YENİ SEZONDAN SATIR BAŞLARI

3 Ağustos 2018

Bu yaz sıcaklarında bir tiyatro salonuna kapanma fikri kimseye pek cazip gelmeyebilir. Olsa olsa açık havada oyun görmek isteyebilirsiniz ki, bunun için İstanbullular’a önerim; 7 Ağustos’ta Harbiye Açıkhava Tiyatrosu’nda sahnelenecek ‘Damdaki Kemancı’yı kaçırmamaları.


Ama ben bugün, sonbahardan; teraslardan salonlara döneceğimiz dönemden söz etmek istiyorum. Çünkü biz tatil yaparken, birileri harıl harıl çalışıyor, yeni sezon için provalara başlıyor. Bu konuda kapsamlı bir dosyayı, Milliyet Sanat dergisinin ağustos sayısında Ece Baktıaya imzasıyla bulabilirsiniz. Ben, şimdiden merak etmeye başladığım bazılarından söz etmek istiyorum.
Mesela Tiyatroadam’ın iki yeni oyunundan ilki, mesleki açıdan da ilgimi çekiyor çünkü Markopaşa dergisinin hikayesini anlatıyor. 1946 yılında Aziz Nesin, Rıfat Ilgaz, Sabahattin Ali ve Mustafa Mim Uykusuz tarafından çıkarılan, bir süre sonra ‘Yazarları hapishanede olmadığı zamanlar çıkar’ ibaresiyle yayımlanan mizah dergisi. Oyunu Ahmet Sami Özbudak yazıyor, Emrah Eren sahneye koyuyor, İbrahim Selim, Erdem Akakçe ve Fatih Koyunoğlu oynuyor, daha ne olsun?
Tiyatroadam’ın ikinci oyununu genç yazar-yönetmen Oğuz Utku Güneş yönetmekte ve bir Gogol

Yazının Devamı

Sırada hangi canlı var?

2 Ağustos 2018

Hani biz daha bir ay önce patileri kesilmiş köpek yavrusunun ölümüne isyan edip ayaklanmıştık. Profil fotoğraflarımıza onun kara gözlerini koymuş, insanlığa saymış sövmüş, failleri asmış, kesmiştik. Sonra da gitgide kararan vicdanımızda temiz bir köşe ayırıp gömmüştük. Hatırladınız mı?

O zaman da hayvan hakları savunucularının haykırdığı gibi iş ‘melek oldu’ demekle bitmiyordu, hayvana işkencenin suç sayıldığı ve adamakıllı cezaların olduğu bir yasanın acilen çıkması boynumuzun borcuydu.

Şu anda Diyarbakır’ın Hazro ilçesinde işkence edilen ve araç tamponuna bağlanıp sürüklenen üç aylık bir köpek yavrusu var karşımızda.

Haytap duruma el koymuş, hayvancağızın iyileşmesi için canla başla uğraşan Zuhalce Arslan’ın facebook paylaşımlarından gördüm ve kendisinden bilgi aldım. Yavrucak İstanbul’a getirilmiş. Her yanı yara bere içinde, gözlerinde korkunç bir hüzün. Maçka Veteriner Kliniği’nde tedavi görüyor, enfeksiyon yüzünden yemek yemiyor, serumla besleniyor. Ve doğal olarak bu tedavi için paraya ihtiyaç var.

Yardımcı olmak isteyenler Haytap’ın resmi dernek hesabına (Haytap Hayvan Hakları Federasyonu Finansbank / Beyoglu Şb TR85 0011 1000 0000 0029 5756 36) Diyarbakır açıklamasıyla bağış

Yazının Devamı

Ölerek mağdur etmiş

30 Temmuz 2018

Bir evin penceresinden çekildiği anlaşılan titrek bir kamera görüntüsü. Belli ki çeken kişi panik içinde, çünkü aşağıda yerlerde sürüklenen yaşlı bir adam var. Ve yanındaki kişi büyük ihtimalle “Polise haber verelim” diyor. Öyle ya, başımıza bir iş geldiğinde ya da başı dertte birini gördüğümüzde aklımıza gelecek merci orası. Çeken kadının cevabını duyuyoruz o sırada: “Polis yapıyor zaten”.

Evet, 82 yaşındaki bir adamı yerlerde sürükleyen, itip kakan, tekme ve tokat atan polis. Cep telefonlarımıza İçişleri Bakanlığı’ndan dün gelen mesajda ifade edildiği şekliyle söylersek “Çocuklarımızın korkmadan sığınabilecekleri güvenli bir liman” olan polis. Yaşlılarımız için aynı şeyi söyleyemiyoruz korkarım .

