Vakıf üniversitelerinin kendi aralarında ciddi bir yapılanma içerisine girmeleri artık kaçınılmaz hale geldi. İçlerinde öylesine farklı noktalara sürüklenenler var ki, ileride tümümün başını ağrıtabilir.
Dünden bugüne çok iyi biliyoruz ki, biri bir hata yaptı mı, hepsi birden cezalandırılıyor. İşte bu yüzden, birinin yaptığı yanlışlar, diğerlerini etkilemesin isteniyorsa, bir otokontrol sisteminin geliştirilmesi gerekiyor.
YÖK ne için var? diyorsanız çok yanılırsınız. YÖK, bırakın üniversiteleri, kendisini bile yönetemiyor. Yoksa bu noktaya gelinir miydi?
Vakıf üniversitelerinden biri, üstelik kurulalı daha bir yıl olmadan yüksek lisans ve doktora ilanları vermeye başladı. Anlamak mümkün değil. Ama daha da komiği, doktora yapılacak bölümler bir bir sıralandıktan sonra, ilanın bir yerine minnacık bir yıldız koyup, açıklamasında da “Bu programlar YÖK’ün onayını müteakip öğrenime başlayacaktır” deniliyor. Yani daha doktora için resmen izin alınmamış ama belli ki söz alınmış. Yoksa böyle ilan verilebilir mi?
Doktora eğitimi çok ciddi bir altyapı gerektirir. Dünyanın her çok yerinde, her üniversiteye doktora izni verilmez. Türkiye’de de bu böyleydi. Onlarca yıllık bir geçmiş ve güçlü bir kadro zorunluluğu vardı. Ama görünen o ki, her şey gibi doktora kuralları da altüst olmuş.
Peki bu üniversitemiz ya da şipşak izin verilen diğer üniversitelerimiz bu yükün altından kalkamaz mı? Devlet üniversitelerinde olandan daha iyi bir doktora eğitimi veremez mi? O ayrıca tartışılır. Ama şu anda gelinen nokta, tıpkı lisans eğitimi gibi yüksek lisans ve doktora eğitimi de giderek sulanıyor. Oysa Başbakan Erdoğan, eski YÖK yönetimi ve rektörleri adeta taciz ederek çıtanın yükseltilmesini istiyordu. Düne kadar dünyanın en iyi 500 üniversitesi arasına giren 3 üniversitemiz vardı. Bakalım önümüzdeki yıllarda kaç üniversitemiz daha girecek? Sonucu merakla bekliyoruz. 3, 5’e çıkarsa alkışlarız. Sıfıra inerse de Başbakan’a, YÖK’e ve Cumhurbaşkanı’na dün söylediklerini hatırlatmaya devam ederiz...
Ne kadar evrenseller?
Vakıf üniversitelerine yönelik ciddi yaptırımlardan biri de Türkiye’nin gerçeklerine ve geleceğe yönelik olmalıdır. Son birkaç yıldır bakkal dükkânı açar gibi üniversite açılıyor. Ve hemen hepsi de büyük kentlerde, özellikle de İstanbul’da. Oysa artık Anadolu’ya da açılmaları gerekiyor. İstanbul hemen her konuda artık boğazına kadar dolmuş durumda. Üniversite konusunda da değişen bir şey yok. Çok iddialı olmadığı sürece, İstanbul’da vakıf üniversitelerine izin vermek, İstanbul’u vakıf üniversiteleri pazarı haline getirmenin ötesinde bir işe yaramaz.
Yeni vakıf üniversiteleri açılmasın mı? Elbette açılsın. Bu genç nüfusa, ne kadar açılsa azdır. Ama bu bir plan ve program çerçevesinde olmalıdır. Örneğin öğretim kadrolarının yetiştirilmesine katkıda bulunmalılar. Örneğin kolay öğrenci bulabilecekleri popüler alanların dışında, Türkiye’nin kalkınmasına yönelik programlar da açmalılar. Yoksa üzerlerindeki “Üniversite mi yoksa ticarethane mi?” sorgulamasından zor kurtulurlar.
Vakıf üniversitelerindeki öğrenci memnuniyeti giderek azalıyor. Bu konuda acil önlem almalılar. Ücretler konusunda ciddi sıkıntılar var. Öğretim kadroları ilan edilenlerin çok dışında. Eğitim ve bilim alanına yatırım yapma yerine farklı ilişkilerle yol kat etmek isteyenler, diğerlerine de kötü örnek oluyor.
Gönül ister ki gazetelere verilen çarşaf çarşaf ilanlardaki süslü lafların yerini, hangi uluslararası kurumlardan akredite aldıkları, kaç uluslararası yayınlarının olduğu, binaların dışında Ar-Ge için ne kadar yatırım yaptıkları, yurtdışına kaç araştırma görevlisi gönderdikleri, dünyanın hangi iyi üniversiteleriyle öğrenci ve öğretim üyesi değişim anlaşması yaptıkları, kaç süreli yayına abone oldukları, mezunlarının ne kadarı dünyanın ilk 500’deki üniversitelerine mastır ya da doktora öğrencisi olarak kabul edildiği gibi gereksiz(!) ayrıntılar da yer alsa...
Özetin özeti: Vakıf üniversiteleri mutlaka olmalı. Ama...