Onuncu albümü “Bazı Şeyler”i çıkaran Nazan Öncel’in şöhreti yakalayana kadar arkasında mücadelelerle geçmiş bir 36 yıl vardı. Hüzünlü bir kış sabahında başlamış, zorlu mücadelelerden geçip “mutlu sona” ulaşmış bir hikaye...
Şöhret dediğin genç insanların harcıdır ya bizde. “Bir yaştan sonra bizden geçer.” Ve o yaş 20’lerin ortasıdır en fazla.
O zamana kadar sesini duyurdunsa duyurdun, ondan sonra hele hele pop müzikte bir patlama yapma şansın yoktur. İşte bizim bütün bu önyargıların önünde kapı gibi durmuş bir Nazan Öncel vakamız vardır. Sadece bunun mu, 36 yaşında “damdan düşer gibi” hayatımıza girdiğinde bu piyasada bir kadının dikkat çekmesine yarayacak hiçbir şeyi yoktu. Ne uzun bacakları vardı ne klasik anlamda güzel bir yüzü ne de bilmem kaç oktav sesi... Sadece kendine has bir sözdü sahip olduğu. Aykırı olmaktan kaçınmayan, “normlara” uymaya çalışmayan, ciğerinden kopup geldiği gibi sunduğu bir cümle, hepsi bu... Üstelik akıllı uslu, edepli hiç değildi. Doğuştan “sokak kızı”ydı ruhu. Ve şarkısı ilk günden hüzünlü...
1956’nın 6 Şubat’ında İzmir, Karşıyaka’da memur Muzaffer Bey ile öğretmen Raziye Hanım’ın ikinci kızı olarak dünyaya gelmişti. Bir bebeğin doğumunun eve getirmesi beklenen neşe yerine yine kızı olduğu için evi terk eden bir babayla başlamıştı hikayesi. “Kız Bebek” şarkısında “Benim doğduğum gün saçaklar ağlamış / Annem kız doğurdu diye babam suçlamış / Tam 37 gün eve uğramamış, adımı koymamış” diye anlatacaktı o günü. Adını komşular koydu ve Nazan Öncel de mutsuz bir çocukluk geçirmesinin müsebbibi olarak gördüğü babasını ancak ölümünde affetti.
Yaralarını müzikle iyileştiren bir çocuktu
Nazan beş yaşındayken bir kız bebek daha dünyaya getiren Raziye Hanım, birkaç yıl sonra çocuklarını babaannelerine bırakıp evden gitti. Çok uzun sürmedi bu ayrılık. Babaanne bir yaz tatilinde çocukları trene bindirip Ankara’ya yolladı. Yeniden evlenmiş olan annelerinin yanına...
Bir erkek kardeşleri olmuştu artık, anneleri okula gittiği için dokuz yaşındaki Nazan’ın ayağında salladığı... Ama o günlerin asıl acısı da “Demirden Leblebi” şarkısıyla çıkacaktı. Nazan Öncel o evde üvey babasının tacizine uğramıştı ve bunu 43 yaşında bir kadın olduğunda önce annesine sonra bütün dünyaya haykıracaktı.
Yaşayamadığı çocukluğunu, yoksunluklarını, yaralarını müzikle iyileştiren bir çocuktu daha o zamandan. Babasından aldığı edebiyat damarı, annesinden öğrendiği nota bilgisi en büyük yardımcılarıydı. Annesi bileziklerini satıp piyano aldı kızına. Armoni derslerine yolladı onu. 13 yaşındayken Kervanlar Orkestrası’nın solisti olarak sahneye çıktı, ilk grubu Çılgınlar’ı ise 15’inde kurdu. Daha da neler yapacaktı kim bilir ama evdeki kabusa daha fazla dayanamadı ve 16’sında görücü usulüyle evlendi. 17’sinde anne olmuştu. Kendisini yere atıp ölü taklidi yaparak sevgisini sınadığı oğlu Serkan’la birlikte büyüdü.
