Siyah beyaz bir fotoğraf. Gencecik bir kız, Beyoğlu’na nazır keman çalıyor bir balkonda. Yıl 1964. Türkiye’nin en önemli kemancılarından Ayla Erduran, fotoğraftaki kız. Balkon Aliye Berger’in atölyesinin balkonu. Narmanlı Han.
Kültürün, tarihin kıymetinin bilindiği başka bir ülkede sırf bu fotoğraf bile o hanın yıkılmasının teklif bile edilmemesini sağlayabilir. Narmanlı Han’ın ise çok daha fazla sebebi var yaşatılmak için.
1831 yılında Rus Büyükelçiliği binası olarak açılıp 1933’te Narmanlı ailesine satılan, o günden sonra da adeta bir sanat yurduna dönüşen bir yer. Çünkü sanatsever insanlar olan Avni ve Sıtkı Narmanlı kardeşler, hanın odalarının çoğunu sanatçılara kiralamayı tercih etmişler. Tabii yok pahasına. Hanın en ünlü misafiri, parası olmadığı için perdesiz oturan Ahmet Hamdi Tanpınar, düşünün ki. Ama öğrencilerin, edebiyatçıların, fikir tartışmalarının eksik olmadığı o duvarların içinden ‘Huzur’ gibi bir başyapıt çıkmış işte. Han ile bütünleşen kediler de muhtemelen Tanpınar’ın beslediği kedilerin torunları.
Ahmet Hamdi’den sonra Bedri Rahmi Eyüboğlu tutmuş Narmanlı’daki odasını. Tahmin edileceği gibi İstanbul ‘entelijansiya’sının buluşma noktası, Haldun Taner’in 1980’de Milliyet Sanat’ta yazdığı yazısındaki tabiriyle ‘bohemler odağı’ olmuş han. Mor salkımların açtığı bahçesi ve demirbaş kedileriyle.
Ermeni cemaatinin gazetesi Jamanak’ın ofisi de oradaymış 60 yıl boyunca, İstanbul’un ilk konfeksiyoncularından Antoine Visconti’nin mağazası da. Bu saltanat günleri 70’lerden sonra son bulsa da, biz Beyoğlu çocukları için de sahaf Deniz’in dükkanı demekti Narmanlı Han. Epey harap görünse de hâlâ ağaçlı, salkımlı, sakin bir bahçesi, insanı İstiklal Caddesi’nin hengâmesinden bir anda koparan bir ‘huzur’u vardı.
2013’ün aralık ayında Erkul Kozmetik’e satılmasıyla beraber görmeye başladığımız korkulu rüya geçen hafta hanın bahçesine iş makinalarının girdiği, ağaçların kesildiği haberiyle gerçek oldu. Mimarlar Odası’nın başvurusuyla iptal edilen ilk projede otopark bile söz konusuydu, yeni projenin mimarı Sinan Genim mümkün olduğu kadar aslına sadık bir restorasyondan söz ediyor. Ama böylesi tarihi bir yapıya dozerlerin dalması bile olabileceklere dair endişe verici.
Beyoğlu Kent Savunması’nın çağrısıyla Narmanlı Han’ın ortak bir kültür varlığı olduğuna inanan insanlar toplandı dün. Endişeliler, kızgınlar, haklılar. Bazı şeyler özel mülk sayılamayacak kadar bir kentin dokusuna aittir. Yok edildiğinde yerine konamaz. Apple, dünyanın bir ucundan Narmanlı Han’ın önünü kapatan reklam panosuna duyulan tepkiyi ciddiye alıp panoyu kaldırırken bu insanların sesi Türkiye’de hiçbir yere ulaşmayacak mı yani?
Ayrıca niye illa bir kafe, bir restoran, bilmem kaç dükkan daha peşindeyiz? Ahmet Hamdi Tanpınar gibi önemli bir yazarımızın hayatının büyük bölümünü geçirdiği, en bilinen eserlerini yazdığı yer bu. Aynı şekilde Bedri Rahmi, Aliye Berger, sesleri nefesleri var o duvarlarda... Avrupa’da içiniz kan ağlamıyor mu, yazarların, ressamların oturduğu masaları koruyorlar olduğu gibi. Biz niye illa her şeyi yok etme peşindeyiz? Ne bekliyoruz mesela Narmanlı Han içinde bir Tanpınar müzesi için?
Haldun Taner Narmanlı Han yazısını “Ahmet Hamdi döneminden sonraki Bedri Rahmi dönemi de çok gerilerde kaldı artık” diye bitiriyor: “Bugün de yolum sık sık oradan geçer. Eskilerin yinelene yinelene havı atmış bir sözü vardır: ‘Baki kalan bu kubbede bir hoş sada imiş’ derler. Oradan her geçişte benim de dudaklarıma bu yavan mısra yapışır nedense.”
Ne istiyoruz, o hoş sada da mı kalmasın?