Hava buz gibi, sıfırın altında 10 derece... Saha yerden ısıtmalı ama zemin kaygan. Oynamak da zor, topu tutmak da zor, atmak da! Buna rağmen Galatasaray için Şampiyonlar Ligi’nin beşinci maçı, Moskova’daki puansız ev sahibi karşısında bahar sıcaklığı yaratabilir, ortalığı aydınlatabilir. Paramparça ve dağınık sürece biraz olsun mutluluk katabilirdi.
Olmadı. İçeride yaşadıkları sıkıntıların ve yanlışların bedelini dışarıda ödediler.
Fatih Terim ve kadroda eli ayağı tutup oynayabilecek tüm futbolcular, ceza engeli olmadan özgürce Şampiyonlar Ligi heyecanı yaşayabilirlerdi. Yapamadılar. Ne yazık ki etkisiz, verimsiz, niyetsiz ve tepkisiz oyunlarıyla umut vaat eden bir varlık gösteremediler.
Fatih Terim, dörtlü savunmada tedavi sonrası Nagatamo’ya görev verirken, Ozan-Serdar ortaklığıyla da beklediği stoper direnişini gerçekleştiremedi. Savunmanın en diri, en iyi adamı Linnes’di dün. Önce rakibe kendi kanadından hücum fırsatı vermedi. Asıl katkısını ise sağ kanattan yaptığı bindirmeler, isabetli ortaları ve hücum organizasyonlarıyla gösterdi. Ndiaye ve Donk kolay ve tembel pasların dışında hiç bir varlık gösteremediler. Donk’un ağırlığı ve reflekssiz oyunu Galatasaray’ın yediği ilk golle
Cocu ya da Koeman bir yana bizimkiler bir yana...
Süper Lig’deki 18 takımdan 1’inin teknik direktörü yabancı, 17 takımın teknik direktörlüğünü yerli hocalar yapıyor.
Acaba Türk antrenörlüğünde bir patlama mı var? Öyle ise bu patlamayı hangi başarıya borçluyuz?
Birkaç aydır bu sorunun peşinde koşuşturup duruyorum. Rahmetli Metin Türel ağabeyimizle de konuşmuştum. Dostlarla konuşmayı da sürdürüyorum.
İşte onların anlattıklarından bazı pasajlar:
Son yıllarda futbolumuzda ve ligimizde başarılar hep yerli hocalarla yaşandı. Ama aynı zamanda her yıl 3 takım da yerli hocalarla ligden düştü. Sezon içindeki peşpeşe antrenör değişikliklerine bakarsak, 9 yerli hoca üç takımı düşürmüş olabiliyor.
Teknik direktörler “hep Türk” olunca, haliyle şampiyon da Türk antrenör oluyor. (Şenol Güneş, Fatih Terim gibi)... İşler kötüye gittiğinde çare yabancı hocada aranıyor. Hidding ve Lucescu çare olamıyor.
Önceden ilan edilmiş, bilinçli bir uygulama mı? Bilmiyoruz. Tüm detayları, kadrosu ve bütçesiyle başlatılan bir proje mi ? Sanmıyoruz. Şenol Güneş’in böyle tercihleri vardı eskiden. Geçmişte kalan tercihler. Genç adamlarla takviyeli onbir, onun tercihi miydi? Hayır!
Beşiktaş’ın “sağlığı” bozuk... Hem fizik, hem de moral sıkıntıları var. Oyuncu kadrosunda peş peşe sakatlıklar şaşkınlık yaratıyor. En ilginç olanı da takımın en usta , en profesyonel oyuncusu Adriano’nun uçak kalkmadan bir kaç saat önce kendini iyi hissetmemesi. Doktorlara göre herhangi bir bulgu yok. Ama ağrıları olduğunu söylüyor. Yapacak bir şey yok. Niye böyle hissediyor? O çok ayrı bir sorun. Belki de tamamen duygusal nedenlere dayanıyor, kim bilir?
Her neyse... Şenol Hoca’nın sahaya sürdüğü onbir daralan kadrodaki zorunlu tercihiydi. Tarih, yoklukların, sıkıntıların ve yenilmişliklerin içinden çıkan zaferlerle dolu. Beşiktaş’ın zor rakip Ankaragücü karşısında ilk yarıyı 3-0 önde bitirmesi, yüksek tempolu, yardımlaşmalı, mutlaka iyi çalışılmış bir takım oyununun sonucuydu.
