“Kadınım ben, doğru konuş!”

27 Aralık 2018

Herhalde dün çoğumuz öfkeden gözü dönmüş bir genç kadının bir adama parmağını sallayarak, “Kadınım ben, doğru konuş!” diye bağırışını gördük. Olay Nimet Abla gişesinde, Milli Piyango bileti kuyruğunda gerçekleşiyordu. Tartışmaya dâhil olan diğer kadının da söylediği gibi, biletçi ekmek parasını kazanmaya çalışıyor, birkaç vatandaş da yeni yıla dair umutlar besleyebilmek için bilet almaya gelmiş.

Tam bu sırada bir televizyon sunucusu “Milli Piyango haramdır” bildirisi dağıtmaya, bilet satışına engel olmaya çalışıyor. Yurdumuzdan klasik yılbaşı manzarası, geçen yıl kuruyemişi bile haram ilan ederek o gece uyumaktan başkasını uygun bulmayan bildiriler görmüştük hatırlarsanız.

Kendileri bu kararları verirken aralarından kimse “İsteyen alsın, biz almayız olur biter” demiyor anladığım kadarıyla. Çünkü sunucu “Benim inancım bu” diyor ısrarla. Tamam, kimse senin inancına karışmıyor, zorla bilet aldırıp cebine koymuyor, sen de insanları özgür bıraksan ya?

İşte o videoda izlediğimiz kadın bu duruma müdahale etmeye kalkıyor ve etrafta toplanan erkeklerden birinden gelen “Hadi oradan” yaklaşımı üzerine de çileden çıkıyor. O derece öfkeli görünüyor ki “Asıl kadın adamı taciz ediyor” gibi

Yazının Devamı

Bir karlı gece masalı

26 Aralık 2018

Dot’un yeni oyunu “Prudencia Hart ve Bir Tuhaf Dibe Vurma Öyküsü”, seyirciyi bir pub ortamında ağırlayan, eğlenceli bir masal, fantastik bir aşk hikâyesi

Soğuk bir kış akşamında, karla karışık yağmurdan, soğuktan, trafikten kurtulup Kanyon’un teras katındaki tiyatro salonuna kapağı atışım ile “Hop, ne oluyor burada?” diye şaşırıp kalışım bir oluyor. Dot’un salonlarında oturma ve sahne düzeninin ha bire değişmesine alışığım ama bu sefer kendimi bir pub’da buluyorum. Loş ışıklar, altışar kişinin oturabileceği masalar, kenarda küçük bir canlı müzik grubu, konuşanlar, gülüşenler, basbayağı bir pub’dayız. Biz yerleşip masa komşularımızla merhabalaşırken, oyuncular giriyor içeriye, bir örnek gri takım elbiseleriyle, “Hoş geldiniz” diyorlar tek tek, halimizi hatırımızı soruyorlar, bir de küçük uyarıda bulunuyorlar: “Arada masanızın üstüne çıkabiliriz, hazır olun, şaşırmayın”.

Ve bizi karlı bir gecede İskoçya sınırına götürecek olan hikâyeyi anlatmaya başlıyorlar. Hem de yılın tam bu vakitlerinde, en uzun gecenin yaşandığı 21 Aralık tarihinde. Kahramanımızın adı Prudencia Hart. Adı üstünde, ‘ihtiyatlı’ bir genç kadın, öyle bilmediği maceraların koynuna kendisini pat diye atacak biri değil.

Yazının Devamı

Bu yıl neler konuştuk?

24 Aralık 2018

Bir yılın daha sonuna yaklaşırken 2018’e dair dökümler de sardı ortalığı. Neler yaşadık, neler gördük, hangi önemli olaylar belirledi gündemimizi... Ben de naçizane, zihnimizi, dilimizi, hayatımızı meşgul eden konuları bir sıralamaya kalktım. Baktım bazıları zaten her senenin konusu, her sıkışılan anda ısıtılıyor ve hiç sekmeden karşılığını buluyor;
idrak etmekte olduğumuz “Noel Baba’ların toplu
sünnet bayramı” gibi mesela. Birkaçına göz atalım.

- Mazhar bu şarkıyı kime yazdı?

En sondan başlarsak, Mazhar Alanson’un kime - neye “yandığı” meselesi, her daim kıymetlilerimizden. Gene “Yandım yandım Kabe için” dedi, gene kıyamet koptu. Murat Meriç Gazete Duvar’da olayın tarihçesini anlatan şahane bir yazı yazmış, keşke okusak da artık 2009 yılında çıkmış “Mazhar Olmak” kitabında bile şarkıyı Medine’ye yazdım dedi diye kendisine kızanlar olduğunu söyleyen Alanson’a şaşırmalara ve kızmalara doysak.

