Dünyanın en uzun yaz tatili bizde. Ama bakın yarısı bitti. Yakında okul telaşı başlar. Önce öğretmenler, sonra öğrenciler bir bir okulun yolunu tutarlar. Kayıtlar nedeniyle milyonlarca aile zaten büyük bir telaşın içinde. Bırakın tatili, bulundukları kentten ayrılma lüksleri yok.
Bizim asıl sözünü ettiğimiz tatilciler, okulların kapanmasıyla defteri kitabı kapatıp, okullar açılınca da haftalarca kendine gelemeyen ehli keyifler.
Çevrenizde bol bol vardır. Laf arasında bir soruverin. Yaz boyunca kaç kitap okudular? Kendilerini geliştirme adına ne yaptılar?
Koskocaman bir hiç cevabı alırsanız hiç şaşırmayın. Çünkü yüzde 90’ı onlardan farklı değil.
Okumayan, yazmayan, en ufak soruna bile kafa yormayan “kolaycı” bir nesille karşı karşıyayız. Hiç bir şey yapmamayı marifet sayıyorlar.
En büyük silahları, eleştiri.
Hemen her konuda herkesi eleştiriyorlar. En başta da eğitim sistemini. Zaten en büyük dayanakları da lime lime dökülen eğitim sistemi.
Adeta, bu sistemde, bizden daha iyisi çıkmaz diyorlar.
Peki ne olacak? Bu vurdumduymazlık nereye kadar gidecek?
Temel Eğitim Kanunu’nda tarif edilen kuşaklar ile şu anda yetiştirilen gençler arasında taban tabana zıtlıklar var.
Yasalar ısrarla, ülkesini ve insanları seven, soran, sorgulayan, çağdaş gençler yetiştirilecek derken, sistem tam tersi gençler yetiştiriyor.
Üniversiteye giremeyip açıkta kalan bin pişmansa, girip mezun olanlar ise on bin pişman.
Bugüne kadar kendilerinden ne istendiyse yapmışlar. Çok çalışın, çok başarılı olun, çok eğitim alın, çok iyi meslekler edinin denilmiş, harfiyen yerine getirmişler ve şu anda işsizler. Hem de kaç yıldır.
Durum böyle olunca da ne okula, ne eğitim sistemine, ne devlete, ne de kurumlara, hiç kimseye güvenleri kalmamış.
Bir dokunun bin ah işitin. Aslında kızmanız gerekiyor. Ama haklısınız, hem de çok haklısınız demekten başka elinizden bir şey gelmiyor.
İşte hemen o noktada yazının başında şikâyetçi olduğumuz, gençler, lafa girip, “Okuyun, okuyun, çalışın, çalışın diyorsunuz, işte halleri ortada. Bizde mi onlar gibi kafayı yiyelim!” dediklerinde söyleyecek fazla lafınız kalmıyor.
Hükümetin ilgili bakanları kafa kafaya verip, okumuş gençlerin bu perişan hallerine çare bulmak zorundalar. Yoksa, bir on yıl sonra, okuldan ve eğitimden küstürdüğümüz gençleri tekrar bu noktaya getirmemiz çok güç olabilir.
Okul, eğitim, okuma yazma, entelektüel birikim, hiç bu kadar ayak altına düşmemişti. Bu gidiş kötü bir gidiştir ve mutlaka durdurulmalıdır. Gelinen bu noktanın sorumlusu kim tartışmasıyla kaybedilecek zamanımız yok.
Durum gerçekten vahim ve acilen çözüm üretilmesi gerekiyor.
Bu tür sosyolojik sorunlar elle tutulup gözle görülmediği ve yaratacağı tahribat çok uzun zaman alacağı için fazla üzerinde durulmaz.
Direkt bir sorumlusu ya da çözüm üreteni olmadığı için de hep ortada kalır. Ama toplumsal mutsuzluğun temelinde yatan gerekçelerin en başında bu gelir.
Batılı toplumlar böylesi gelişmeleri dikkatle takip eder ve sık sık raporlar yayımlarlar. Türkiye’de ise, mutsuzluğun her yaştaki, her türlüsü sanki yaşamımızın bir parçasıymış gibi; çözmek yerine onunla yaşamaya çalışırız.
İşte bunların başında ÖSS geliyor. Öğrenciyken biz şikâyetçiydik. Şimdi çocuklarımızın hayatını altüst ediyor. Yarın torunlarımızın da en büyük baş ağrısı olursa hiç şaşırmayın.
Yediden yetmişe, en tepedekinden en alttakine herkes şikâyetçi, herkes yanlış diyor. Ama o dimdik ayakta duruyor. Tıpkı YÖK gibi.
Özetin özeti: Mutsuzluk üreten konu ve kurumlar kadar, keşke tam tersini yapan kazanımlarımız da olsa!..