İnsanın canı “İyi şeyler de oluyor” klişesini tekrar edebilmek istiyor ya bazen, işte bir tanesi: Devam eden kadın cinayeti davalarından peş peşe iyi haberler geliyor. Özgecan Arslan kararını “Devamı nasıl gelecek, onu görelim” diye temkinli bir iç rahatlamasıyla karşılamıştık ki bu hafta Hasret Daşlı davası sonuçlandı. Tecavüze uğrayıp hamile kaldığı için ‘kirlenen’ namusunu temizlemek üzere aile meclisi kararıyla boğulup Batman çayına atılan genç kadının katilleri, avukatlarının mide bulandırıcı savunmasına rağmen ağırlaştırılmış müebbet cezasına çarptırıldı.
Hakikaten insan bu savunmaları yazabilenin değil avukat, insan olmasına şaşırıyor. Efendim Hasret Daşlı 22, tecavüzcüsü 15 yaşındaymış, çocuk yaşta biri 22 yaşında birine tecavüz edemezmiş, bu hayatın ‘olağan’ akışına aykırıymış. Ama biliyorsunuz daha da küçük yaşta kız çocukları tecavüze ‘rıza’ gösterebiliyorlar, bu hayatın olağan akışına gayet uygun bizde. Hatta, asıl Hasret Daşlı yaşasa cinsel istismarla yargılanırmış! Ama yaşamıyor, hunharca katledildi, bu detayı atlayacak mıyız? Gencecik bir kadın, ölmüş gitmiş, hâlâ suçlu çıkarmaya çalışıyorsunuz, hiç mi vicdanı sızlamaz insanın?
Kadın hakları savunucularına da gereken saldırıda bulunulmuş tabii savunmada, “Mahkeme üzerinde tahakküm kuruyorlar” diye; çünkü çok şükür katillerin, tecavüzcülerin korkulu
rüyası oldular.
Her bir davanın tek tek takipçisi olan Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’na çok şey borçluyuz mesela. Hangi şehirde olursa olsun mahkemede hazır bulunuyor, bütün kadınlara da çağrıda bulunuyorlar, “Gelin, destek olun” diye. Mahkemelerde kullanılan cinsiyetçi dile karşı da bugün saat 12.00’de Ankara Adliyesi önünde toplanacaklar.
Haftanın ikinci yürek soğutan haberi de Bakırköy 4. Ağır Ceza Mahkemesi’nden. Televizyondaki evlilik programında tanışıp evlendiği Selime Günaydın’ı bıçaklayarak öldüren Rıfat Günaydın da bütün ‘incinen erkeklik gururuna’ rağmen - indirimsiz - ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası aldı dün.
Oluyor yani; isteyince, aklını, vicdanını, sağduyunu kullanınca oluyor.
İfade özgürlüğünün sınırları
Bana da oluyor arada Twitter’da, Facebook’ta dolanırken. “Yok” diyorum, “İfadenin böylesi bu kadar özgür olmasa da olur”. Ama bir an. Sonra içimdeki Donald Trump’a bir tane patlatıp kendime geliyorum. Benim yazdıklarımı da bir başkası beğenmeyebilir ve bunun sonu asla gelmez çünkü.
Gelgelelim, Alman hükümeti muhtemelen pek çok hükümetin gönlünde yatan aslanı yakalamış, Facebook, Twitter ve de Google’la anlaşma yapmış. Adı pek güzel; “İnternetteki nefret söyleminin önüne geçilmesi konusunda” anlaşma. Kimin itirazı olabilir ki?
Her üç şirket de platformlarında paylaşılan ve nefret söylemi içeren paylaşımları 24 saat içerisinde kaldıracakmış.
Peki kime göre nefret?
Almanya Adalet Bajanı Heiko Maas, “Ülke yasaları internette de geçerli olacak” diyor; “Sosyal medyanın aşırı sağcıların parti alanına dönüşmesine izin veremeyiz”.
Görünüşe göre mülteci politikası ve sosyal medyada artan ırkçı söylemler neden olmuş bu karara.
Ama internette ülke yasalarının geçerli olması kadar işin özüne aykırı, özgürlüğü kısıtlayıcı ve tehlikeli bir şey olabilir mi?
İsteyen istediği gibi yorumlar ve “Burada ifade özgürlüğünün sınırları aşıldı” deyiverir. O sınırlar niyet edersen o derece daraltılmaya müsait ki çünkü.