Önce duygusal alkışlar... Hüzün ve sevginin yarattığı bir tablo. Tribünlerin gönlündeki kahraman Quaresma... Gidecek mi, kalacak mı belli değil... Belki de veda maçını oynadı adam, bilmiyoruz. Ama hak ettiği alkışlarla selamlanıyor. Beşiktaş taraftarlarıyla Portekizli adeta “helalleşme” ritüeli sahneliyorlar.
Evet, alkışlanmak güzel. Helalleşmek de öyle. Futbolseverler ve Quaresma sevgi ikliminde buluşuyorlar. O iklimde fırtınalar, hüzünler de var. Ayrılıklar da dahil, biliyorsunuz. Bu adam dün bir de kırmızı kart gördü ayrıca... Acaba bu kart Türkiye’deki kariyerinin sonunu mu ifade ediyor? Kırmızı kartın kararı hakeme ait. Doğru bir karar bu. Her neyse... Her ne yaptıysan iyi niyetle, koştun, çalıştın, topa vurdun, şutunu çaktın, ortanı yaptın... Elinden (ve de ayağından) geleni yaptın. Helal olsun, biz seni sevgiyle alkışlıyoruz. Obrigado... Teşekkürler yani Ricardo... Kalırsan yine beraberiz. Gidersen, özleriz.
Bir de ıslıklar var... Burak Yılmaz’ın Beşiktaş’a dönüşü, takıntılı bazı gruplar tarafından pek de hoş karşılanmıyor. Tribünler ikiye bölünmüş gibi. Yarısı alkış, yarısı ıslık... Bu ıslıklar eskimiş ve dinmemiş öfkenin dışa vurumuysa, yine de siz bilirsiniz. Ama
Kimseyi suçlamadan, aşağılamadan eğri oturup doğru konuşalım.
VAR sistemi, uygulamaya konduğu ilk yılında önemli arızalar ve aksaklıklar gösteriyor.
Trabzonspor-Başakşehir, Bursaspor-Fenerbahçe maçlarında Süper Lig’in en iyi hakemleri (Halil Umut Meler ve Cüneyt Çakır) tartışmalı karar ve uygulamalarından dolayı yoğun eleştirilerin odağına yerleşiyor. FİFA kokartlı iki hakemin haksız ve adaletsiz sonuçlar doğuran hatalı kararlar verdikleri ileri sürülüyor. Tek tek pozisyon, kart, faul analizi yapmayacağım. Bunlar, TV programlarında - usandıran bir yoğunlukla - zaten konuşuldu, tartışıldı.
Biraz geri çekilip, daha geniş bir açıdan kişilere ve sisteme bakmakta yarar var.
VAR sistemi yanlış kararları önlemek konusunda vicdanla teknolojiyi buluşturdu. Bu bakımdan sistemi benimsemeliyiz. Ne var ki bu sistem yapay zekanın yönetiminde değil. Yine insanlar tarafından uygulanıyor.
Uygulamadaki önemli arızalar da şunlar: Cüneyt Çakır, Cuma akşamı Akhisarspor - Beşiktaş maçında VAR hakemi... Pazartesi akşamı da Bursaspor - Fenerbahçe maçını yönetiyor. Sahada.. Kulaklık ve mikrofonu takılmış. Düdüğü ağzında. Hüseyin Göçek, Cumartesi akşamı Y. Malatyaspor - Göztepe maçını yönetiyor.
Ocak transferi sadece futbolseverlerle taraftarların değil, takımların da başını döndürmüş anlaşılan... Akhisarspor - Beşiktaş Süper Lig ikinci yarısının açılışını yaparken sanki bir tanışma toplantısındaydılar. Yenilenen kadrolarla (elde kalanlar ve gelenler) tempoyu, hücum ve savunma prensiplerini, önde ya da her yerde baskıyı filan kendi haline bırakarak ağır çekim bir oyun sundular bize. Hiç şikayet etmeyelim, normaldir.
Akhisarspor, Galatasaray ve Fenerbahçe’yi aynı skorla (3-0) yenebilmiş bir takımdı. O nedenle Cihat Arslan ve futbolcularının özgüveni yerindeydi. Ya Beşiktaş ? Onlar da öyle göründüler. Rahat ve sakindiler.
