İnsanın yedek parçası yok

17 Ocak 2019

Henüz tıfıl sayılacak bir gazeteciydim, Radikal gazetesi vardı o zamanlar, bir de çok sevgili Radikal İki’miz. Gözlerinin pırıltısını bugün bile hatırladığım genç ve güzel bir kadın vardı, aynı binada çalışıyorduk. Duygu Asena’nın canım Kim dergisinin yazı işleri müdürüydü, Radikal İki’ye de çok hoş moda yazıları yazardı. İyi gazeteci, çok tatlı bir insandı. Adı Nurcan Çakıroğlu.

Hiç unutmuyorum, bir öğlen yemek yedik birlikte, biraz halsizdi Nurcan. Ertesi gün gelmedi, rahatsız dediler. Sarılık tanısıyla tedaviye alınmış, toparlanır döner derken üç gün sonra karaciğer komasına girdiği haberi geldi. Acil karaciğer nakli gerekiyordu. İki gün sonra tren kazasında beyin ölümü gerçekleşen bir hasta umut oldu Nurcan için. Ancak bir türlü aşılamayan bir dizi bürokratik engele takıldı zamanla yarışı. Ve biz Nurcan’ı 38 yaşında kaybettik. Beyin ölümü gerçekleşen kişi de karaciğeriyle birlikte toprağa gömüldü gitti.

Aradan yirmi yıldan fazla zaman geçmiş, ben neden hatırladım bugün Nurcan Çakıroğlu’nun ışıltılı kara gözlerini? Çünkü benim organ bağışını zorlaştıran engeller yüzünden kaybettiğim tek tanıdığımdı. Aklımın hayalimin almadığını, nasıl isyan ettiğimi dün gibi hatırlarım. Kim bunun

Yazının Devamı

Aynı anda iki ayrı oyun

16 Ocak 2019

Krek’in beş yıl aradan sonraki dönüş oyunu ‘Dünyada Karşılaşmış Gibi’, Berkun Oya’nın incelikli kalemi, yıldızlar karması gibi oyuncu kadrosu ve farklı seyir deneyimiyle dikkat çekiyor

Yeni bir oyunu epeydir özlemle beklenen tiyatro Krek, beş yıl aradan sonra “Dünyada Karşılaşmış Gibi” ile sağlam bir dönüş yaptı. Berkun Oya imzalı metninden bir sayfa ile gelişi müjdelendiğinde nefesini tutan seyirci kitlesi her satışa açılan gösterim gününü anında doldursa da yakalayana kadar iz sürmeyi hak eden bir oyunla karşı karşıyayız.

Bu girizgâhtan sonra kendi Volkswagen Arena deneyimime geçebilirim. Krek’in bir zamanlar Santralistanbul’daki mekânından aşina olduğumuz eski dost cam ‘kutu’ yine karşımızda. Oyun onun içinde oynanacak, biz kulaklık marifetiyle izlerken Berkun Oya’nın içeriye kurduğu dört başı mamur ses sistemi sayesinde oyuncuların nefes alıp verişlerini bile duyabileceğiz. Bir tür sinema deneyimi yaşayacağız ama oyuncular capcanlı karşımızda olacak.

‘Sanma ki yaşıyorum’

Bu kez cam kutunun içine bir karakol yerleştirilmiş. Soğuk beyaz ışığı, bir iki kamu spotu içeren afiş dışında çıplak duvarları, bir masa ve birkaç sandalyesiyle. Kulaklıklarımızdan yükselen Ferdi Tayfur’un sesi;

Yazının Devamı

Şüphe uyandıran topuk tıkırtısı

14 Ocak 2019

Tam olarak nasıl oluyor merak ediyorum. Kimi yönetici pozisyonundaki beylerin zihnine “Kadınlara bu sabah şunu yasaklayalım” diye kendiliğinden mi doğuyor fikir, yoksa gördükleri bir durum mu yol açıyor bir gün kırmızı ruju, bir gün mini eteği, bugün de topuklu ayakkabıyı yasak etmeye?

Evet, bu hafta sonunun gözde konularından “topuklu ayakabı”yı gündemimize süren Ankara’daki Akşemsettin İlkokulu Müdürü’nün ne düşündüğünü merak ediyorum mesela. Bir gün yolda önünde yürüyen kadının topuk seslerinden “şüphelere” mi gark oldu? “Bu böyle olmaz, yasaklanması lazım” mı dedi, ne oldu?