Mesele nedir derseniz, her tarafı ayrı hazin. Olay Giresun’da gerçekleşiyor. DHA’nın haberinden aktarıyorum; Yusuf Topal ve karısı Fatma Topal, fındık hasadı için İstanbul’dan memleketleri Giresun’a gelmiş 82 yaşında bir çift. Yürüme güçlüğü çeken Fatma Topal için hayati önem taşıyan, kan sulandırıcı olduğunu anladığımız ilacı bitince, Yusuf bey 15 Temmuz Şehitler Aile Sağlık Merkezi’ne gidiyor. İlaçları yazdıracak. Doktor “Hastayı görmeden yazamam” diyor, Yusuf bey “Evde bakım kararı

Yazının Devamı

‘ATLA’ DİYECEKMİŞ!

27 Temmuz 2018

“İntihar edene ‘atla’ diye tezahürat yaptılar” şeklinde bir haber başlığımız var bizim. Google’da aratın, çıkar sürüyle...

Ne hikmetse, ne zaman hayatından bezmiş bir insanoğlu köprüye ya da bir bina çatısına çıkacak olsa, etrafta toplanan izleyici güruhundan birileri de onu atlamaya teşvik ediyor. Anlaşılır gibi değil, biz insanın o intihara engel olmaya, karşısındakini hayata döndürmeye çalışanına alışığız halbuki. Filmlerde de öyledir, “Hiçbir şey hayatından değerli değil kardeşim” diyen biri çıkar, adam bir daha düşünür ve vazgeçer, olay alkışlar ve mutlu sonla biter. Öyle değil miydi bu işler? Ne zaman sonu ölümle bitmeyen intihar girişiminden tat almayan yaratıklara döndük? Neyse, gene de bunu ciddiye alınmayacak, anlık bir hezeyan, o sırada düşünülmeden kalabalığa ayak uydurarak ağızdan kaçıveren bir şey olarak görmek istemişim hep. Belki de provoke edip caydırmayı amaçlıyorlardır hem. Gerçekten atlasın istiyor olamazlar ya. Niyetin kötü olmadığına inanmak işime gelmiş belli ki.

Bir de kendi çıkarları gereği o girişim şu veya bu şekilde sona ersin isteyen bencil vatandaşlar var.

‘Ne yapacaksan yap, esir etme’

İki yıl önce iki kadın köprüden atlamaya çıkan adama “Atla”

Yazının Devamı

Onlar da değerleri aşağılıyor

26 Temmuz 2018

Her seferinde hatırlatmak gerekiyor. Birinizin oralı, diğerinizin buralı olmasının bir tesadüften ibaret olduğunu, başkasının acısına sevinmemek gerektiğini, en nihayetinde ikinizin de insan olduğunu ve doğa karşısında aciz, savunmasız, zayıf kaldığını tekrar etmek gerekiyor. Çok acayip.
Bakıyor o fotoğraflara, Atina’daki o insanın gözü yaşarmadan bakmakta zorlandığı alev ve duman içindeki çaresiz çocuklara, insanlara, hayvanlara, ağaçlara ve diyor ki “Oh olsun, gebersinler Yunan p.leri”. Bu geliyor içinden. Bazısı şahane mizah yeteneğini kullanıp “Denize döküldüler” diye espri yapabiliyor taş kesilmiş yüreğiyle.
Bir insana felaket karşısında üzülmek gerektiği nasıl öğretilir ki büyürken öğrenmemişse?
Aklını başına ve de vicdanını bulunması gereken yere getirmek için komşu olduğunuzu hatırlatıyorsun. “99 depreminde ilk Yunanlılar koşmuştu yardımımıza” diyorsun, belki oradan bir şükran duyar, “Dayan komşu” diye manşet atmıştı Elefteropitiya gazetesi Türkçe. İlle bir karşılığının olması gerekiyor ölüm uykusuna yatmış insani duygularının uyanması için çünkü.
Olmuyor.
“Bak” diyorsun bu sefer, “Gülme komşuna, gelir başına”. Etme bulma dünyası diye düşünürse bir ihtimal korkar

Yazının Devamı

Oğlunuz bebekle oynarsa

23 Temmuz 2018

Pedagoji Derneği’nin twitter’da paylaştığı “Çocuk ve Cinsel Kimlik Gelişimi” makalesine ve makalenin kendisinden önce kullanılan çizime bakakaldım. Çocukluğumun resimli hayat bilgisi kitaplarına, hatta birinci sınıfta okuma yazma öğretilirken kullanılan fişlere kadar götürdü beni o manzara. Hatırlarsınız, dehşet verici bir cinsiyet dayatması mevcuttu o resimlerde ve cümlelerde. Kış hazırlıklarından mı söz edeceğiz mesela? Babalar odun keser, anneler turşu kurar, reçeldir salçadır tarhanadır, muhtelif gıda ürünü yapar. Boş zamanlarda mıyız? Erkekler gazete okur, kadınlar örgü örer, oğlan çocukları top oynar, kız çocukları anneye yardım eder.