- Zerrin Özer’in açıklamaları

Her yılın belli bir dönemi var, Zerrin Özer o tarihte ‘olay yaratacak’ bir açıklama yapıyor. Aslında dört beş ana konu var, bunlar dönüşümlü olarak yürürlüğe giriyor balık hafızalarımızın gündeminde. Bir yıl tecavüze uğradığını itiraf ediyor misal, bir diğerinde

Yazının Devamı

Bir papağana sahip çıktığımız kadar...

20 Aralık 2018

Tam olarak cevabını veremediğim bir şey; memlekette ruhsal bozukluk yaşayanlar, vicdan yoksunları, şiddet yanlıları arttı mı, yoksa biz sosyal medya diye bir şey olduğu için mi onları daha çok görür olduk? Ya da onlar sosyal medya şöhretinin cazibesine kapılarak kendilerini daha çok sergiler mi oldular? Yumurta mı tavuktan, tavuk mu yumurtadan çıktı?

Bunu bilmesek de bildiğimiz şey, bütün korumasız canlıların her an tehlike altında olduğu bir düzende yaşamaktayız ve bunu sosyal medya marifetiyle gün gün naklen izliyoruz. Bir gün çocuklara yöneliyor, bir gün kadınlara, en çok da ağzı var dili yok olan hayvanlara. Bir gün patileri kesilen köpek yavrusuna, bir gün boğazı sıkılan papağana. Biz de cep telefonumuzdan, bilgisayar ekranımızdan öylece bakıyoruz sahnelenip yayılan vahşet filmine.

Ve evet; o görüntüler karşısında birileri de kıyamet koparıyor çünkü -ne mutlu ki- vicdan hâlâ mevcut o birilerinde ve o kıyamet kopmak zorunda. Her seferinde, hepsine karşı. Bunun bir diğer varlıkla, canlıyla, kutsal kabul edilen bir değerle kıyaslanarak kıymetsizleştirilecek tarafı yok. Bunu neden söyleme gereği duyuyorum sık sık? Çünkü bir de “Bir papağana sahip çıktığınız kadar”cılar var her

Yazının Devamı

Sosyal medya muhbirleri

17 Aralık 2018

Bir Damla öğretmen meselesi çıktı Twitter’da. Bazen “Başka
derdi olmayan bir ülke olsaydık keşke” diyorum böyle durumlarda, bazen de içimizdeki muhbir vatandaşın kendisinin gösterdiği her yerde tehlikeli olduğunu düşünüyorum. Üstelik sadece dişini geçirebildiği kişilere karşı etkili oluyor, bu daha fena.

Damla Karagöl bir anaokulu öğretmeni, ders sırasında su içmek için ayağa kalkan öğrencisine “Suluğumuzu su saatinde alıyoruz, şimdi boyamamızı bitiriyoruz” diyor, biraz sonra çocuk masaların arasında dolanan öğretmenin duyabileceği şekilde numara yapıyor, “Allahım boğazım çok acıyor, keşke suyum olsa da içsem”. Öğretmen de komik buluyor bunu, belli ki çocuk da komik olsun diye yapmış zaten. Gülüyor. Güldüğünü de twitter’a yazıyor.

Ve aman Allahım! Bütün ideal anneler, doğuştan eğitimciler, fahri pedagoglar derhal iş başına geçiyor. Ne sadistliği kalıyor kadının, ne ruh hastalığı. Vicdansız olduğundan zaten eminiz de, ne tür bir hastalıkla karşı karşıyayız ve çocukta açtığı travmalar neler, onu konuşuyoruz.

Şikayet mercileri en alt kademeden Milli Eğitim Bakanı’na kadar uzanıyor: “Hocam, şu rezalete bakın, çocuklarımızı kimlere emanet ediyoruz!” Görevden alınsın, meslekten men

Yazının Devamı

Yargı gerekeni daha sık söylese

13 Aralık 2018

Ülkemizde kadınların uğradığı cinsel taciz, saldırı, tecavüz ve tabii şiddet vakalarında faille empati kuran, onun ‘iyi hal’inden etkilenen, tahrik olup tahrip etme hakkını teslim eden, affetmeye meyilli o kadar çok mahkeme kararıyla karşılaşıyoruz ki birdenbire olması gereken olunca şaşırıyor insan. Hani hiçbir şey olmasa en son Şule Çet davasında da gördüğümüz gibi raporlar uzadıkça uzuyor, bilirkişiler bilmiyor, rıza var mıydı yok muydu konuları deşiliyor, bir türlü sadede gelemiyoruz. Mahkeme tarihi belli değil daha.