Neden “şüphe ediyor ki?” derseniz, müdürü olduğu okulda görevli kadın öğretmenlere topuklu ayakkabı giymeyi yasaklarken dağıttığı basılı kağıtta öyle ifade etmiş kendisi, “dinimizce caiz değil” demiş. Ve giyim kuşam meselesine uzun uzun açıklık getirmiş. Kadınların baştan aşağıya örtünmeleri yetmiyormuş, ayrıca o örtülü bölgede neler olduğunu merak ettirecek sesler de çıkarmamalıymışlar yürürken. Misal topuk tıkırtısı. “Örtünüp gizledikleri vücut ve ziynetleri bilinsin diye bacak oynatıp ayak çalmasınlar, çapkın yürüyüşle nazar-ı dikkati celbetmesinler, çünkü bu tavır erkekleri tahrik eder, şüphe uyandırır,”

Yazının Devamı

Sabahattin Ali’ye borçlu değil miyiz?

10 Ocak 2019

Babası öldürülmüş bir çocuksunuz, bir kız çocuğu. En son on bir yaşınızdayken “baba” demişsiniz, sonrası koca bir kayıp hissi. Ona ait olduğu iddia edilen kayıp bir cesetten başka hiçbir şey yok elinizde. Ne bir defin belgesi, ne bir mezar. Ne de babayla geçirilmiş mutlu bir büyüme hikâyesi.

Bir tek şey var ama o babanın kısacık ömrüne sığdırdığı eserler. Döne döne okuyup belki yazan genç adamla ilgili ipuçları aradığınız kitaplar. Babanızın 1948’deki kayboluşundan 1965’e kadar yasaklı olduğu için yayımlanamayan kitaplar.

Hep derler, Filiz Ali çok titizdir babası Sabahattin Ali’nin eserleriyle ilgili diye. Siz olsanız olmaz mısınız? Babanızın sır olup uçtuğu, cinayetinin aydınlatılmadığı bu hoyrat coğrafyaya gönül rahatlığıyla teslim eder misiniz sizin için dünyalar kadar kıymetli hatırayı?

Pek de yazarlarının kadrini kıymetini bilmesiyle ünlü olmayan memleketimizde bir mucizedir, Sabahattin Ali kitaplarının çok satanlar listesinin zirvesine çıkması. Belki diyorum, kalbi bir yanıyla hep yaralı kalmış bir kız çocuğuna teselli armağanıdır. Şimdi 1 Ocak itibarıyla, Sabahattin Ali’nin “kayboluşunun” 70. yılı dolduğu için, Uluslararası Bern Sözleşmesi gereği eserlerinin üzerindeki telif

Yazının Devamı

Kırk yıllık hatırı var

9 Ocak 2019

“Zengin Mutfağı”, Vasıf Öngören’in söyleyeceği sözü mizahla harmanlayan incelikli kalemine bir kez daha saygı duymak ve Şener Şen’i sahnede izleme ayrıcalığına erişmek için kaçırılmaz bir fırsat

Yıl 1970. 15-16 Haziran. Ülke, Cumhuriyet tarihinde görülmüş en büyük işçi hareketiyle sarsılmakta. İstanbul’un Anadolu yakasında, Ankara Asfaltı üzerindeki fabrikalardan başlayan yürüyüşe katılım yüz bini geçmiş durumda.

Biz neredeyiz? Zengin iş adamı Kerim Bey’in köşkünün mutfağında. Hayatının neredeyse tamamını burada geçirmiş, o mutfağı kendi küçük krallığı zanneden emektar aşçı Lütfü Usta’dan dinliyoruz olan biteni. Aslında henüz Lütfü Usta’nın da haberi yok dışarda yerin yerinden oynadığından. Onun tek derdi patronlar neden hâlâ eve dönmedi, kendisine akşama ne pişireceğini söylemediler, nasıl yetiştirecek o şimdi akşam yemeğini? Dilinde de sürekli bildiği en büyük isyan cümlesi: “Aşçıysak eşek değiliz ya?!”

Bir de genç kız var mutfakta çalışan, Lütfü Usta’nın elinde büyümüş, onu baba bilmiş. Onun da derdi başka: O gün nişanı var ve damat adayı gecikmiş. Ya nişanlanamazsa, ya saadetine bir mani çıkarsa?

Biri patronların, öteki nişanlanacağı delikanlı Selim’in yolunu gözlerken şoför

Yazının Devamı

Böyle öğrenci de oluyor, böyle baba da

7 Ocak 2019

Sadece 2018’i beraberinde bütün musibetleri alıp götürecekmiş gibi büyük umutlarla uğurlayışımızın birinci haftasında yaşadıklarımız, takvimlere bağlanacak umut kalmadığını açıkça ortaya koymakta.

Bizim acilen içinde yaşadığımız düzende nelerin geçer akçe, nelerin tu kaka olduğuna bakmamız gerekiyor. Bakmamız ve tabii ikisinin yerini değiştirmek için bir dakika kaybetmeden harekete geçmemiz.

