Neresinden bakarsanız bakın, Beşiktaş travmalı. Ziraat Türkiye Kupası yarı final maçında yaşanan olaylar sadece Fenerbahçe’yi değil, Beşiktaş’ı da sarstı. Şimdi her iki taraf “mağdur” olduğunu iddia ediyor ... İşte bu “mağduriyet” hali, siyah-beyazlı takımın ligdeki oyununu da etkiliyor ister istemez.
Travmayı henüz atlatamayan takımın arıza üstüne arıza çıkardığını görüyoruz.
İşte onlardan birincisi: Beşiktaşlı hücum oyuncuları, rakip ceza alanı ve ceza yayının üzerinde sürekli top kaybediyorlar. Oğuzhan, Talisca, Babel ‘in kaybettiği, kullanamadığı, kaptırdığı toplar, dakikalar geçtikçe Malatyaspor’un iştahını ve motivasyonunu artırıyor.
Quaresma’nın kullandığı korner atışında rakipten seken topla buluşan Negredo, beklenen golü atıyor ama, öne geçmenin sefası sadece 20 dakika sürüyor. Onca kaptırılan toptan sonra Malatyaspor oyuna ortak oluyor. Dahası, Fabri kurtarmasa fazlasını da yapacak fırsatlar yakalıyorlar.
Efendim ikinci arıza da şu: Beşiktaşlı futbolcular asla ikili mücadeleye girmiyorlar. Bu satırları yazmaya başladığımda Beşiktaş’ın yaptığı faul sayısı 5, Malatyaspor’unki 9’du. Bu çekingen, statik ve “gelgeç” oyunun nedeni ne acaba?
Hafta sonunda oynanacak Galatasaray maçı
Kadıköy’deki Kupa rövanşı netameli... 2-2 beraberliğin finale yol vermesi için Beşiktaş’ın mutlaka kazanması (ya da olmayacak hesapla 3-3’e bağlaması) gerekiyor. Fenerbahçe ise ilk maçtan avantajlı çıktığının farkında. Yine de bir kazaya uğramamak için Kocaman’ın kontrollu oyun esasına ayak uyduruyor.
Asıl konuşulması gereken Şenol Güneş’in seçtiği 11... Rotasyon, dinlendirme filan hak getire. Şenol Güneş, ligdeki şampiyonluk yarışını sürdüren kadroyu aynen Kadıköy’deki Kupa maçında da oyuna başlatıyor. Zor maçlar arifesinde merak uyandıran bu tercih sorgulanmalı.
Oyunun ilk yarım saati dolarken ilk arızaya tanık oluyoruz. Pepe ile Josef de Souza’nın top kazanma mücadelesinde Portekizli, evet, rakibinin ayağına basıyor. Bu basmada kasıt yok. Kaza var. Acımasızlık ve şiddet söz konusu değil. Kurallara göre Kalkavan’ın Pepe’ye sarı kartla yetinmesi gerek. Hayır, fauller ve fena hareketlerle sarı kartlarda anlaşılamayan, çelişkilerle dolu kararlar veren Mete Kalkavan Pepe’ye doğrudan kırmızı kart gösteriyor. Kalkavan’ın kariyerine yakışmayan bir hata.
Geçen hafta oynanan Galatasaray - Başakşehir maçında Halil Umut Meler, Arda’nın ayağına basan Donk’a bırakın kırmızıyı, sarı kart bile
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Ak Parti Başakşehir ilçe kongresinde Medipol Başakşehir’in ligdeki şampiyonluk mücadelesine değinerek gençlere seslenmesi spor ve siyaset gündeminde tartışma yarattı. Cumhurbaşkanı hem bir yerleşim projesi, hem de sportif bakımdan iyi bir model olduğuna inandığı Başakşehir’e önem veriyordu.
Erdoğan, gençlere hitaben şunları söylemişti :
“- Tribünleri Başakşehir gençliğinin doldurması lazım. Gençler buna var mıyız? Şampiyonluğa oynuyorsunuz. Tribünlerin dolması lazım. Bunu halletmeniz lazım. Bakın aniden bir sürpriz yaparım, Başakşehir’in bir maçına gelirim... Tribünleri boş görürsem olmaz.”
Tam da Süper Lig’in iki zirve takımı Galatasaray - Başakşehir maçının arifesinde söylenen bu sözler, sert rüzgarlar estirdi.