Hepimizin rolleri, hayattaki görevleri görünmez bir el tarafından belirlenir, bize de belletilir. Kızlara pembe kalpli odalarda Barbie bebeklere elbise dikerek iyi eş - anne - ev hanımı olma dersleri, erkeklere mavi bulutlu odalarda uçsuz bucaksız hayaller... Örgü örmek ve bebek bakmak istemeyen bir kız çocuğu olarak geleceğe dair ciddi bir umutsuzluğa kapıldığımı hatırlıyorum.

Neyse ki zaman değişti ve biz bir şekilde çocuklara reva görülen bu mavi - pembe, otomobil / silah / uçak - bebek dayatmalarının, insanın küçük yaştan bu şekilde

Yazının Devamı

DERTLİ SAZ BOŞA ÇALMIYOR

20 Temmuz 2018

Bazı albümler oluyor, birkaç sebepten dinlemeyi geciktiriyorum. İlk nedeninin, hakkını verecek kadar uzun ve rahat zaman ayırmak istemek. Öyle kulaklığımı takayım, ben metroya yürürken o da bir taraftan arkada çalsın istemiyorum. İkinci sebepse, ‘Ya bu sefer hayal kırkılığına uğrarsam?’ korkusu.

O müzisyenin şu ana kadar yaptığı hemen her şeyi sevmişim ama ya artık sermayeden yemeye başlamışsa, kendini tekrarlıyorsa?

Mabel Matiz’in Zoom Music yapımcılığında hazırlanıp, DMC tarafından dağıtılan ‘Maya’sıyla da bu sebeplerden uzaktan bakışmaktaydık, nihayet buluşma hasıl oldu ve ben bir kez daha bir albümle uzun sürecek bir yolculuğa çıktım.

Nerelere? Bu dertli coğrafyanın dört bir köşesine. “Vurma sen onları, gencecik oğlanları/Bunlar hep o ihtiyar dünyanın yalanları” diyen ‘Fırtınadayım’ ile ‘Ortadoğu’nun kadim topraklarına’... “Bir yara bu sevilmezse/Kalbe yürür ovulmazsa” diyen ‘Babamı Beklerken’le çocukluğa... Aşkların en güçlü, en baş döndürücü olduğu doruk noktalarına... İki CD’lik albümdeki 20 (introyla birlikte 21) şarkı arasında değil ama dijitalde bulabileceğiniz ‘Canki’ ve ‘Comme un Animal’la erotizmin kuytularına... Sonra bitişlere, gidişlere ve ayrılığın yakıcı

Yazının Devamı

Bir de yüzleşmeyi deneyelim

19 Temmuz 2018

Bana birisi çocuk istismarlarını gizlemenin kimin işine yaradığını, sayılar örtbas edilerek ne elde edildiğini tane tane anlatabilir mi? Çıkıp da “Bu durumu normal buluyorum, çok da büyütülecek bir mesele değil çocukların tecavüze uğraması, siz de fazla deşmeyin” diyerek fikrini savunacak birileri var mı?

Eğer yoksa neden biz “kaççocukistismaredildi” diye bir etiketle çığlık atarak sormak zorunda kalıyoruz mesela? Neden bu soru bir protesto eylemine başlık oluyor? Kimi protesto etmiş oluyoruz, kimle mücadele ediyoruz?

Kadın Meclisleri “Kanuni Sultan Süleyman Hastanesi’nde 115 çocuğun, Bağcılar Hastanesi’nde 392 çocuğun hamile olduğu ortaya çıktı. Türkiye’de altı yılda 120 bin çocuğun doğum yaptığı söyleniyor. Daha kaç çocuk var?” diye soruyor kaç gündür. Neden bu sayılar karşısında yer yerinden oynamıyor da bu soruyu soranlar bu memleketin kötülüğünü isteyen düşmanlar olarak bu sayıları uyduruyorlarmış gibi davranılıyor? Hani aslında yok öyle bir şey de, birileri can sıkıntısından bu ülkede çocuk istismarcıları yaşıyormuş gibi bir izlenim yaratmaya çalışıyor. Büyük olasılıkla işleri güçleri de yok, alıp pankartları yollara düşüyorlar ki monoton hayatlarına bir renk gelsin.

Biliyoru

Yazının Devamı