Kendimiz kahraman olabiliriz

12 Temmuz 2018

Ne kadar ihtiyacımız varsa kahramanlara, bu hafta da hayatımıza “İyi bir şeyler de oluyor, güzel insanlar da var” kontenjanından bir düğün fotoğrafçısı damgasını vurdu: Malatyalı Onur Albayrak. Tek bir hareketiyle o kadar çok şey söylemişti ki anında bağrımıza bastık.

NTV’ye yaptığı açıklamalara göre, 2002 yılından beri profesyonel düğün fotoğrafçılığı yapıyor Albayrak. Günün birinde bir işe çağrıldığını, damatla önceden buluşup anlaştığını ve günü geldiğinde Orduzu Tabiat Parkı’ndaki çekime gittiğini anlatıyor. Olayın kalanını kendi beyanından aktarırsak; gelinin yaşı küçük görünüyor gözüne ve “Bana ne, üzerime vazife değil” diyeceğine, “Kaç yaşındasınız?” diye soruyor. Önce tereddütlü bir “15”, arkasından endişeli bir “16” oluyor aldığı cevap. Sanki 15 çocukmuş da 16 yetişkin sayılırmış gibi... Ve burada gene “İşimi yapar, alacağım paraya bakarım” diye çekime başlamak değil, “Prensip gereği ben çocuk gelin fotoğrafı çekmiyorum, başka fotoğrafçıyla anlaşın” demek oluyor Onur Albayrak’ın tavrı.

Ne kadar şaşırtıcı, nasıl beklenmedik ve alışılmadık değil mi? “Prensip” diyor adam. “Beni ilgilendirmez” demek yok, “Benim ekmek param neticede” bahanesine sığınmak yok, ortada kabul

Yazının Devamı

Özgürlüğün başladığı yer, bittiği yer

9 Temmuz 2018

Okul sıralarında duyduğumda en çok kafamı kurcalayan cümlelerden biri "Başkasının özgürlüğünün başladığı yerde seninki biter" olmuştu. Örnekler sıralayıp "Peki burada şimdi karşımdakinin özgürlüğü başlamış oluyor mu öğretmenim?" diye konuyu ve de hocanın sabrını zorladığımı hatırlıyorum. "Özgürlüğün de bir sınırı var efendim" duvarına hayat boyu çarpacağımı o an hissetmişim belli ki. Ve "O sınırı kim belirliyor?" sorusuna. Ne bileyim ben, istediğim saate kadar sokakta kalma özgürlüğümü kullanırsam annemle babamın meraklanmadan rahat bir uyku uyuma özgürlüğünü kısıtlamış oluyordum ve bunun sonu yoktu. Kuralları da onlar koyuyordu.

Nitekim giderek gördüm ki sadece bizim evde değil hayatta da özgürlük denen şeyi insanlar çoğunlukla kendi paşa gönül kriterlerine göre yorumluyor ve sadece kendi özgürlüklerinin havarisi oluyorlar. Yetkili bir koltuğa oturunca da sıra geliyor başkalarına karışmaya

Misal başörtüsü takan bir insansa, temel hak ve özgürlüklerin başında giyim kuşam özgürlüğünün gelmesi, kimsenin kimsenin giydiğine çıkardığına karışmaması gerektiğini savunuyor. Muhtemelen Sakarya Kredi Yurtlar Kurumu'nun müdürü de öyle idi. Kim bilir, belki öğrenciyken bu yüzden sorun yaşadı ya

Yazının Devamı

KAFEDEKİ ASLANIN SIRRI...

6 Temmuz 2018

Geçtiğimiz haftalarda Facebook’ta en çok paylaşılan hayvan videoları arasında bir tanesi içimi parçalamıştı. ABC haber sitesinin ‘Bütün gün görüp göreceğimiz en sevimli şey’ olarak lanse ettiği videoda, Nashville Hayvanat Bahçesi’ne giden beş yaşında bir oğlan çocuğu camekanın arkasındaki ayının karşısında zıplıyor, o zıpladıkça ayı da zıplıyor, karşılıklı hoplayıp zıplıyorlar. Sevimli gerçekten. O hayvanın asıl yerinin orası olup olmadığını düşünmediğiniz sürece...

Öyle ya, ne işi var ayının hayvanat bahçesinde? Ne kadar şahane koşullara, ‘doğala’ en yakın su, hava, ve bitki örtüsüne sahip, yediği önünde yemediği ardında olsun, bu hayvanın doğal ortamı orası değil. Ve tabii her şeyden önce hayvanlar bizim oyuncağımız, eğlencemiz değil. Çok iyi bakıyor olmak vahşi bir hayvanı kapatmanın gerekçesi olabilir mi?

