Asu Maro

Asu Maro

amaro@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

“Krize çare aramak yerine yarın yokmuş gibi yaşıyoruz. Uyanın! Sanki dünyada olup bitende hepimizin sorumluluğu yokmuş gibi...”

Dirk Voltz adlı bir Alman vatandaşının sözleri bunlar... Partneri Mario ile birlikte Berlin’deki evlerini Suriye, Afganistan ve Irak’tan 24 mülteciye açmışlar. Evet, 24! Biz sokakta karşımıza Suriyeli çocuk çıkınca yolumuzu değiştiriyoruz ya, tadımız kaçmasın diye... Bu eşcinsel çift birlikte yaşamayı seçmiş onlarla... Üstelik ırkçılık ve İslam fobisinin tavan yaptığı bir zamanda...

Haberin Devamı

“O Alman vatandaşlarının pek korktuğu Müslümanlar nerede acaba?” diye soruyor Dirk Voltz yazısında... “Evde bıçaklar yerli yerinde, mutfakta duruyor. Yatak odamızın kapısını kilitlemeye falan ihtiyaç duymuyoruz. Bizi uykumuzda öldürmek isteyen Müslüman olmadı. Aynı yatakta uyuyan iki erkek olduğumuz için hakaret eden de...”

Öte yandan, hiç hakaret işitmedikleri söylenemez... Kâh mesajlar, kâh kapılarına bırakılan mektuplar marifetiyle ölüm tehditleri almadıkları da... Kimden? Bu insanlar sanki keyiflerinden evlerini barklarını terk edip Almanya’ya İslamı yaymaya gelmiş gibi onlardan rahatsız olan ‘seçkin’ Almanlar’dan...

Arkadaşları bile ırkçı söylemlerle rahatsız etmiş çifti... Evlerine misafirliğe gelmekten korktuklarını söylemişler...

Mario ve Dirk ise hayatlarından çok memnunlar. Hiç olmadıkları kadar ‘yoğun’ bir şekilde yaşadıklarını hissettiklerini söylüyorlar. Evlerini daha fazla mülteciye açacaklarını duyuruyorlar.

Hepimiz için mümkün, insan olduğumuzu daha fazla hissedeceğimiz bir hayat... Bakın, Yeryüzü Doktorları Psikolojik Destek Ekibi Çapa’daki İLAF Okulu’nda okuyan 113 Suriyeli çocukla bir araştırma yapmış. Yüzde 66’sı ailesinden birini kaybetmiş bu küçücük yaşta... Yüzde 77’si çatışmaya tanık olmuş... Yüzde 28’i işkence nedir, yaşamış, biliyor... Ve yüzde 44’ü savaşın biteceğine inanmıyor... Korku, endişe ve keder hakim körpecik ruhlarında...

Dirk Voltz’un çağrısı hepimize... Almanya’da “Müslümanlar gelip bizi kesecek” telkiniyle yaşayan biri hayatında bu yaralı insanlara yer açabiliyorsa, mutfağında fazladan bir tencere kaynatırken kendini daha iyi, daha yaşıyor hissedebiliyorsa, bizim de yapabileceğimiz bir şeyler olmalı...

Haberin Devamı

Bu sadece gidip bu gelecekten umudu kesmiş çocuklarla ilgilenmek, onlara düşman topraklarda değil, dostlar arasında, güvende yaşadıklarını hissettirmek de olabilir... Onlar işgal kuvvetleri değiller. Mecbur oldukları için buradalar. Sizce de dünyada olup bitende hepimizin sorumluluğu yok mu?

Hadlerini bildirin!

Sosyal medya bazen ne kadar tehlikeli bir mecra haline gelebiliyor. Bir şeyi canınızın istediği gibi evirip çevirip tek tıkla bir dolu insanı galeyana getirebiliyorsunuz. Misal TÜYAP Sanat Fuarı’nda gördüğünüz bir performansın basılmasını talep edebiliyorsunuz!
Gökhan Aslan’ın Roboski’ye, Kobane’ye, Ankara’ya göndermeleri olan işinin başına gelen bu... Performansında zincire vurulmuş çarşaflı kadınlar kullanmış, Aslan. “Bu kadınlar mağduriyeti simgeliyor” diyor; “Hepimizin içini yakan büyük acılara dikkat çekmek istedim. Özellikle altını çizmek isterim ki, bu performans çarşafa karşı değildir, burada çarşaf, gerçekliği ortaya koymak için bir simgedir.”
Ama adetimiz değil, karşımızdakini dinlemek. Bir portal çıkmış “İstanbullu duyarlı Müslümanlardan TÜYAP’taki verdiğimiz adrese gidip bu alçaklara hadlerini bildirmelerini rica ediyoruz!” yazmış, altında da millet coşmuş da coşmuş.
Bir kere sormak istiyorum, halkı bu şekilde bir şiddet eylemine çağırmak, ‘halkı kin ve düşmanlığa tahrik’ etmek suç değil mi? Bu kadar kolay mı “Yürüyün, yakın, yıkın” demek? Pardon bir de kibarlar, ‘rica ediyorlar’.
Ben de buradan rica ediyorum: Her fırsatta ‘tahrik olup tahrip eden’ arkadaşlar, biraz sakin olun lütfen. Anlamadan dinlemeden had bildirmeye kalkıştığınız herkes düşmanınız değildir belki.