UEFA’nın Finansal Fair Play ilkelerine uygun tavır ve yaptırımları, tüm sevimsizliğine rağmen yararlı oldu. Borç yükünü eritmek şöyle dursun, faizlerini bile ödemekte güçlük çeken kulüplerimiz, nihayet gösteriyi bir yana bırakıp daha gerçekçi adımlar atmaya başladılar. Onlardan en önemlisi, FFP ilkeleri sayesinde iç kaynaklara göz atılmasıdır. Bu anlamda Beşiktaş’ın Umut Nayır transferi - her ne kadar sorunlu görünse de - akıllı bir hamledir. Umut’un kendiliğinden sözleşmesini feshetmesi, futbolcuyla kulübü Osmanlıspor arasında hukuksal bir anlaşmazlığa neden olabilir. Ancak bu olayda Beşiktaş’ın taraf olmadığını da unutmamak gerekiyor. Dorukhan Toköz de merkezde ve sağbek mevkiinde yararlı bir transfer. Yaş ortalaması- bugünlük- yenilerle birlikte 28,5... Bu ortalamanın daha da düşmesi, takımdaki genç oyuncu sayısının artması gerekiyor.
Beşiktaş’ın transferde üç önemli hedefi var: Gökhan Gönül’e alternatif olarak aynı değerde bir sağbek, orta alanda Talisca’yı ya da Sosa’yı aratmayacak yaratıcı ve golcü bir oyuncu ve santrfor! En önemlisi hangisi, derseniz... Sağbek demeliyim. Santrfor olarak Mustafa Pektemek ve Vagner Love, Slovakya kampında çalışıyorlar. Geçen yıl tüm iyi
MHK Başkanı Yusuf Namoğlu, IFAB’ın (International Football Association Board) yaptırdığı anket sonucunu açıklıyor:
“- Video Assistant Referee (VAR) sistemi tüm dünyada futbolla ilgili kişiler arasındaki oylamaya göre yüzde 81 EVET ile kendini kabul ettirmiştir!”
Tam da seçim sonrasına denk gelen önemli bir oran... Tartışmalar sürebilir ama, VAR sisteminin Rusya 2018 Dünya Kupası’nda yeterli güven oyunu aldığını söyleyebiliriz.
Rusya’daki grup maçlarında hakemler, özellikle penaltı pozisyonlarında cesaretle akıllıca uygulamalar yaptılar. Parlayan ya da hayal kırıklığı yaratan yıldızlarla takımları bir yana koyarsak, 2018 Dünya Kupası’nın en önemli özelliği VAR’ın yarattığı “adalet” duygusudur.
Başlangıçta her ülkenin kendine göre olumlu-olumsuz yorumlarla karşılayıp test etmeye çalıştığı sistem, Dünya Kupası’nda beklenenin de üzerinde olumlu sonuçlar verdi. Önceki gece oynanan İran-Portekiz (1-1) maçı bunun en taze örneği... Paraguaylı Hakem Enrique Caceres, her iki takımın lehine birer penaltı kararı verdi. O kararları verirken, elbette VAR sistemine başvurdu. Bu sistemin, Dünya Kupası gibi en yüksek seviyede test edilmesiyle hakemler vicdani rahatlığa kavuştu. Kararsız, şüpheli,
Alvin Toffler, yaklaşık 40 yıl önce yazmıştı: “Geleceğin toplumları (Adhokrasi) ile yönetilecek!.” Bürokrasinin ve devlet otoritesinin esneyip yumuşadığı, onun yerini sivil toplum örgütlerinin aldığı bir sistem bu. Adhokrasi’nin, uluslararası alanda en başarılı olduğu yer de spor dünyası. Uluslararası Olimpiyat Komitesi ile futbolun en büyük otoritesi FIFA’nın bu anlamda devletler kadar etkin ve egemen olduğunu biliyoruz. Hatta bazı konularda devlet otoritesine üstünlük ve ayrıcalık sağlayan kararları da alabiliyorlar.
Uluslararası Olimpiyat Komitesi (IOC) ve uluslararası federasyonlar, kuruluş statülerinde “kâr amacı gütmeyen kuruluşlar” olduklarının altını özellikle çizerler... FIFA da onlardan biri, belki de birincisi. Çünkü elinde bir organizasyondan daha çok dev bir hazine var: Dünya Kupası.
