Asu Maro

Asu Maro

amaro@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

13 yaşındaydım, onunla tanıştığımda. Onyedi diye bir gençlik dergisi çıkıyordu, annemlerin gözünde benim yaşımın dergisi değildi, ben bayılıyordum, gizli gizli okuyordum. En çok da açılış sayfasındaki güzel gülüşlü “abla”nın yazısını. Kendisine abla densin ister miydi, sanmıyorum ama öyle bir okuyanla sohbet eder üslubu vardı ki, yazardan ziyade akrabalık ilişkisi kurduğumu söyleyebilirim kendisiyle; Duygu Asena.

Tez zamanda Kadınca’ya terfi ettim, ardından “Kadının Adı Yok”u okudum ve bir daha iflah olmadım. Şahane bir uyumsuz kadın kuşağının yetişmesine vesile oldu bence Duygu Asena. Çevremizde gördüğümüz modeli sorgulamayı öğretti çünkü. Bin tane feminist teori kitabına bedel, yalın ve net cümlelerle. Evet, neden mesela annemle babam beraberce işten eve geliyorlardı da birisi televizyonun karşısına, diğeri mutfağa geçiyordu? Erkekler daha mı çok yoruluyordu? Kadınlar çok mu bayılıyordu ev işi yapmaya? Kim karar vermişti bu düzeni böyle kurmaya? Peki, böyle devam etmek zorunda mıydı?

Haberin Devamı

Takdir edersiniz ki bu bilmiş sorularla insanların hayatlarına çomak sokmaya çalıştığın için çok da sempatiyle karşılanmıyorsun. “Fikirlerini kendine sakla” cümlesini duyuyorsun sık sık. Ama Duygu Asena’dan fikirlerimizi kendimize saklamamayı da öğrendik evelallah, hiç tanımadan üstlendiği akıl hocalığım için geç de olsa teşekkür etmiş olayım ona buradan.

Söyleşileri de bir başka
Çok da iyi bir röportajcıydı Duygu Asena. Yıllarca söyleşilere onun eski söyleşilerini okuyarak hazırlandım. En önemli becerisi karşısındakini dinliyor oluşuydu bence. Sonraki soruyu önceki cevaptan çıkarıyordu ve bu da akıp giden samimi bir sohbete tanık olduğu duygusunu uyandırıyordu okuyanda. Elimdeki kitabın önsözünü kaleme alan Filiz Aygündüz’den öğreniyorum ki bu genç gazetecilere öğütlerinden biriymiş zaten.

Doğan Kitap’tan çıkan “Zamana Değen Sorular” adlı kitapta Duygu Asena’nın 80’lerde yayınlanmış 24 söyleşisi var. Erdal İnönü’den Kadir İnanır’a, Türkan Şoray’dan Sezen Aksu’ya, Orhan Gencebay’dan Metin Akpınar’a 24 isim.

Önce eleştirilerim: İsterdim ki bu söyleşilerden fotoğraflar olsun kitapta. Gazete sayfası bile olurdu. Sonra, Duygu Asena “İyi söyleşinin başlığı konuşurken çıkar” dermiş, bu söyleşilerin başlıkları neden yok? Ve 24 kişinin 5’inin kadın olduğu bir dağılım Duygu Asena’nın tercihi olur muydu sizce?

Haberin Devamı

Öte yandan kitabın ne kadar eğlenceli olduğunu anlatamam. Ve düşündürücü de. O insanların ve ülkenin otuz yılda geçirdiği değişim açısından. Neler konuşulabiliyormuş meğer insanlar ne kadar dürüst cevap verebiliyormuş kimseyi kızdırır mıyım, karizmam çizilir mi diye düşünmeden. Tabii Duygu Asena da ne kadar güzel soruyormuş en “sorulamayacak” soruları. Atıf Yılmaz’a “Kadın filmi yapmaya devam edecekseniz biraz okuyun, yanlış yunluş şeyler yapıyorsunuz Deniz’in (Türkali) dediği gibi” diyebiliyor mesela ya da “Falanca sahneniz ne kötüydü”. O da olanca tatlılığıyla cevap veriyor. Şimdi bir yönetmene bunun dendiğini hayal etmeye çalıştım, olmadı. Egolar da mı daha düşükmüş o zamanlar acaba?

Okuyun mutlaka. Şimdi neden bu lezzette söyleşiler okuyamadığımızı, zaten bir menajer basın danışmanı heyeti huzurunda yapıldığı için o yakınlığın tesis edilemediği söyleşilerin bir de aynı heyet tarafından kontrol edilmiş halinin neden çoğunlukla sade suya tirit olduğunu da düşünün tabii. Bizim sorular zamana değemeyecek korkarım.