Çözüm süreciyle beraber ilk kez umutlandığını söyleyen Lale Mansur, toplantılarda hiç umulmadık önerilerle karşılaştıklarını anlatıyor. Ama Gezi olaylarıyla beraber sürecin selametiyle ilgili de endişelenmeye başlamış: “Başbakan son derece kararlıydı bu süreci işletmeye. Ama şimdi, gerçekten bilmiyorum. Biz niye bu kadar hakaret işittik, niye bu kadar çalıştık?”
Gezi Parkı eylemlerinde sıkça sorulan sorulardan biri, “Akiller nerede?” idi. Kürt sorununda kalıcı barış için görevlendirilmiş ‘akil insanlar’, Gezi’de barış için ne düşünüyorlardı? Görevi kabul ettiği günden beri en çok saldırıya maruz kalan akil insanlardan biri, Akdeniz Bölgesi Heyeti üyesi Lale Mansur oldu. Çünkü ünlüydü, oynadığı filmlerle bile vurmaya kalkan oldu onu. Hem Gezi olaylarını hem barış sürecinin bundan nasıl etkilendiğini konuşmak için Burgazada’daki evine gittim Lale Mansur’un. Zaten başka bir konu konuşmak da mümkün değil, hop oturup hop kalkıyor olduğu yerde. Gezi’de olaylar patladığında bir akraba düğünü için yurt dışındaymış, döner dönmez soluğu Gezi’de almış. Ne tatil yapabilir ne başka bir işle ilgilenebilir halde olduğunu anlatıyor. Kafasında sorular, endişeler, hayaller, umutlar cirit atıyor... Etrafımızda da herhalde adanın bütün kedileri.... Çünkü kendi kedileri evde prenses gibi yaşarken sokaktakilerin aç kalmasına gönlü razı değil, hepsine birden yetişmeye çalışıyor. Bunu izleyen cümlesi, “İyi ki doğurmamışım” oluyor, “Kendi çocuğumu ne yapar eder torpille güvenli bir yere askere yollardım, peki başka çocuklar ne olacaktı? Sonra nasıl yastığa başımı koyup uyuyacaktım?” Katılan var, katılmayan var, kızan var biliyorum ama Lale Mansur’u bu ‘çözüm süreci’ne katılmaya iten, bu duygu...
Herhalde Gezi olaylarını da konuşmuşsunuzdur?
Tabii. Aynı şu anda olduğu gibi hiç kimse hiçbir şey bilemiyordu. Ama o zaman daha Başbakan dönmemişti. “Başbakan dönsün, belki görüşürler, bakalım ne olacak?” derken döndü ve daha kötü oldu. Ben Taksim Platformu’nun içindeydim 1.5 yıl önce. Onun çıkışı, yayalaşma projesine karşıydı. “Bu çok eski bir proje, Taksim çevresini, esnafı, semt derneklerini, Mimarlar Odası’nı dikkate alarak, hep birlikte başka bir şey yapalım” diye başlamış bir şey. Ta ki ilk kepçe vurulana kadar. O çadırlar yakıldıktan sonra insanlar galeyana geldi. Onun arkasında yatan alkol yasası var, çevre yasası var, ertesi gün hapı var, artık insanlar rahimlerine girilmiş gibi hissetti, oraya kadar müdahale. Biz dünyada ilk 5’in içindeyiz ensestte, tecavüzün haddi hesabı yok, böyle bir toplumda ertesi gün hapını reçeteye bağlıyorsun. Ya da 18-24 yaş arası gençlerde alkolizm diye bir problem yok, başka gerçek problemlerimiz var. Seçim yasasının değişmesi, barajın inmesi, gerçek bir demokrasi olmamız için gereken adımların atılması gerekiyor. Bunlar yok ortada ama alkol yasası var.
İlk içinizden gelen ne oldu, “Kalkıp oraya gitmeliyim” dediniz mi, yoksa bu akillik meselesi sizi durdurdu mu?
Fransa’da kudurdum ben, çok istedim orada olmayı. Sonra çok karmaşık hale gelince, marjinal bir-iki grup, büyük çoğunluk değil anlatıldığı gibi, işin içine girince, evet, ben hâlâ görevimi bitirmedim ve bunun barış süreciyle direkt bağlantılanmasından endişe ettim, açıkçası. Çünkü bir yanda çok önemli bir şey yürüyor, tabii bugün itibariyle yürüyor mu, yürümüyor mu, onu bilmiyorum ama...
