Asu Maro

Asu Maro

amaro@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Bu yıl İstanbul Film Festivali’nin Ulusal Yarışma’sında beni en çok etkileyen filmlerden biriydi. Büyük büyük cümleler kurmayan, çoğu şeyi söylemeyen sadece hissettiren anlatımıyla, son derece kişisel ama ondan ötürü de bir o kadar her kalbe dokunabilen hikâyesiyle “Çilingir Sofrası”. Daha önce yazdığı tiyatro oyunları, çektiği kısa filmler olan Ali Kemal Güven’in ilk “uzun” kurmacası bu. Uzun dediysem süresi 60 dakika ve dört epizottan oluşuyor. Hatta başlangıçta bir dijital platform için tasarlanan dört bölümlük bir mini diziymiş fakat giderek kendi dilini bulup isabetli bir kararla sinema filmine dönüşmüş. Festivalde de Jüri Özel Ödülü’nün ve En İyi Erkek Oyuncu Ödülleri’nin sahibi oldu.

Gördüğümden beri arkadaşlarıma filmi anlattıkça “Peki biz nerede göreceğiz?” sorusuyla karşılaşıyordum. Buna şu an bir cevabım var: Bu akşam (30 Haziran Perşembe) 21.30’da Kadıköy Sineması’nda. Perşembe günü ekip katılımlı bir gösterim yaptılar, yoğun talep üzerine tekrarlanıyor (biletinial.com’dan bilet alabilirsiniz).

Filmi spoiler vermeden özetlemeye çalışırsak; yıllardır görüşmeyen iki eski okul arkadaşı, iki eski ‘dost’; Emir Can ile Yusuf Efe, Beyoğlu’nda bir çilingir sofrasında buluşuyorlar ve sağdan soldan, akıp giden hayatlarından konuşmaya başlıyorlar. Son derece sıradan bir sohbet. Fakat biz seyirci olarak, daha Emir Can’ın dışarıda durup restoranın camından içeri baktığı andan itibaren ortada konuşulanlardan daha fazlasının olduğunu hissediyoruz, hatta ikisinin her hareketinden de bakışından da gülüşünden de “görüyoruz”. Tam burada bu hikâyenin iki oyuncusunun; En İyi Erkek Oyuncu Ödülü’nü birlikte alan Ahmet Rıfat Şungar ile Barış Gönenen’in adlarının anılması gerekiyor. Onların o bir an abartıya kaçmayan, uyumlu oyunculukları olmasa bambaşka bir filmden söz ediyor olabilirdik belki.

Sonuç olarak biz artık evlenip çocuk sahibi olmuş Yusuf Efe ile yalnız ve büyük ölçüde -tam değil- kendisi olabildiği bir hayatı seçebilmiş Emir Can’ın hikâyesine bir kenarından tanık oluyoruz. Hani bazen yan masanızda bir çift görür ve konuşmalarına kulak misafiri olur, ne yaşadıklarını tahmin etmeye çalışırsınız ya, filmin bende uyandırdığı duygu tam olarak buydu. Film izlemiyorum, bir hayat parçasında tanık oluyorum, her şey o derece samimi ve gerçek ki. Ve tabii o çok tanıdık, hepimize zaman zaman uğrayan “Her şey başka türlü olabilir miydi?” sorusu. Başka bir zamanda, başka bir coğrafyada, toksik erkekliğin hüküm sürmediği, insanların farklılıklarının sorgulanmadan saygı gördüğü, herkesin kendi rengini gizlemeden yaşamını kurabildiği bir yerde bu hikâye nasıl yazılırdı? Yusuf Emre ile Emir Can’ın hayatı nasıl olurdu?

İnsanın kalbini biraz burkan ama özellikle final sahnesiyle umut tohumları da saçan “Çilingir Sofrası”nda filmin etkisini ikiye katlayan bir şarkı kullanmış Ali Kemal Güven. Nazan Öncel’in 1994 tarihli “Ben Böyle Aşk Görmedim” albümünden “Bunu Bir Ben Bilirim, Bir Allah”. Güven’in bantmag röportajındaki ifadesiyle, “dua gibi, ağıt gibi, büyülü bir şarkı”. Oturdukları mekânda filmin oyuncularından Ecrin Bolkar’dan dinliyoruz şarkıyı, finalde de Nazan Öncel’den. Hani nasıl cuk oturmuş filme de bizim ikiyüzlülüklerle dolu hayatlarımıza da. Şu bir bizim bir Allah’ın bildiklerini dünya bilse her şey ne kadar farklı olurdu, değil mi?