Biz de sık sık Afrika’dan gelen bilmem ne hayvanının adeta altın kafesler içinde dört gözle ziyaretçilerini beklediğini bildiren sosyal medya duyurularıyla karşılaşıyoruz. Şu ara Polonezköy’deki Mevzoo adlı kafe ve ortasında camekan boyunca volta atan aslan var gündemde mesela. Nargile salonu olarak da tanıtılan ama yeme içme-servisi de bulunan bir yer burası. Adından

Yazının Devamı

Kayıp çocuklar ülkesi

5 Temmuz 2018

Benim artık bir kere daha “İdam çözüm değil” yazmaya takatim kalmadı. Süreç hep aynı şekilde işliyor. Çocuklar kaçırılıyor, çocuklar tacize tecavüze uğruyor, çocuklar öldürülüyor ve biz idamı konuşuyoruz.

Bugün Eylül’ün, Leyla’nın fotoğraflarına bakıyoruz, içimiz dağlanıyor ve “Bu aşağılık herifler idam edilsin” diyoruz, içimizin o yangınına su serpiliyor bu fikirle.

Ama işte her toplumsal infial yaratan olayda idam ve hadıma sığınmak soruna çare bulmaktan biraz daha uzaklaştırıyor bizi. Kolay çünkü “İdam cezası olsaydı bunlar olmayacaktı” demek. Halbuki rakamlar ortada, idamın olduğu ülkelerde durumun nasıl olduğu belli. Azalmıyor idam cezasıyla tecavüzler, cinayetler. Caydırıcı bir ceza değil bu. Bunu dile getiren bir tweet attı diye Berna Laçin’i bile linç etmeye kalkışmak gerçeği değiştirmiyor.

Zor olan, üzerinde asıl düşünülmesi gereken, çocukların rahatça kapı önüne salınamadığı bir toplum haline nasıl geldik bir, bu tehlikeli ortamda çocuklarımızı korumak için nasıl önlemler alabiliriz iki ve tabii bu ortamı nasıl değiştirebiliriz üç.

Türkiye İstatistik Kurumu’nun verileri ortada; 2008-2016 yılları arasında kayıp çocuk vakaları 100 bini aşmış ülkemizde. Buna son iki yılı

Yazının Devamı

Nefretin rengi var mı?

2 Temmuz 2018

Siyah bir tişört, üzerinde küçük bir gökkuşağı resmi var. Şu yağmurdan sonra açan güneşle belirdiğinde hepimizin bayıla bayıla birbirine gösterdiği, hemen fotoğrafını çekip instagram’da paylaştığı, çoluk çocuk, genç yaşlı herkesin yüzünü güldüren doğa mucizesi var ya, işte o. “Giyer misiniz bu tişörtü?” diyor videodaki ses, “Giymem” diyor adam, “Üzerindeki gökkuşağının anlamı var”.

“Kahve içer misiniz?” Bu sefer yaşlıca bir kadın var karşımızda. “İçerim” diyor ama gelen kahveyi itiyor elinin tersiyle. Üzerinde gökkuşağı var fincanın. “Bilerek mi yapıyorsunuz?” diye soruyor kibar ama katı ve soğuk bir sesle.

“Gökkuşağını sever misiniz?” diyor ses. “Tabii, gökyüzünde olunca çok severim” diyor genç kadın, “Ama bunun için aynı şeyi düşünmüyorum.” Rengarenk bir bayrak, “bu” dediği. Gökkuşağı bayrağı.

Sonra sırasıyla bir erkek bir de kız çocuğu giriyor odaya. Bayılıyorlar gökkuşağı bayrağının olduğu nesnelere. Tişört onun olsun istiyor küçük kız. Bardağı alıp kafasına dikiyor oğlan.

Ve bir fotoğraf çıkıyor ortaya sonra. Bir sürü insan, gökkuşağı bayrağının altında toplanmış. “Bayram gibi bir şey kutluyorlar, çok mutlular” diyor kız çocuğu, “Ben de orada olmak isterdim.”

Tekrar gökkuşağını

Yazının Devamı

AKSİ’DE AYDINLIK GECELER

29 Haziran 2018

İstanbul’un eğlence hayatı Kadıköy’e kaydı büyük ölçüde, evet, hele yaz gelip de sıcaklar bastı mı, sokakları dolup dolup taşıyor. Her gün yeni bir bar, meyhane, canlı müzik mekanı açılıyor ve takip etmek pek zor. Nitekim benim de şaşırarak keşfettiğim Aksi Pub da onlardan biri.