Bir de şey diyorlar, “Akiller gitsin konuşsun”. Bizim işimiz, insanlar belli bir konuda ne düşünüyor, öğrenip onu rapor etmek, bu kadar. Toplantılar yaptık, insanlar ilk defa mesela göç etmiş birini dinledi, şehit ailesini de dinledi. İnsanlara iki soru soruyorduk: “Bu süreç hakkında ne düşünüyorsunuz, endişeleriniz ne, önerileriniz ne?” ve “Bu başarıya ulaşırsa 10 yıl sonra nasıl bir Türkiye hayal ediyorsunuz?” Şimdi bu Taksim meselesinden sonra bu ikinci soruyu
nasıl sorarsın? Ertesi gün ne olacağını hayal edemezken...
“Onların olduğu kadar benim de başbakanım”
Karşılaştığınız genel bir eğilim var mı bu toplantılarda?
Herkes şeffaflık istiyor. Ne verildi ne alındı, müthiş bir ticari erbap oluşmuş. Mersin’de biri “Şunu hiç düşünemiyor musunuz?” dedi, “Demokrasi veriyoruz ve silahları alıyoruz.” Vaat edilen şey daha ileri bir demokrasi, eşit vatandaş olmamız, bunun karşılığında da silahları bırakacaklar, daha ne olsun? Şuna hiç kimsenin itirazı yok: Kan durdu, kimse ölmüyor. ‘Ama’yla başlayan çok gerçek endişeler olduğu gibi, çok ezberlenmiş şeyler de çıkıyordu karşımıza. Mesela bir yerde CHP’li bir grup vardı, bir tane kadın çok mülayim davranıyordu, dışarıda karşılaştık, çocuğu askerdeymiş. İş gelip kendi çocuğuna dayandığında insanlar başka türlü davranıyor, başka çocukların hayatı üzerinden konuşmak çok kolay. Kutuplaşmayı bir kenara bırakıp belli ilkelerde anlaşmaya bakmak lazım, mesela silahların susması; bunu isterse MHP yapsın yanında çalışırım.
Son 20-25 güne bakarsak, ne düşünüyorsunuz barış umuduna dair?
Başında Başbakan son derece kararlıydı bu süreci işletmeye. Ve bunu başarırsa hâlâ tarihe geçer. Ama şimdi, gerçekten bilmiyorum. Biz niye bu kadar hakaret işittik, niye bu kadar gayret ettik dinlemek için? İşte dinleyebileceği insanlar vardı, dinledi de ama başka bir algı var orada. Bir kısım insanlar diyor ki “Seçim sürecine girdi, o yüzden böyle yapıyor”. Bilmiyorum, ama bu yüzde 50 söylemi falan bundan kaynaklanıyor diye düşünüyorum. Çünkü muhalefet bu karışıklığı ister, normal olarak. Ama onlar iktidarlar ve onların başbakanı olduğu kadar benim de başbakanım.
“Muhalefet yok, kendini lağvetsin bence”
Akil insanlığı kabul ederken işiteceğiniz lafları tahmin ediyordunuz, değil mi?
Tabii tabii, bu grubun bir kum torbası olacağını çok iyi biliyordum. Ama yapılan çalışma da işe yaramadı değil. Ne öneriler geldi, hiç beklemediğimiz kesimlerden. Mesela MHP tandanslı bir grup, “Bunlar ne yapacak, gidecekler sınır dışına çıkacaklar, işleri güçleri yok, çıkıp melanet üretecekler, kalsınlar burada, devlet biraz yardım etsin, çiftçilik mi yapacaklar, ticaret mi yapacaklar, burada yapsınlar.” Bunu ben söylesem asarlar vallahi. Barış çok uzun bir süreç, bin kere kesintiye uğradı. Bana inanmıyorsanız, İlker Başbuğ kendi söyledi altı kere “PKK’yı bitirdim” diye. Demek ki bu şekilde bitmiyor. Ama her şey geliyor sonuçta demokratikleşmeye dayanıyor.
Bu konuda da pek iyi bir sınav vermiyoruz...