Adını koyalım, kaba kuvvet kazanıyor bizde, yumruğu kuvvetli olan haklı sayılıyor, kalemi kuvvetli olan değil. Bilginin hükmü yok.

Gencecik bir hukukçuyu, pırıl pırıl bir akademisyeni, kendi hocasını gözünü kırpmadan öldüren adama bakın: Üniversite sınavında aldığı puan Kıbrıs’ta bir hukuk fakültesini tutmuş, oradan yatay geçişle Çankaya Üniversitesi’ne geçmiş, “dersleri yoğun olduğu için okula sınavdan sınava gelebiliyormuş”. “Ne demek o?” demeyin, kendi ifadesinden aktarıyorum. Yani okula gelmiyormuş, evde çalışıyormuş. Sebep? Dersler yoğun. Olayın olduğu gün de gene ders yoğunluğundan sınava hazırlanamamış, kopya çekmesi “gerekiyormuş”. Gerekiyormuş! Kendisini yakalayıp tutanak tutarak bu gerekliliğe engel olan hocasını da öldürmesi gerekiyormuş belli ki.

Hani bu kadar basit. Çünkü üniversite,

Yazının Devamı

Su gibi akıp geçti

3 Ocak 2019

Dün telefonuma gelen ‘veda’ ilanına bakakaldım. “Gülriz Sururi Cezzar dünyamızdaki yolculuğunu tamamladı. Dilediği gibi dün toprağa karıştı”.

Sanki “Bir meteor geldi dünyamıza çarptı” yazıyormuş gibi anlamaz ve inanmaz gözlerle baktım sahiden.

Gülriz Sururi, özellikle kendisini tanıma şansı bulmuş insanları sürekli şaşırtan bir kadındı, doğruya doğru.

Hayata bağlılığıyla şaşırtırdı mesela. Seksen yaşından sonra internet kullanmayı öğrenmişti, 150 bine yakın takipçisinin sabah güne başlarken ilk baktığı Instagram hesaplarından birine sahipti.

Bitmeyen enerjisiyle şaşırtırdı. Aynı zamanda 10 yıldan uzun zamandır kiracısı ve komşusu olduğum için sıkça karşılaşırdık, kendisinden bir gün olsun “Yorgunum, rahatsızım, eh işte” gibi bir şey duymadım. Aymazlık içeren bir iyimserlikten söz etmiyorum, her zaman gücü vardı. Bir şeyleri değiştirmeye, olmaz denileni oldurtmaya. 1960’lı yıllarda araba satıp banka kredisiyle Türk tiyatrosunda çığır açacak “Keşanlı Ali Destanı”nı oynayacak gücü nasıl bulduysa, yıllar sonra önemli bir rahatsızlık geçiren eşi Engin Cezzar’ı hayata bağlayan da onun azmi oldu, mesela. Onu da geçtim, 87 yaşında kalçasını kırdıktan yirmi gün sonra yürüyen bir insana ne

Yazının Devamı

Türk sinemasını kurtarmak

31 Aralık 2018

2018 biterayak kültür dünyamızda çok önemli ve aslında hayırlı - bir tartışma baş gösterdi: Sinema piyasasının en çok izlenen (tabii öncelikle en çok salon bulan) filmlerinin yapımcıları, 2016 yılında Güney Koreli CJ CGV şirketine satılan Mars Group’un sinemalarında mısır, meşrubat gibi promosyonlarla artırılan bilet fiyatlarından kendilerine düşen pay doğru dağıtılmadığı için isyan etmişti.

Hürriyet yazarı Cengiz Semercioğlu’nun Yılmaz Erdoğan’ın gösterime gireceği aylar öncesinden belli olan “Organize İşler 2: Sazan Sarmalı” filminin vizyonunun son dakikada ertelenmesinden yola çıkan haberinden öğrendik ki, anlaşmazlığın bir tarafında BKM, Boyut Film, Çamaşırhane Film, Fikir Sanat, Madd Entertainment, Mustafa Uslu, NuLook ve TAFF durmaktaydı. Ve Mars ile anlaşma sağlanamazsa vizyona girmeyecek filmler arasında da Cem Yılmaz’ın “Kara Komik Filmler”i, Şahan Gökbakar’ın “Recep İvedik 6”sı, Mahsun Kırmızıgül’ün “Mucize 2”si de vardı.

Mustafa Uslu önceki gün Mars ile anlaşmazlıklarını çözdüklerini duyururken, diğer yapımcılar “Bizim filmlerimiz olmazsa mısır da olmaz, meşrubat da” diyordu özetle. Ama Mars’ın Kurumsal İlişkiler Direktörü Aslı Irmak Acar’ın açıklamaları gösteriyor ki,

Yazının Devamı