sağlık personeli için % 200 olarak verilebilir” ibaresi yasaya eklenerek ağır şartlarda çalışan sağlık personeline (657 sayılı yasaya tabi sağlık personeline!) iyileştirmeler yapıldı. Ancak bu durum bir dizi haksızlığı da beraberinde getirdi. Şöyle ki, anestezi yoğun bakımında tüm tıbbi, yasal ve etik sorumluluğu üzerine alarak çalışan bir asistan ya da uzman hekim (2547 sayılı yasaya tabi, yani akademik personel!) 640 YTL katkı payı alırken, aynı işi aynı bölümde hemşire ya da başka yardımcı sağlık personeli (657 sayılı yasaya tabi sağlık personeli!) olarak yapan bir kişi, statüsüne göre 600 ile 1200 YTL arasında değişen döner sermaye katkı payı alabilmektedir...
Üniversite hastanelerinde çalışanların, özellikle asistan hekimlerin sıkıntıları, elbette sadece bununla sınırlı değil:
- Asistanlara ayda 17 güne kadar nöbet tutturulabiliyor. Ancak en fazla sadece 80 saatlik (5 nöbet) nöbet ücreti ödeniyor. Nöbet sabah 08’de başlıyor, ertesi gün akşam saat 17’de bitiyor. Yani tam 36 saat hiç durmadan uyumadan nöbet tutturuluyor. Kamyon ve otobüs şoförlerinin 4.5 saatten fazla araç kullanmalarının insan hayatını tehlikeye atmaması açısından yasaklandığı bir ülkede, bir hekimin hiç durmadan 36 saat çalıştırılması nasıl açıklanabilir?
- Bu durum sadece hekimin çalışma şartları açısından değil, aynı zamanda uykusuz ve dikkati dağılmış bir hekimin hasta muayene etmesi, tanı koyması ve tedavi düzenlemesi, hasta hakları açısından da sakıncalı değil midir?
- Hekime, yapacağı mesleki hatalar karşısında ödeyeceği tazminatlar için hekim sorumluluk sigortası yaptırılmaya çalışıldığı bir ortamda bu şartların düzeltilmesiyle ilgili bir çalışma yapılmakta mıdır?
- En ufak bir tıbbi ihmalde ya da hatada acımasızca linç edilen sağlık personelinin ve hekimlerin çalışma saatlerini, çalışma koşullarını ve 10-11 yıllık yüksek öğrenimlerine karşın birçok işçi ve memurdan daha kötü ekonomik şartlarla çalışmak zorunda kaldıklarından ne kadarımızın haberi var?..
Özetin özeti: Doktorlarımıza sahip çıkalım. Önemlerini anlamak için ille de ellerine mi düşmemiz gerekiyor!..