Geçen yıllarla, kat edilen yollarla, hele hele imza atılan başarılarla beraber heyecanının insanı terk etmemesi nadir bulunan bir özellik. Onlarca film çekmiş bir yönetmen mesela, yeni bir işe başlarken gözünde aynı pırıltıyı, sesinde aynı cıvıltıyı taşıyorsa bundan güzel ne olabilir? Çağan Irmak böyle bir yazar ve yönetmen. Hep anlatacak hikâyeleri, onları anlatmak için azalmayan bir heyecanı ve kendine bulduğu yeni yolları var. Şimdiki, ona da kendi deyişiyle ‘acemisi olduğu’ bir heyecan yaşatan bir yol: Çağan Irmak 53 yaşında ilk kitabını yazdı. Altı öyküden oluşan “Gözümden Deliler Taştı”, bu hafta sonu Doğan Kitap etiketiyle okura ulaştı.
Kitaptaki karakterlerin hemen hepsi çocukluğunda – ergenliğinde tanıdığı insanlar. Bir ‘Cıgaralı Naciye’ var mesela, görüp görebileceğiniz en tutkulu sinema seyircisi, yazlık Çınar Sineması’na gelen hiçbir filmi kaçırmıyor, izlerken adeta her rolü kendisi de oynuyor. Herkesin bildiği ömürlük sırlarıyla Haktan ile Ergun var sonra, kapısının
"Şimdi eski defterleri açmayalım… Konuşacağız da ne olacak, geçmişi değiştirebilir miyiz? En iyisi unutmak, yok saymak, kabul etmek, bağışlamak…” Söz konusu başka her şeyi ‘teferruata’ dönüştüren aileyse, hiçbirimize yabancı olduğunu sanmıyorum bu cümlelerin. Bünyesinde ama büyük ama küçük travmalar barındıran, bir de bunların içeride kalmasını, aman ha yabancılara anlatılmamasını gerektiren ‘kutsallığıyla’ bütün hayatımıza damgasını vuran bir müessese, aile. Bu yüzden ‘aile dizimlerine’, yaşam koçlarına ve benzeri mercilere servet dökerek yaralanmış çocukluklarını avutmaya çalışan yetişkinlerle dolu etraf. Ama bir yandan da – neyse ki - bu kadar konu oluyor filmlere, oyunlara, romanlara. Birilerinin anlatmaya, birilerinin de izleyip / okuyup “Evet, ben de yaşadım bunu, aynısını, benzerini, farklısını. Benim ailem de meydan savaşıydı” demeye ihtiyacı olduğu için. Ama yüksek sesle ama içinden.
Bugüne kadar sinema ve online platformlara yazdığı /
‘Bodrum’a yerleşmek’, yıllardır ‘başka bir yaşamın mümkün olduğuna inanmanın’ kod adı, bir anlamda. Hayatını koşturarak yaşadığın büyük şehrin hengâmesinden çıkacaksın, maviye, yeşile, huzura kavuşacaksın, nihayet gerçekten ‘yaşamaya’ başlayacaksın gibi anlamları var. Tek sorun tüketmeye doymadığımız Bodrum’un gittikçe bütün bu saydıklarımızdan uzaklaşıp kaosun, kalabalığın, pahalılığın, büyük şehirde şikâyet ettiğimiz ne varsa onların simgesi hâline gelmesi.
Neyse ki şikâyet etmek yerine “Başka bir Bodrum’u düşünmek mümkün” diyen ve buraya “tüketmek değil üretmek amacıyla gelen” birileri var da biz bugün Cumhuriyet’in 100. yılında çok kültürlülüğün, çok dilliliğin simgesi olarak ‘Vira Bismillah’ diye yola çıkan Bodrum Uluslararası Tiyatro Festivali’nden söz edebiliyoruz. Bu ‘birileri’ bir zamanlar İstanbul’a gösteri sanatlarının buluşma merkezi olan garajistanbul’u kazandıran,
Çocukluğumdan başlayarak defalarca izlediğim, her seferinde başka türlü duygulandığım filmlerden biridir, “Kırık Bir Aşk Hikâyesi”. Tayini Ayvalık’a çıkan edebiyat öğretmeni Aysel (Hümeyra) kasabaya adım atar atmaz ailesi tarafından zengin fabrikatör kızı Belgin (Özlem Onursal) ile evlenmeye zorlanan Fuat (Kadir İnanır) ile tanışır. Hem de Fuat ile Belgin’in nişanında. Kısa sürede aralarında daha başından ‘kırık’ bir aşk doğar. Daha kendi nişanında gözünü karartıp dansa kaldırdığı Aysel’i dedikodular ayyuka çıkınca kolundan tutup sürükleyerek faytonla sokaklarda gezdiren, cümle âleme ilişkilerini göstere göstere ilan edebilen Fuat, ailesinin / çevresinin baskılarına karşı koyup nişanı bozacak kadar cesur olmadığı için ‘mutlu’ sona eremez.
