Asu Maro

Asu Maro

amaro@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Bu saldırı göstere göstere geldi. Önce bir takım yayın organları “Adana’da skandal festival!” gibi başlıklar attılar, arkasından Vali Mustafa Büyük böyle bir şeye izin vermeyeceğini bildirdi. Belediye Başkanı Hüseyin Sözlü ona karşı çıktı; “Kişisel özgürlükler yasaklanamaz” dedi.

Ama biz neticede bir - iki aydır Adana’mıza rakı festivali yakışır mıydı, yakışmaz mıydı, bunu tartışıyoruz. Başka konumuz yokmuş gibi...

Adana bir kebap cenneti, yıllardır ne zaman gitsem yanında rakı içildiğini görürüm. İsteyen de şalgam içer tabii ya da ayran, canı ne istiyorsa... Rakının ‘skandallık’ bir durumu yok, onu anlatmaya çalışıyorum özetle, yasal bir içecek. Bu insanlar da yıllardır Kazancılar Çarşısı’nda yılda bir gün toplanıyorlar, yiyip içiyorlar, adına da ‘Rakı Festivali’ diyorlar. Geçen yıl 20 bin kişi katılmış, Adana dışından gelenler var bir dolu. Esnaf memnun, parayı verip yiyen içen memnun. Turistik bir faaliyet.

Haberin Devamı

Ama tartışmalar çıkınca “Madem rahatsızlık yarattı, adını değiştirelim” diyorlar, ‘Kebap ve Şalgam Festivali’ oluyor adı.

Gel gör ki bu da kurtarmıyor. O gece yiyip içen, iki satır eğlenen insanlara silahlı adamlar saldırıyor. Tabanca ve pompalı tüfeklerle havaya ateş ediyorlar, sopa ve döner bıçaklarıyla masalara vurup kırıp döküyorlar.

Şimdi bundan sonra ne olacak? Gözaltına alınan saldırganlara bir ceza verilecek mi? Bu tip saldırılar için halkı ‘tahrik eden’ yayın organlarına bir yaptırım uygulanacak mı? Yoksa ölü - yaralı yok diye sıradan bir olay kabul edecek, bunun insanların kişisel özgürlüklerini, sadece kendilerini ilgilendirmesi gereken yaşam biçimlerini tehdit ettiğini görmezden mi geleceğiz?

Paris’te konser, bar, restoran basıp insanları taramakla festivalde havaya ateş açıp döner bıçağıyla masaları parçalamak arasındaki ince çizginin farkındayız, değil mi? İlla ölüm mü beklenmeli?

Göçmenin de CEO’su makbul

İlk bakışta çok zekice geldi bana da... “Yine ters köşe bir iş yapmış” diye düşündüm. Ünlü ‘gerilla sanatçı’ Banksy, Fransa’da sığınmacı kamplarının bulunduğu Calais’de bir duvara bir elinde poşet içinde eşyaları, diğerinde Apple kasası bulunan göçmen Steve Jobs’u çizmiş, “Hiç kimse bu şekilde yaşamayı hak etmiyor” yazmıştı.

Haberin Devamı

Mülteci sorunununa daha nasıl dikkat çekilebilirdi? Evet; Jobs, Suriyeli bir mültecinin oğluydu ve bu dünyaya gelmiş geçmiş en güçlü iş adamlarından biri olarak veda etmişti. Çarpıcı bir gerçekti bu...

Sonra burada içime sinmeyen bir şey olduğunu fark ettim. Banksy’nin çizimiyle ilgili açıklaması da bunun adını koydu. “Genellikle mültecilerin bir ülkenin kaynaklarını kuruttuğunu düşünüyoruz ama Steve Jobs da Suriyeli bir mültecinin oğluydu,” diyordu: “Şu anda Apple dünyanın en kârlı şirketlerinden biri, yılda 7 milyar dolar vergi ödüyor. Bu para sadece Humus’tan bir adamın ABD’ye gelmesine izin vererek yaratıldı”.

Anlıyorum, genel geçer bakış açısından yaklaşıyor meseleye. Ama yine de bir insan hayatının önemini onun kazandığı - ve tabii kazandırdığı - para üzerinden hatırlatmak Banksy’nin eleştirdiği her şeye ters değil mi?

Haberin Devamı

Evet, zamanında babasının ABD’ye gelmesine izin verilmese, Jobs diye bir isim, Apple diye bir marka olmayacaktı... Peki bu, onun hayatını daha mı az değerli kılacaktı?

Şu an korkunç bir sınavdan geçiyor; aslında düpedüz ‘çakıyor’ dünya.

Her gün onlarca göçmenin bütün insanlığın gözü önünde çoluk çocuk ölüp gitmesini izlerken bizi harekete geçirecek düşünce “İçlerinden bir Steve Jobs çıkıp milyarlarca dolar kazandırabilirdi” olmamalı herhalde...