Yaz tatili geldi, gelecek derken bitti bile. Okullar yarın açılıyor. Ama sevgili öğrenciler ve öğretmenler hemen su kaynatmasın. Önümüzde daha çoookkk uzunca tatiller var. Örneğin 20 gün sonraki bayram tatili. O biter, başkası başlar. Eğitim açısından Türkiye’nin bir tatil cenneti olduğu hep aklınızın bir köşesinde bulunsun ki, eğitimden sıkıldığınız dönemlerde imdadınıza yetişecek yeni bir tatiliniz olsun.
Anaokulu ve ilköğretim birinci sınıf öğrencileri geçen hafta okullu olmuştu. Ama alıştırma için. Belli ki memnun kalmışlar. Ders yok, ödev yok. Yakında büyükler de böyle eğitim istiyoruz derlerse hiç şaşırmayın.
Pazar günü, tatilde, hem de tam okullar açılırken eğitimin temel sorunlarını yazıp canınızı sıkmak istemeyiz elbette. Ama daha yolun başındayken bazı hatırlatmalarda bulunalım ki, ileride ah vah etmeyin.
Örneğin Seviye Belirleme Sınavı (SBS) için 6, 7 ve 8’inci sınıf öğrencilerinin not ortalamalarını olabildiğince yüksek tutturmalarında sonsuz yarar var. Not ortalaması 100 üzerinden 90’ın altına düşerse, SBS’lerde soruların tümünü, hiç firesiz cevaplasalar dahi iyi okullara girme şansları yok gibi.
Bu arada okul aile birliklerinin diğer okullardaki şişirilmiş notları göz önünde bulundurarak, kendi okullarını yakın takibe almaları da ileride doğabilecek pek çok çarpıklığın önüne geçebilir.
Yabancı dil konusunda ise çocuklarınız anadolu liseleri ve kolejlerde okusalar bile çok yüksek beklenti içine girmeyin. Çocuğunuz ille de yabancı dil öğrensin istiyorsanız, farklı alternatifler ve takviyeler de mutlaka düşünmelisiniz.
SBS ve OKS gibi sınavlara hazırlanan öğrencilerin yabancı dili ikinci plana attıklarını ve bildiklerini de unuttuklarını özellikle hatırlatmak isteriz.
Orta ve üzeri gelir düzeyindeki velilerin son yıllarda giderek artan bir oranda özel öğretim kurumlarına yönelmesi de bir dizi sorunu beraberinde getiriyor. Velilerden maalesef çok önemli bir bölümü özel okulları, bir yıllık bir süreç gibi düşünüyor ve ilk adımı atarken fazla irdelemiyor. Ama daha sonra karşılarına, geri dönüşü de olmayan öylesine bir tablo çıkıyor ki, tüm yaşamları altüst oluyor.
Örneğin, anaokulundan itibaren çocuğunu özel okullara gönderen bir velinin daha sonra ilköğretimde devlet okullarına dönmesi neredeyse imkânsız.
“Çocuk o ortama alıştı. Almak olmaz” diye yola devam ediyorlar. 8 yıllık ilköğretim bu şekilde zar zor bitiyor. Pek çoğu tüm gelirini çocuklarına harcıyor. Hele şimdi bir de son üç yılda dershane masrafı yükleniyor ki, bittiğinde derin bir oh çekiyorlar.
Ama asıl zorlu süreç ondan sonra başlıyor. En iyi diye bilinen anadolu liselerine girmek, zorun da ötesinde imkânsız hale gelince, yine kolejler devreye giriyor ve 4-5 yıllık yeni bir paralı eğitim maratonu başlıyor.
Lisenin de son iki yılında yine dershane ve özel öğretmen desteğiyle aile bütçesi zorlandıkça zorlanıyor.
Üniversiteyi kazanırsa ne âlâ. Onca emek, onca masraf bir anda unutuluyor. Ama ya kazanamazsa! İşte asıl kâbus ondan sonra başlıyor.
Vakıf üniversitelerinin ücretleri, ABD üniversitelerinden bile fazla. Çocukları ya açıkta kalacak, tüm ailece perişan olacaklar ya da elde avuçta ne varsa yeni bir paralı eğitim macerasının içine girecekler. Genel temayül, bir iki yıl daha ÖSS’ye girildikten sonra, kerhen de olsa vakıflara girme yönünde.
Bu kervana katılan öyle aileler var ki, şaşmamak elde değil. Değil bir yıllık, 10 yıllık gelirin tümünü çocuklarının eğitimine harcayacak olsalar bile, yine de altından kalkamayacak durumdalar. Ama bu maceraya giriyorlar. Çünkü ileride vicdan azabı çekmek istemiyorlar. Pek çoğunun gerekçesi böyle. Yakında tıpkı kredi kartlarında olduğu gibi bu konuda da facialar yaşanırsa hiç şaşırtıcı olmaz.
Peki onca fedakârlığın sonucunda gelinen nokta ne? İşsizlik, işsizlik, işsizlik...
Özetin özeti: Anne babalar ve öğrenciler, iyi bir öğrenim ve iyi bir gelecek için elinden gelenin de çok ötesinde fedakârlıkta bulunuyorlar. Peki karşılığını alabiliyorlar mı? Okullar açılırken bunu bir kez daha düşünelim...