Pepe ve Babel gibi iki önemli oyuncunun uçup gitmesi can sıkıcı olabilirdi ama, Burak Yılmaz da ferahlık vaadediyordu. Akhisarspor’un iki stoperi Lopes ve Caner bu tehlikeli adamı perdelemek, durdurmak için çok fazla zorlanmadılar. Niye ? Birincisi, Burak Yılmaz, fizik olarak ne kadar hazır olursa olsun, maç tecrübesi, oyun oynama frekansı boşalmış bir adamdı. O boşluğu doldurması zaman alacaktı... İkincisi, Beşiktaş da Burak Yılmaz’la ilk defa buluşuyordu. Yine de yaptığı koşularla, attığı 1 isabetli şut ve 1 kafa vuruşu ile varlığını ortaya koydu.
Spor gündemi hızla dönen bir anafor gibi futbola kendini kaptırmış, gidiyor.
En çok konuşulan da merak edilen, beklenmedik sürprizlerle her geçen gün yeni bir boyut kazanan “Ocak Transferi”... Gönderilmesi istenenler, bir türlü gönderilemeyenler... Kadroda var sayılarak Süper Lig’in ikinci yarısında takımlarının “temel”ini oluşturması planlanan ama bir anda kuş olup uçuverenler...
Milyonlarca euroluk “ödenmemiş” alacaklara takılanlar, bu alacakları ya da borçları pazarlık konusu ve tehdit aracı olarak kullananlar...
Hepsi ocak transferinde.
Neresinden tutsanız elinizde kalıyor. Dikkat: Siz de anafora kaptırırsanız kendinizi aklınız bir yerde karaya vurur, ruhunuz da bilinmez iklimlere savrulur.
O yüzden hak ettiği -gerçekleşmiş- ücreti ödenmediği halde “ Git kendine kulüp bul” denilerek kulübünden dışlanan Serdar Aziz örneği ibretlik bir öyküdür. Serdar Aziz, 1,8 milyon euroluk alacağını aylardır alamıyor. Teknik Direktör Fatih Terim tarafından kapıya konuluyor. Alacaklarından vazgeçerek sözleşmesinin feshedilmesini isteyen Serdar Aziz’e Galatasaray yönetiminin verdiği yanıt: “Alacağını ödeyelim, sen de 2016’da senin için ödediğimiz 4,5 milyon euroyu getir, istediğin yere
Türkiye Futbol Federasyonu Başkanı Yıldırım Demirören ile Türkiye Bankalar Birliği Başkanı Hüseyin Aydın’ın A Spor özel programında verdikleri mesajlar açık, seçik, kesin ve net: Borçları sıfırlamak yok, yeni kredi de yok, yapılandırma var.
Projeyi bayram ilan edip yeni borçlanmalar ve parlak transferler için elini ovuşturanlar da oldu önce... Mevsimidir, diyerek yerel seçimler arifesinde bu projeyi siyasi yatırım olarak görenler, salt bu nedenle karşı çıkanlar da.
Oysa sadece akıl, sadece ekonomi hükmünü icra ediyor, o kadar.
Başkan Hüseyin Aydın’ın dediği gibi, TBB hemen her dönemde, ekonomik sıkıntıya giren sektörlere yardımcı oluyor, onların nefes almasını sağlıyor ve borçlarını yeniden yapılandırarak bir “can suyu” veriyor. Futbol da böyle bir sektör. Önemli gelirleri var. Bu gelirler kontrolsuz harcamalar, 10 milyar TL’ye yaklaşan aşırı borç yükü nedeniyle yetmemeye başlamış. O nedenle olay, UEFA Finansal Fair Play yaptırımlarına kadar uzamış.
Şimdi yeni bir döneme hazırlanıyor Türk futbolu. UEFA Avrupa Kupaları’na katılacak olan kulüpleri de kapsayarak, profesyonel liglerdeki tüm kulüpleri gerçekçilikle denetlemeye alıp “lisans” talimatının gereklerini yapmaya, daha da
“Özür dilemek, sizin haksız olduğunuz, karşı tarafın da haklı olduğu manasına gelmez. Karşınızdaki insana verdiğiniz değerin: egonuzdan yüksek olduğunu gösterir.”