Sırbistan formasıyla iki gol atıp sapasağlam İstanbul’a dönen Adem Ljajic, topu yere indiren adamdı dün. Bu etkileşim Caner ve
Lucescu ve Milli Takım sorunlarının ötesinde bizim temelden çözmemiz gereken sıkıntılar var. UEFA’nın Finansal Fair Play ilkelerine bir türlü ayak uyduramıyoruz. Sürekli Nyon’a gidip gelen ekipler, CAS’a verdiğimiz itiraz dilekçeleri ile ceza var mı yok mu bilmecelerini çözmeye uğraşıyoruz.
Bugünlere nasıl geldik? Gözümüz skor tabelasında, ille de şampiyonluk turlarında olduğu için, her türlü harcamanın denetimsizliğiyle geldiğimiz yer burasıdır. 3 büyük kulüp ve Trabzonspor’un toplam borcu 11 milyar TL civarında. Borç sarmalı içinden çıkılır hale gelmeden daha da kötü günler görebiliriz.
Sık sık gündeme gelen bir Kulüpler Birliği formülü var. Bugünkü statüsüyle vakıf olarak Süper Lig kulüplerinin ortak sesi olmaya çalışan T.K.B.V., Türkiye Futbol Federasyonu’nun Süper Lig’i kendilerine bırakmasını talep ediyor. TFF’nin sadece hakem ve antrenör eğitimi, hukuk işleri, ceza ve Milli Takım konularında etkinlik göstermesini, yayın haklarını kendilerinin pazarlamasını istiyorlar.
İlk bakışta hemen uygulanabilir gibi görünen bu taleplerin gerçekleşmesi o kadar kolay değil. SPK eski üyesi ve federasyon mali işler eski sorumlusu dostum Erdal Batmaz’a göre daha temelli, yapısal değişimler
Maçın skorunu bir yana bırakalım. Çoktan beri unuttuğumuz oyuna bakalım. Oyunu unutunca oyuna saygıyı da bir kenara bıraktık. O zaman da ortadaki telaşenin anlamı kalmadı.
Oyuna baktığmızda keyifli ve heyecanlı bir ilk yarı izledik. Tempo biraz yavaş olsa da hem Türkiye’nin hem de İsveç’in kontrolu bırakmadan akıllıca hücum tasarladığını, kazandığı topu harcamadan kaleye inmekte ısrar ettiğini gördük. Hücumda baskılı oynamamıza rağmen, orta alanda kaptırdığımız bir topla ağır bir fatura ödedik.
Lucescu’nun yerinde bir tercihle geri dörtlüde Kaan Ayhan’ı sahaya sürmesi çok yararlı oldu... Kaan - Çağlar ikilisi savunma göbeğinde çok dikkatli ve uyumlu oynadılar. (Ama ah... O topu kaptırmayacaktın Çağlar.) Sağbek Zeki sol kanattan sık sık tehlikeli ataklarla gelen Olsson’a karşı dirençli bir oyun çıkardı. Solbek Hasan Ali ise ikiz görevini (savunma-hücum) başarıyla yerine getirdi. Larsson baktı ki olmayacak, hücumu ikinci plana itip Hasan Ali’ye markajı önceledi. Bizim çocukların savunmadaki dinamik ve uyumlu performansı, orta alan - hücum oyununda da - ilk yarıda gol atamamamıza rağmen - olumlu gelişmeler gösteriyordu. Okay ve Mahmut, merkezi sağlama alırken, Cengiz, Yunus Mallı,
Galatasaray Başkanı Mustafa Cengiz, bir türlü susmuyor. İddiaları, eleştirileri son bulmuyor. Anlaşılan o ki sosyal medyada estirilen öfke fırtınası Başkan’ı fena halde etkilemiş.
Kin ve nefret söyleminden sonra basın toplantısında Hukuk Kurulu’nun (Hukuk Müşavirliği demeye çalışıyor) derhal istifa etmesini istiyor. Gerekçesini de şöyle açıklıyor: “Niye bizden 13 kişi de karşı taraftan (Fenerbahçe) sadece 2 kişi?”