1975’te İzmir Radyosu’nun düzenlediği şarkı yarışmasına “Annem” adlı şarkısıyla katılıp birinci oldu. 1978’de ise İstanbul’da ilk kaydını yaptı: Necdet Koyutürk Orkestrası eşliğinde söylediği Erdener-Özdener Koyutürk imzalı “Sana Kul Köle Olmuştum” şarkısıyla 22 yaşında “cici” bir kız olarak boy gösterdi televizyonda da basında da... Ama içinde fırtınalar kopuyordu.
1982’de dönemin arabesk ve alaturka şarkılarını seslendirdiği “Yağmur Duası” uzunçalarını çıkardı. Birkaç bestesi de vardı bu albümde. Yıllar sonra “Aşıklar Parkı” adıyla tanıyıp seveceğimiz “Ben Yalnız Seni Sevdim” bunlardan biriydi. Ama olmuyordu bir türlü. Orta karar bir şarkıcı olarak kalmaktansa pes edip müziği bırakacaktı neredeyse... 30’una gelmiş, kocasından ayrılıp 12 yaşındaki oğlunu elinden tutarak İstanbul’a taşınmıştı. Evi geçindirmesi, oğlunu okutması gerekiyordu. Bir şirkete muhasebeci olarak girdi ama bu değildi istediği hayat. “Son bir kez daha deneyeyim” diye düşündü, “Gene olmazsa bu defteri kapatırım”.
Bir kent ozanı olarak kabul gördüğünün resmiİskender Paydaş’la birlikte kayıtlara başladılar ve bu kez oldu. 1992’de “Aynı Nakarat” diye inliyordu ortalık. Albümünün adı gibi “Bir Hadise Var”dı burada sahiden. Biraz dalga geçen, çokça acı çeken ama klişelere saplanmayan şarkılar... En koyu hüznünüze de, en zıpır neşenize de eşlik edebilen, “halden anlayan” bir tavır... Ne derece uzun soluklu olacağı o günden kestirilemese de farklı olduğu kesin bir nakarat. Bir şeyi ancak başka bir şeye benzeterek tanımlamaya alışık algımızla Nazan Öncel’i de İzmirli diye, beste yapıyor diye Sezen Aksu benzeri olarak gördük önceleri. Ama
o kendi kulvarından yürümeye devam etti.
1994’te “Misafir ol gel bana, börekler açarım sana” gibi, “Eveleme geveleme develeme bitti” gibi matrak pop şarkıları söylediği “Ben Böyle Aşk Görmedim”i yaptı, ardından da hâlâ en çok sevilen albümlerinden olan tamamen akustik “Göç”ü. Bu albüm bir çırpıda fazla satmasa da artık bir kent ozanı olarak kabul gördüğünün resmiydi. Onu adının önüne eklenecek sıfata neden olacak “Sokak Kızı” izledi. “Erkekler de yanar, bizi yatak paklar” gibi “olmayacak” şeyler söylüyordu bu sefer. “O sokak kızıydı, ona iyi davranmayın”dı. Nitekim bu sözünü bir sonraki albümde dinledi çoğunluk. “Demir Leblebi” bütün geçmişiyle hesaplaştığı, yenmez yutulmaz türden, çok sağlam bir albümdü. Ve sahiciliğiyle bizi aşıyordu. Çok hırpalandığı bu dönemin ardından beş yıl kadar haber alamadık Nazan Öncel’den.
Pop müziğimizin yeni beste fabrikasıDerken Tarkan’ın söylediği “Dudu” ve “Bu Şarkılar da Olmasa” geldi, ardından Özcan Deniz, Gülşen, Gülben Ergen... İlerleyen yıllarda Gökhan Özen, Aşkın Nur Yengi, Cenk Eren, Burcu Güneş, Alişan... Nazan Öncel pop müziğimizin yeni beste fabrikasıydı, çok fazla etliye sütlüye dokunmadan da pek güzel pop şarkıları yapabiliyor, ayırt etmeden isteyene veriyor, kendisini seven sevmeyen herkese dinletiyordu. Nitekim 2004’te çıkan “Yan Yana Fotoğraf Çektirelim” de bir çıkıntılığa kalkışmayan, şeker pembe bir pop albümüydü. Öyle politikaya filan “sokmayan”, tacize macize dokunmayan Nazan da başımızın tacıydı, “Hay hay buyursun gelsin”di.