Psikanalizin kurucusu Avusturyalı nörolog Sigmund Freud’un sözleri... Bilimin imbiğinden süzerek tarihe yazdığı bu sözler çok kıymetli.
Özellikle özür dilemeyi onur meselesi yapanların bir kez daha düşünmeye davet edildiği en azından 150 yıldan beri eskimeden değerini koruyan bir mesaj.
Freud’u bu köşeye konuk etmemin nedeni elbette sır değil. Fenerbahçeli Volkan Demirel, Trabzonsporlu Onur Recep Kıvrak ve Galatasaraylı Serdar Aziz’in kariyerini “özür dileme” kavramı belirleyecek.
Sondaki adam Serdar Aziz, zaten hata yaptığını biliyor. Özür dilemek için Fatih Terim’in Amerika’dan dönüşünü bekliyordu. Bugün-yarın bu işin çözülebileceğini ümit ediyorum.
Hastalığı nedeniyle takımının son Sivasspor maçında forma giymeyen, ama Maldivler’de tatile giden Serdar’ın, eşi Tuğçe Aziz tarafından instagramda yayınlanan fotoğrafı Galatasaray’da kıyametin kopmasına neden oldu. Terim’in gözden çıkardığı milli futbolcu, özür dileyerek kendini affettirmeye çalışacak. Terim kimleri affetmedi ki! Serdar’ı da affedebilir. Kaldı ki
Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak’ın önerisiyle Türkiye Futbol Federasyonu ve Bankalar Birliği’nin kulüplerin borçları, finansal tabloları ve daralan bütçeleri konusunda yaptığı çalışma önemli ve değerlidir. Bugüne kadar kulüp kongrelerinde, divan toplantılarında çeşitli muhasebe atraksiyonları, dernek - şirket bilançolarının farklı biçimde ele alınmasıyla gerçek finansal tablo ortaya çıkarılamamıştır.
Bu çalışma en azından kulüplerimizin sakat bilançolarının MR’ını çekecektir. Sakatlık nerede, hangi tedavi gerekiyor? O da geniş çerçeveli bir uzmanlar ekibinin raporundan çıkabilecek bir operasyonu gerektirebilir. Bu bozuk tabloları devlet ya da bankalar eliyle düzeltmek de büyük proje işidir.
Bu etüd çalışmasına en azından doğru bir tanı konacağı için saygı duymalıyız. Gerisi bankaların devletin teşviki ile yeni bir kredi olanağını sunmasıdır. Bu kredilerin uzun vadeli (5 yıl) geri ödemeli finansal düzenlemelerin de sürdürülebilir olmasını ümit edebiliriz.
Olur mu olur...
Gurur, hüsran, öfke ve heyecan... 2018’in bu son çarşambasında Türk sporunun macerasını böyle özetleyebiliriz.
Gözümüzü skor tabelasından ayırmıyoruz ya, işe performanstan başlayalım...
Dünya Kısa Kulvar Yüzme Şampiyonası’nda 21 yaşındaki Hüseyin Emre Sakçı, final yüzen ilk Türk sporcusu oldu. 50 metre kurbağalamada 25.89’luk Türkiye rekoru onu beşinci sıraya getirdi. Çok desteklediğimiz, gözümüzün nuru diye sakındığımız nice yüzücü evlatlar yıllarca peş peşe elenirken İzmirli Emre’nin bir A finali yüzmesi, gurur duyulacak bir olaydır. Umut vaadetmektedir.
Deniz Selin Üstündağ da öyle. Avrupa Yıldızlar ve Gençler Eskrim Şampiyonası’nda kılıçta altın madalya kazandı. Onun da Tokyo 2020’ye bir selamı var yani.
Mete Gazoz da var... Okçuluk Avrupa Grand Prix sıralama turlarında 70 metrede ulaştığı 686 puanla birinci sıraya yerleşti. Eh, artık ondan da bir madalya bekleyebiliriz artık! Okçuların takım halinde 3 altın, 1 gümüş, 1 bronzuna da selam olsun.
İbrahim Çolak, artistik cimnastikte kararlı yürüyüşünü sürdürüyor. Avrupa’da halkadan gümüş madalya çıkardı. Adını alan özel hareketi var üstelik.
Türk güreşi, son yıllarda sergilediği yükselmeyi sürdürdü. 87 kilo grekoda Metehan Başar’ın