Ne yapacaktı Hukuk Müşavirliği? Fenerbahçe’den yedek kulübesi de dahil, 13’ü tamamlayacak isimlere sevk dosyası mı açacaktı? Bunu anlamak zor.
Asıl hedefinde Fırat Aydınus var: “Hakem oyunu durdurmadığı için hatalıdır. Serdar Aziz’e yapılan penaltı. Ben Fırat Aydınus’un yerinde olsam artık Galatasaray maçlarına gelmem. Tavsiye etmiyorum!”
Derbi sonrası herkes bir tarafta toplandı. Ortada sadece Fırat Aydınus kaldı.
Sayın Başkan, biraz dikkatli baksanız... O son dakikada Galatasaray hücum ediyordu. Hücumu kesip Belhanda-Soldado itiş-kakışına müdahale edip faul vererek oyunu soğutsaydı, Galatasaray’ın gol şansını perdelemiş olmaz mıydı?
Kavgayı önlemek için gereğini yapmamış... Bu da başka bir iddia.
İlk kez 11’de forma giyip sahaya çıkan gurbetçi delikanlı Güven Yalçın, 11’de attığı kafa golüyle (asist Quaresma’dan) tribünleri coşturuyor.
Sadece üç dakika... Beşiktaş’ın golden sonraki mutluluk süresi bu kadar. 14’te kornerden gelen topa kafa koyan Braz (yoksa Oğuzhan (kk) mı?). Mutluluk ve umuttan endişeye geçiş yapıyor tribünler. Endişelenmekte çok haklılar.
Beşiktaş Fabri’den sonra kaleci sorununu çözemedi. Takım kalecilere, kaleciler (Karius ve Tolga) savunmaya güvenmiyor. Pepe ve Vida’yı Dünya Kupası’nın en fiyakalı oyuncuları arasında seyretmedik mi? Evet, ama Beşiktaş’taki mesaileri burada o kadar şık durmuyor.
Sivasspor karşısına çıkan takım yine Quaresma ve Babel’in becerilerine, tecrübesine bel bağlamış durumda. Santrforun arkasında oynayan Ljajic de topu yere indirip kalabalık içinde bir delik arıyor ama henüz adam geçebildiğini göremiyoruz.
Bir de Atiba - Oğuzhan ikilisi var. Konkordato ilan etmiş tüccar gibiler. Top kaptırıyorlar, oyunu yavaşlatıyorlar. Hücuma da savunmaya da yaramıyorlar. İlk golde topa kendi kalesine doğru müdahale eden Oğuzhan ikinci Sivas golünde de Emre Kılınç’a ikramda bulunan kişi. Hayır, Oğuzhan Dolmabahçe’de değil, Vodafone Park’ta
Erwin Koeman, Anderlecht karşısına çıkan on birle hem niyetini ortaya koydu, hem de tribünlere beklenen mesajı verdi: Maçı kazanmak için buradayız. Haydi bir an önce golü atalım.
Kadıköy’de çimene sürdüğü 11 adamın en az dördü, Valbuena, Ayew, Slimani ve Frey hücumcuydu. Onlara ek olarak Eljif Elmas ve Jailson da topu kazandıklarında zaman kaybetmeden öndekileri pozisyona sokmak çabasındaydı ama, asıl önemli hamleler geri dörtlünün iki bekinden -Şener ve Hasan Ali- geldi. Özellikle Hasan Ali. Sol kanattan taşıdığı topla ceza alanına kadar indi, sonra da Slimani pas beklerken dar açıdan şut atıp gol şansını denedi. Olmadı.
Fenerbahçe’nin 2-2’lik Anderlecht ve Galatasaray maçlarından sonra özgüveninin yükseldiğini gördük. Bunda kuşkusuz Koeman’ın yeni açılmış beyaz sayfadaki kredisiyle kadronun Cocu dönemindeki baskıdan uzak kalmasının da rolü vardı.
Olumlu görüntülere rağmen kopuk kopuk oynadı Fenerbahçe. Topla oynayan takım Anderlecht’ti. Sarı-lacivertliler kazandıkları toplarla istedikleri sayıda şut atamadılar. Hücum organizasyonunda son vuruş için alternatif yaratacak birden fazla oyuncuyla rakip ceza alanına giremediler. Anderlecht kazandığı toplarla çok iyi bir pas oyunu