Şu anda çok kötü bir sınavdan geçiriyoruz. İlk defa hayal etmeye başlamıştım, bu durursa 10 sene sonra nasıl bir ülkede yaşıyor olacağız diye. Bu noktadan yarın ne olacağını bilmediğim
bir yere savrulduk. Bir de muhalefet yok, lağvetsinler kendilerini. Atatürk’ün parasını bir güzel yiyorlar, hiç ihtiyaçları yok iktidar filan olmaya. Sadece karşılıklı küfrediyorlar. Çözüm sürecine karşılar, anayasa çalışmasına gitmiyorlar. Önerileri ne? Daha önce kendileri hazırlamıştı Kürt raporu. Şimdi Ak Parti yaptığı için onlar geri çekiliyor. Keşke gerçek sosyal demokrat bir oluşum olsa, gerçekten demokrasiden yana birileri olsa. CHP’yi artık hiç öyle görmüyorum ben.
“Çok lodos esiyor, nerede akil insanlar diyorlar”
‘Akil adam’ olduktan sonra pek çok şeyden sorumlu tutulmaya başladınız değil mi?
Öyle oldu, “Çok lodos esiyor, nerede akil insanlar?” Absürt yani.
Sokakta karşılaşıyor musunuz bu tepkilerle?
Cem’le 29’uncu evlilik yıldönümümüzdü, Antalya’ya gittik, havaalanında bir grup kadın, işte “Yuh olsun sizeee!”, avaz avaz, kıyamet gibi bağırıyorlar. Cem “Bir şey söylemeyecek misin?” dedi, “Bir şey söylenecek gibi görüyor musun sen?” dedim.
Üzülüyor musunuz bunlara?
Hayır. Ben çok kafamın dikine giden biri olduğum için, hiçbir zaman bir gruba ait olmadım. Bence Evren’in yargılanması gerekiyordu,
o gün için bu çok önemliydi. Ben ömrümde hiçbir zaman Ak Parti’ye oy vermedim. Çok gençliğimde CHP’ye oy vermişliğim var ama şu anda günahımı bile vermem.
“Diziden ayrılıyorum çünkü cinsiyetçi bakış beni rahatsız etti”
Yeni projeleriniz var mı?
Bir film yeni bitti, “Beş Kadın”. Metin Yeğin çekti. Beş kadın bir minibüsün içinde PKK’nın kaçırdığı çocuklarını almaya gidiyorlar. Onun dışında yapmak istediğim bir proje var. Şu an çalışmakta olduğum diziden, “Beni Böyle Sev”den ayrılıyorum.
Niye?
Dünya görüşü farklılığı. Yazar grubuyla rahat değilim. Daha erkek egemen, daha cinsiyetçi bir bakış, huzursuz etti beni.
Şimdi yapmak istediğiniz nasıl bir şey?
Bir sitcom. O kadar acıyla doluyuz ki, ben artık beni rahatlatacak bir şey istiyorum. Gerçekten çok mutlu olabilecek bir hayatım var, ama olmuyor işte.
Ev hayatınız nasıl?
İster istemez buraya da sirayet ediyor. “Ben işimi yaptım, şimdi Havai’ye tatile gidiyorum” yapamıyorsun, gittiğinde senle geliyor zaten. Hani pop starlar odasında şampanya, çiçek ve bilmem ne ister. Akil insan olarak sorsalardı bana, bir kum torbası isterdim, enerjimi boşaltmak için.
“Kan gövdeyi götürüyor, ben ‘Giselle’ oynuyorum”
Anne babalar çocuklarının protestolara katılmasını çok destekledi. Siz düşündünüz mü, “Benim çocuğum olsa ne yapardım?” diye?
Hiçbir şey yapamazdım. Ben de gençken bu tür şeylere katıldım, sıra ona geldiğinde “Otur evde” diyemezdim.
Sizin anneniz nasıl davranırdı?
Onlar da hiç karışmadılar bana. Her attığım adımda destek oldular.
Abiniz Şanar Yurdatapan’ın etkisi olmuş mudur üzerinizde?
80 öncesinde ben başdansçıydım ve kendimi çok kötü hissediyordum. Kan gövdeyi götürüyor, ben “Giselle” oynuyorum, bırakayım bu işi diye düşünüyordum. Şanar Abim de normal solculara benzemiyor, dedi ki “Hayır, sen yapmakta olduğun, sevdiğin işi en iyi şekilde yapmaya çalışacaksın. Herkesin üzerine düşen başka bir şey var”.