Birincisi, “Reis’in şampiyonluk için Medipol Başakşehir’i işaret etmesi. İkincisi hakemlerin bu istek doğrultusunda düdük çalıp karar vererek sonuca gidecek yolu açması. Üçüncüsü de alışılmış bir sözün sporda da geçerli olması: “Reis ne diyorsa o!”
Medyada da farklı ve sert yorumlar yapan arkadaşlarınız var. Görüşlerine saygı duyuyorum.
Kendi penceremden bakınca vaziyetin hiç de öyle olmadığını söylemem gerekiyor. Ama önce şuradan
Hoş geldin Quaresma... Fenerbahçeli Souza’nın provokasyonuyla aşırı tepki gösteren Portekizli, beş haftalık cezanın ardından takım arkadaşları ve taraftarla buluştu. Gördük ki yolu gözlenen Q7 maçın “mana ve önemi”ni taşıyan “esas oğlan” değil.
Beşiktaş’ın Akhisar karşısındaki esas kahramanı Ryan Babel’di dün... Evet, takımın tamamı çok koştu, çok çalıştı... Büyüklere içeride - dışarıda kök söktüren ve artık Süper Lig’in gamsızları arasında yer alan Akhisar karşısında çok da zorlanmadan rahat goller buldu. O gollerin ikisini atan Babel, tartışmasız takımın en istikrarlı oyuncusu olduğunu bir kez daha ortaya koydu. Bir de Negredo var... Tüm iyi niyeti ve futbol bilgisine rağmen aradığı golleri bir türlü bulamayan Negredo da özlediği biçimde skor tabelasına adını yazdırdı.
Yine de görmezden gelmeyelim. Quaresma’nın dönüşü, Beşiktaş’ın oyuna hükmeden, maçın efendisi olmasına yeten olaydı. Onun sağ kanattaki oyunu, topla sıkça buluşup rakiplerini bunaltırken takım arkadaşlarını rahatlattı ve dinlendirdi. Dahası, Q7’nin sağ kanattan yaptığı ortalar ve oyun kurgusu, Babel, Talisca ve Negredo’nun hücumda birbirlerine yakınlaşmasına yaradı. Aynı biçimde Caner’in de sol kanattan
Şahane bir ligimiz var. Haftalar ilerledikçe kördüğüme dönen, şampiyonluk bilmecesini çözülmez bir muammaya dönüştüren sonuçlar, her şeyden önce futbolun büyüsünü ortaya koyuyor. Milyarlarca insanın tutkusunun boşuna olmadığını görüyoruz. Ligin en güçlü takımları, kurtuluş mücadelesi veren takımlara karşı kaybedebiliyorlar.
Şampiyonluk yarışının nasıl biteceği, hangi maçtan sonra zafer turunun atılacağı belli değil. Her hafta sürpriz, her hafta çarpıcı sonuçlar...
Her maça ayrı ayrı damgasını vuran futbolcular. Siz birinden muhteşem goller beklerken, başka biri çıkıyor ve attığı golle gösteriyi bitirip ışıkları söndürüyor.
Süper Lig , tarihinde görülmemiş bir final süreci yaşatıyor.
Helal olsun... Zirvede değiş - tokuşla mücadele edenlere de “öteki” takımlarda ter döküp yol haritasını çizenlere de..
Geçen hafta Başakşehir kendi rutiniyle oynayıp Y. Malatyaspor’u 1-0 yendi, Beşiktaş, Demba Ba polemikleriyle gerilen maçı peşpeşe attığı gollerle çabucak yumuşattı. Göztepeli Demba Ba da biri direkten dönen üç klas şutuyla kirli vicdanlara harika bir darbe indirdi. Polemik ve spekülasyon ahalisini yeni işler (!) aramaya gönderdi. Fenerbahçe’nin Kadıköy’de 5 santimlik piero (!)
İğne üstünde oturarak bir maç izledik. Bizim işimiz vardı, oynayanlarla bir derdimiz yoktu. Ama Galatasaray ve Gençlerbirliği taraftarları bıçak sırtında, soluk soluğa, bazen de solukları kesilerek garip bir oyunun tanığı oldular.
Ümit Özat, hayatının belki de en savunmacı rolünü üstlenip takımını beşli savunma, orta alanda savunmaya özen gösteren dörtlü bir grup ve ileride Deniz ile başladı.