Gelgelelim karşımızda bir örnek vaka var; üniversite öğrencisi bir genç kadın; E.B.B., 21 yaşında, Ataşehir’de bir arkadaşının kuzeninin daveti üzerine 25 yaşındaki C.E.G.’nin evine gitmiş. Arkadaşı da var yanında, onun kuzeni de var, dört kişiler evde. Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığı’nca hazırlanan iddianameye göre birlikte içki içmişler ve şüpheli C.E.G yatak odasında müştekiye rızası dışında cinsel istismarda bulunmaya kalkışmış. Genç kadının adamın elinden kurtulup bağırarak kaçtığı, banyoya koşup kapıyı kilitlediği, C.E.G’nin camı kırarak açtığı belirtiliyor iddianamede. Ve davalının “nitelikli cinsel saldırıya teşebbüs” ve “kişiyi hürriyetinden yoksun kılma”

Yazının Devamı

‘Gerçek bilgelik delilikmiş’

12 Aralık 2018

Baba Sahne’nin yeni oyunu “Don Kişot’um Ben”, Ozan Güven ile Günay Karacaoğlu’nu Don Kişot Sancho Panza ikilisi olarak buluşturan, umut veren, coşku veren bir masal.

20. yüzyılda bir Rus yazar Stalin rejimi eleştirisi yapan bir oyun yazmak isterse, kılavuzu 17. yüzyıl İspanya’sında yazılmış bir roman olabilir mi? O roman “Don Kişot” ise çok mümkün. Bizler o oyunu 2018 Türkiye’sinde izleyip son derece tanıdık bulup ayaklarda alkışlayabilir miyiz? Orası Baba Sahne ise bu da mümkün.

“Bir Baba Hamlet” ile geçen yılın en çok konuşulan oyunlarından birine imza atıp “Danimarka Krallığı”ndan haberler veren Baba Sahne, bu sezonu “Don Kişot’um Ben” ile açtı. Cervantes’in az okunup çok bilinen eseri “Don Kişot”tan Mihail Bulgakov’un yaptığı uyarlamayla. Bulgakov’un “dönemini yakalayan” oyunu ilk kez 1940 yılında, yazarının ölümünden birkaç ay sonra sahne yüzü görmüş.

Baba Sahne’nin Irmak Bahçeci’nin nefis çevirisinin de etkisiyle “dönemini yakalayan” yorumu ise 1 Aralık’ta perde açtı. “Bir Baba Hamlet”te de, geçen ay Tiyatroadam’da perde açan “Meçhul Paşa”da da imzası olan Emrah Eren’in rejisiyle. Don Kişot’u Ozan Güven’e, silahtarı Sancho Panza’yı Günay Karacaoğlu’na emanet ederek.

Aşka âşık

Yazının Devamı

Bir aile nasıl korunur?

10 Aralık 2018

Boşanmanın dünyadaki en mutluluk verici olay olmadığı konusunda hemfikiriz sanırım. Evet, “kimse boşanmak için evlenmez”, klişe deyişle.

Peki neden evlenir? Bunun cevabı kişiden kişiye değişse de aslında temelinde aynı sebep olmalı: Sevdiği için. Değil mi, mecbur olduğumuz için, öyle icap ettiği için, ailemiz olsun, çevremiz olsun, toplum olsun bizden bunu beklediği için, yaşımız geldiği ya da geçtiği için, yalnızlık Allah’a mahsus diye evlenilmez. Yani evlenilmemeli.

Evleniliyorsa da boşanma şaşırtıcı karşılanmamalı, hele “terör”den hiç sayılmamalı. Nereden çıktı bu “terör” meselesi? Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu Başkanı Süleyman Arslan’ın Uluslararası İnsan Hakları Sempozyumu öncesinde gazetecilere yaptığı açıklamadan. Milliyet’ten Kıvanç El’in haberiydi, boşanma sayılarını terör olarak niteliyordu Arslan. “Yıllık 500-600 bin evlilik, 130 bini aşan boşanma yaşanıyor” diyordu, “Bu ciddi huzursuzluk içinde olduğumuzu gösterir.
Bu aslında bir terördür, çocuk hakları ihlalidir. Bu, çocuklar sevgisiz büyüyor demektir.”

Sorumlu olarak aileleri eğittiğini iddia ettiği televizyonları gösteriyor, Aileyi Koruma ve Kadına Şiddetin Önlenmesi Kanunu’nu hatırlatarak Aile Bakanlığı’nın

Yazının Devamı