Bundan sonra iki-üç yıl arayla “7’n Bitirdin”, “Hatırına Sustum” ve “Hayvan” albümlerini çıkaran Nazan Öncel’in çizgisi buydu. Neşeyle hüzün harmanlansın, dostların omzunda ağlansın, Gül Pansiyon’larda, manzaralı odalarda kalpler bırakılsın, sonra “direklerden dönülsün”, gene gülünsün... Bugünlerde çıkan yeni albümü “Bazı Şeyler”deki “Dostlar Kahvesi”nden söylersek: “Masamıza kuşlar konsun / Güller konsun / Şiir olsun / Bizi yine efkar bastı / Bir gram neşe olsun”.
Son albüm kadim dostu Tarkan’la birlikte söylediği şıkır şıkır oynatan “Hadi O Zaman” ile geldi. Ama albüm yine jilet attıran Nazan Öncel şarkılarıyla dolu. “Bir kapıdan girip öteki kapıdan çıkmadan” yaşanacak en sahici şeyin yine aşk olduğunu hatırlatıyor. Üstelik gittikçe
daha yalın ve bir o kadar etkili yazıyor. “Kahrolsun bazı şeyler” ile bir kez daha Gezi’ye selam ederken, büyüyemeyen çocuğumuz Ceylan Önkol’a da bir ağıt yakıyor.
Tanışmamızın üstünden 22 yıl geçti, deli dolu “sokak kızı”ndan “akıllı-deli” bir kadın çıktı. Belki içindeki zehri attığı için daha sakin ama hâlâ kendine ait bir sözü var ve hâlâ “halden” anlıyor...
Yazılmış en cesur şarkıydı
Nazan Öncel’in annesine “Tek tanığım sen, tek çarem sendin / Beni anlamak istemez miydin?” diye seslendiği “Demirden Leblebi” şarkısı, yaşadığı üvey baba tacizini anlatıyordu ve o güne kadar Türkçede yazılmış en cesur şarkıydı. “Elimden alınan hayatım / Çalınan masumiyetim / Sıkıyorsa biri kalkıp bir şey söylesin” diye kafa tutan dimdik bir kadın, çocuk tacizinin bunca sık yaşandığı bir ülkede baş tacı edileceğine yaşadığı felaketi malzeme etmekle suçlandı. Geçmişi, bugünü, kız kardeşinin eski kocası Akşit Togay’la yaptığı evlilik didik didik edildi, şarkısı yasaklanıp yeraltına gömüldü. Kırık kollu yenlerin ayakta tuttuğu ikiyüzlü ahlakımız bu “ayıbın” dillendirilmesine razı değildi. Üstelik öz babası da hayatta değildi artık, üvey olan da... “Şarkıları göndermek istediğim adresler vardı.
Ama onlar da kalktılar öldüler. Bütün yazdıklarım havaya uçtu” demişti.
“Güya yolundaymış her şey”
Nazan Öncel, Gezi olayları sırasında “Güya” diye bir şarkı yapıp kaydederek Nazan Öncel ve Çapulcu Orkestrası adıyla Youtube’a koydu. Altındaki mesajda ise “Onlar yurdunu seven, bu coğrafyada yaşayan, bu memleketin onurlu insanları. Haysiyetlerini korumak için seslerini yükselttiler. Ne mutlu bize ki güzel yurdumun güzel insanları, genciyle, yaşlısıyla, kadınıyla erkeğiyle siyasetten öteye bir gençlik hareketiyle ağacına, parkına, sinemasına, kültürüne sahip çıkılması gerektiğinin bilincindeler” diye yazmış, “Memleketim için, güzel günler için, onları hayranlıkla takip ediyor, cesaretlerini alkışlıyor, her birini bir dünya sevgiyle kucaklıyorum” demişti.