Galatasaray ise Fernando, Selçuk, Feghouli, Rodrigues ve Belhanda ile hücum boruları çalıyordu. Golü bu kadar arayıp bu kadar uzağında durmak ligin lideri için hiç de yakışmayacak bir görüntüydü. Fatih Terim ilk yarıda Gomis’in ayağından tek şut atamayan, Selçuk’un uzaktan iki denemesiyle gol arayan takımının savunmada da sıkıntılı olduğunu gördü. Nasıl sıkılmasın? Manu’nun getirdiği topla Muslera’yı geçen Deniz Yılmaz’ın öyle bir düşüşü var ki, Cim-Bom’u o anda mucize kurtardı.
Zaten Fatih hoca ile mucizenin biraraya geldiğini sık sık görüyorduk. Bu da gerçekten onlardan biriydi. Galatasaray kanatlardan ve orta alandan etkinlik yaratamayınca umudunu Belhanda’ya bağladı. Ama ne gezer? Belhanda rüzgara tutulmuş mum alevi gibi hiç bir şekilde oyunu açamadı, aydınlatamadı ve hayal
Kart cezaları nedeniyle neredeyse cezaevine dönüşen Beşiktaş dün Vodafone Park’ta Göztepe gibi kıymetli bir takımı farklı yenerek herkesin kuşkuyla baktığı oyunu coşkuya çevirdi.
Haftanın en çok merak edilen sorusu, Atiba-Tolgay ve Oğuzhan’ın yokluğunda Beşiktaş Futbol Takımı’nın kimyasının bozulup bozulmayacağı idi. Dün gördük ki, Medel ve Necip ile oyun merkezini oluşturan Şenol Güneş seçimini çok iyi yapmış.. Artık eskisi gibi, “Isıramayan” ve yavaşlayan Atiba ile son haftalarda top kayıpları yapan Tolgay’ın zoraki dinlenmesi Medel ve Necip gibi formayı özleyen, fırsat gözleyen, gözüpek ve kararlı adamların işbaşı yapmasına neden olmuş... İkisi de olağanüstü bir ciddiyetle oynadılar. Şu kadarını söyleyeyim: Medel’in attığı golle, yerden kafa ile havalandırdığı topu Tosic’in kafasına gönderen Necip’in asisti bu “çapa” adamların fizik olarak ne kadar sağlam olduğunu, mental bakımdan ne kadar hazır ve moral bakımından ne kadar da mutlu olduklarını göstermeye yeter. Sadece oyun merkezi değil sahanın her yeri Beşiktaş’ın zenginliği ve güzelliği ile doluydu. Tam da Şampiyonlar Ligi standardında bol paslı, çabuk, çok yaratıcı, bol pozisyonlu bir oyun çıkardılar... Hakçası biraz
Kimse yanlış anlamasın. Bu yazının Fenerbahçe kongresiyle, başkan adaylarıyla hiçbir ilgisi yok. 20 yıldan beri amatör spor dallarına yapılan harcamaların, ödenen vergilerin bir şekilde kulüplerden alınmaması için çaba gösteren, devlet desteğini her zaman yetersiz (!) bulan Başkan’ın nihayet derdini anlatabildiğini, hayalindeki hedefin gerçekleştiğini bir kenara not edelim.
Türk sporunda olimpiyat oyunlarına en çok sporcu gönderen kulüp olarak saygıyı hak eden Fenerbahçe, amatör (!) dallara yaptığı harcamaları sürekli artırarak önemli başarılar elde etti. Kadın voleybolu, erkekler ve kadınlar basketbol, atletizm dallarında kazandığı kupalar, şampiyonluklar ve final oynama onuru başarı listesinde göz kamaştırdı.
Fenerbahçe Başkanı Aziz Yıldırım, her defasında futbol dışı spor dallarına yatırım yapmaya devam edeceklerini, ancak devletin de desteğini beklediklerini söyledi. Elbette bu talep sadece Fenerbahçe’nin talebi değildi. Aziz Yıldırım, sadece Fenerbahçe adına değil, tüm spor kulüpleri adına konuştu.
Spor Bakanı Dr.Osman Aşkın Bak’a, Maliye Bakanı Naci Ağbal’a, Spor Genel Müdürü Mehmet Baykan’a derdini anlatmakta pek zorlanmadı. Sonra da TBMM’de parti liderlerini, Bütçe