Son dönemde Ömer Kavur’un filmlerini topluca gösteren MUBI’de tekrar karşıma çıktı, bir kez daha izledim, en önemli, belki de tek artısı yakışıklılığı olan Fuat’ın Aysel’e aşkettiği tokatın ardına sakladığı zayıflığına
Kendi yaşam dilimimde doğup büyüyüşüne tanıklık edebildiğim için olsa gerek, Ayvalık Uluslararası Film Festivali farklı bir heyecan yaratıyor bende. Antalya Film Festivali bu yıl 60 yaşında. Adana Altın Koza kesintisiz 30 yaşına ulaştı ama ilk düzenlenişi 1969 yılında. İstanbul Film Festivali 42 yaşında. Şahane, hepsinin upuzun ömürleri olsun. Ayvalık Film Festivali ise bu yıl iki yaşında. Aslında 2018’de Başka Sinema bünyesinde ilk adımı atılmıştı, 2022’den beri Başka Sinema Ayvalık Film Festivali kurucu direktörü Azize Tan ve ekip arkadaşlarının kurduğu Seyir Derneği tarafından düzenleniyor. Dolayısıyla çok genç bir festival fakat her yıl gözümüzle görebiliyoruz artan ilgiyi. En başta “Film festivaline geldik” dediğimizde esnafın yüzünde oluşan “Hangi film festivali?” sorusu artık onların da katıldığı, sahiplendiği, belediyenin canı gönülden desteklediği, sonbaharı bölgede şenlik mevsimine dönüştüren bir etkinlik haline geldi.
2.Ayvalık Film Festivali 14 Eylül’de Ayvalık Belediyesi Büyük
“Türkiye sinemasının ilk konulu uzun metraj filmidir. (…) Manaki Kardeşler, babasının kendisini sevdiği gence vermemesi üzerine kendini bir erguvan ağacına asarak intihar eden bir genç kızın hikâyesini anlatan ‘Erguvani İstimbot’ adlı filmi çekmişler. Film ne yazık ki Fuat Uzkınay’ın sebebiyet verdiği bir elektrik kontağından çıkan yangında yanmış ve bugüne hiçbir izi kalmamış. Uzkınay’ın filmi kıskançlıktan yaktığı da rivayet olunur. Sessiz sinema oyunlarında popüler bir film adı olan ‘Erguvani İstimbot’, filmi gören ne bir kimse ne de bir belge kalmadığı için hep şüpheyle ve böyle bir film olmadığı iddialarıyla karşılaşır”.
Cüneyt Cebenoyan, Altyazı dergisinin 150. yıl özel sayısında “Erguvani İstimbot”u bu cümlelerle anlatmıştı. Sessiz sinema oyunlarının başköşesine kurulan, tahmini zor hayali film. İki, Cüneyt Cebenoyan’ın 2014 2016 yılları arasında Açık Radyo’da yayınlanan, konuklarıyla onların seçtiği bir filmi masaya yatırıp enine boyuna incelediği sohbet programının adı.
İnsanın en büyük meselelerinden biri, uzun yaşama arzusu. “Hayatı uzatma” telaşı, bu alanda yapılan araştırmalarla, uzman önerileriyle, her gün ileri sürülen farklı yöntemlerle her daim gündemimizde. Hangi besin antioksidan, hangisi hücre yeniliyor, hangi takviyelere yer vermeliyiz hayatımızda, hep takipteyiz. Öte yandan da sürdürdüğümüz hayat biçimiyle sürekli olarak çarkı tersine çeviriyoruz. Zaten stresliyiz bir de ‘sağlıklı’ ve uzun yaşayacağız diye yasaklar strese sokuyoruz kendimizi. Bu işte bir terslik olsa gerek.
Bu tersliğe kafayı takmış bir gazeteci – yazar var: Dan Buettner. New York Times yazarı, National Geographic kâşifi, beş kıtayı geçip üç dünya rekoru kırmış bir bisikletçi. Hayatının son 20 yılını uzun ömürlü insanları bulup onların yaşam biçimlerinden ders çıkartmaya adamış ve “Blue Spots / Mavi Noktalar” dediği bir harita çıkarıp peşine düşmüş. İnsanların seksenleri, doksanları rahat rahat gördüğü, bir kısmında ise
“Sanat yok oldukça kötülük yükselir, kapı duvar bir sessizlik hakim olur dünyaya, bunu fark ettiğimizde ise geç kalmış oluruz.” Sahnede Işıl Kasapoğlu, İKSV tarafından düzenlenen 27. İstanbul Tiyatro Festivali için geri sayımın başladığını müjdeleyen ödül töreninde konuşuyor. Masallardan söz ediyor. Hayallerden, sonra: “Bize dünyanın bu yalan düzeninin perdesini aralamaktan başka yol yok. O yol ya da kavşaklar, patikalar hep hayal kurmaktan geçiyor. Kahramanlara, mucizelere inanmaktan, düş kurmaktan… Bir kişiye hayal kurdurabilirsek tüm topluma kurdurabiliriz”.
Masallar, mucizeler, hayaller, başka diyarlar, umutlar... Sıkıştığımız yerde nefes aldıran sözcükler geçiyor, Işıl Kasapoğlu’nun konuşmasından. Festival iki senedir küratörlük sistemine geçti, bu sene ikinci ve son kez Işıl Kasapoğlu’na emanet. Seneye başka bir küratörün hayallerinden doğan festivali izleyeceğiz. Belki gönlümüze göre olacak, belki eleştireceğiz ama hayaller ve masallar eksik olmayacak