Dr. Esat Işık Caddesi’nde, iki katlı bir mekan. Dışarıda masası olmadığı için çok da bir yaz mekanı kabul edilmemesi lazım. Fakat ediliyor, hem de sanat etkinlikleri, film izlemek ve sohbet için...Beni şaşırtan kısım da tam bu zaten. Aksi’nin ikinci katında olsa olsa 30-40 kişinin oturabileceği bir bölüm var. Buraya bir perde koyup film gösterimi yapıyorlar, insanlar bar taburelerinde ya da minderlerde oturup filmi izliyor, sonra da yönetmenle, ekiple söyleşi yapıyor.

Ben, vizyonda şaşırtıcı olmayan bir salon şanssızlığı yaşayan ‘Taksim Hold’em’in gösterimi için oradaydım ve açıkçası aklımda da “Bu şahane yaz gecesinde kim küçücük salona tıkılıp film izleyecek yani?” sorusu vardı giderken. Hatta hadi filmi izlediler diyelim, çıkışta söyleşi ne kadar sürebilir ki? Herhalde birkaç selfie çekinilir, mevzu biter diyordum.

Ve fakat gördüm ki, rezervasyonlar günler öncesinden dolmuş ve insanlar gayet hevesli bir

Yazının Devamı

‘401 No’lu Oda’nın perde arkası

28 Haziran 2018

2017 Nisan’ından beri medyada “401 No’lu Oda Cinayeti” diye anılan bir vaka var, rastlamış olmalısınız. Bu gizemli ve ‘iç gıcıklayıcı’ kod isim, çok kabaca özetlersek, Dilek Demir ve Gülşah Mat adlı iki kadının bir otel odasında bir adamı öldürmelerini tanımlamak için kullanılıyor.

Ama sahiden fazla kabaca bir özet oluyor bu, zira meselenin altında bu neredeyse kaçınılmaz sonucu hazırlayan bir süreç var. Mesela, muhtelif kimliklerle neredeyse tek başına bir dolandırıcılık çetesi gibi faaliyet gösteren bir ‘kurban’ var.

Esas adı Cüneyt Pala ve sosyal medya üzerinden seçtiği bazı kadınlara mankenlik ajansı sahibi, fotoğrafçı, menajer kimliklerinden biriyle mesaj atıyor, onlara iş teklifinde bulunuyor, ikna edebildikleriyle buluşuyor, bazısının fotoğraflarını çekip şantaj yapıyor, karşılığında ya para sızdırıyor ya tecavüz ediyor, bazılarını da doğrudan dosya masrafları, Amerika’dan gelecek menajerlerin bilet paraları gibi sebeplerle soyup soğana çeviriyor, ki anaokulu öğretmeni Dilek Demir onlardan biri.

Diyeceksiniz ki ne işi olur anaokulu öğretmeninin menajerle, meğer biz 401 No’lu odanın büyüsüne kapılmış giderken bilmediğimiz bir gerçek varmış; Dilek Demir’in aslında Raperin

Yazının Devamı

HÜZNÜ ŞENLENDİREN ŞARKILAR

22 Haziran 2018

Görünüşe göre, epeyce geç kalmış bir keşif yaptım, Gümüşlük’te bu haziran. Henüz Bodrum ana-baba günü olmamış, hatta tam bir yaz görüntüsü bile yok, malum insanlar oy kullanacak... Ama Off Gümüşlük sahnesinde çok özel müzik akşamları yaşanmakta. Birsen Tezer, Jehan Barbur, Sattas ve Nükhet Duru gibi o sahnede daha önce de izlediğimiz şahane müzisyenlerin arasında gördüğüm Güler Özince ismi başta bana bir şey demedi, itiraf etmeliyim ki...

Sonra o çok bilinen, ‘İstanbullu Gelin’de de çalınan ama ilk çıkışını ‘Baba Candır’ dizisiyle yapan ‘Merkür Retrosu’nu yazan, çalan, söyleyen kadın olduğunu anladım. Şu hayatımıza ne zaman girdiğini bilmediğimiz ama bir şekilde takip eder hale geldiğimiz, doğaüstü sonuçları olan olay var ya hani...

Aman sakın ha, o tarihte anlaşma imzalamıyoruz, seyahate çıkmıyoruz, önemli konuşmalar yapmıyoruz, hele hele sevgilimizle mümkünse iletişimi kesiyoruz çünkü doğru anlaşılma ihtimalimiz yok, işte ondan müthiş tatlı bir şarkı yapmış Güler Özince.

Merkür retrosunun alıp götürdüğü sevgiliye hitap ediyor, ne güzel yol alır, birlikte ne güzel yaşlanırlarmış da, işte o retronun gözü kör olsun.

Tuhaf bir durum vardı

Tamam, şarkı güzel, ses güzel, yorum güzel,

Yazının Devamı