Kupaya katılan takım sayısı 32, oynanacak maç sayısı 64. Bu maçları tüm dünyada yaklaşık 3.2 milyar futbolsever izleyecek. FIFA’nın yayın hakkı geliri olarak kasasına koyacağı para da 3 milyar ABD doları. Bilet satışları, reklam ve sponsorluk gelirleri, stadyum çevrelerinde oluşturulan Tax Free ‘vergiden muaf’ alanlardan elde ettikleriyle birlikte 2018 Dünya Kupası’ndan FIFA’nın payına
Kutlu Merih, geçen yıl Beykent Üniversitesi’nde finans mühendisliği ve risk yönetimi dersi verirken fenalaştı. Öğrencilerine kendisini acilen hastaneye yetiştirmelerini söyledi. Ambulans çok çabuk geldi. Gelen ekip de hastane personeli de son derece becerikliydiler. Krizi güç de olsa atlatmıştı... Dostlarına “Kefeni yırttık” diye espri yapıyordu. Ancak akciğerlerde enfeksiyon oluşmuştu. Ardı arkası kesilmeyen öksürüklerle aramızdan ayrıldı.
Tuğrul Akşar dostumuz, Doç.Dr. Kutlu Merih’i büyük bir minnetle anıyor. Onun kendisine ve spor dünyasına endüstriyel futbolun kapılarını açtığını ekliyor. Bunlar Kutlu Hoca’nın çoktan hak ettiği sözler. Kutlu Merih ve Tuğrul Akşar, endüstriyel futbol, futbolun yönetimi ve futbol ekonomisi üzerine 3 kitap yayınladılar. Son kitap ise “ Sıradışı bir bilim insanı KUTLU MERİH “ adıyla yayınlandı. En başta Tuğrul Akşar olmak üzere öğrencileri, asistanları Fatma Çınar, C.Coşkun Küçüközmen, Şebnem Özdemir, Erdal Balaban kitapta hem Kutlu Hoca’yı anmışlar, hem de onun tezlerinden yola çıkarak ekonomik sorunlara ışık tutmuşlar.
O kitapta kulüplerimizin borç kıskacındaki halleri anlatılıyor yeniden. Futbolun röntgeni çekiliyor.
Ekonomist dostum Tuğrul
Beşiktaş’ın genç yöneticilerinden biri olarak tanıdım Erdoğan Demirören’i... Yaşlı başlı, kurt başkanların önünde en atletik, en dinamik en heyecanlı haliyle bize daha yakın görünür, muhabir olarak sorduğumuz sorulara yalansız- doğrudan yanıtlar verirdi.
Hala nasıl dengelediğini anlayamadığım mesafeli bir samimiyet anlayışı vardı. Laubali değil, sıcak ve anlayışlıydı. Halden anlar, gündemi izler, biz gazetecilerin peşine düştüğü konularda mutlaka açıklamalar yapardı.
Endüstriyel sporun bilinmediği, profesyonelliğin ancak yaygınlaştığı dönemlerde Beşiktaş’ın parasal sıkıntıya girdiğini biliyorduk. O günlerde deplasman giderlerini cebinden karşıladığını hepimizden saklamıştı. Bizi atlattığı için tartıştığımızı da anımsıyorum.
Erdoğan Demirören vergi rekortmeni olarak ekonomide şampiyonluk yaşamış duayen bir iş adamıydı. Bu güzel ülkenin her türlü yolculuğuna enerjisi, bilgisi ve sevgisiyle katılan örnek insandı. Sosyal hayatın da skandalsız temiz ve uygar aktörlerinden biriydi. Basketbolda Ergin Ataman yönetimindeki Beşiktaş’ın Lig, Kupa ve Avrupa Kupası’nı bir arada kazandığı yıl, Erdoğan Bey, o takımın sponsoruydu. Binicilik ve golf sporuna da açtığı tesislerle destek verdi.
Oğlu, TFF
Aziz Yıldırım, 15 Şubat 1998’deki ilk başkanlık seçiminde, rakibi Vefa Küçük’e karşı sadece 1 oy farkla (1469-1468) kazandı.
O kongre ile Fenerbahçe Spor Kulübü’nün tarihinde 20 yıllık “Yıldırım Dönemi” başlamış oldu.
3 Haziran 2018 Pazar günü seçim sonuçları açıklandığında Ali Koç’un, Aziz Yıldırım’a 11 bin 448 fark yaparak (16.092- 4644) başkanlığa seçildiğini gördük.
Dramatik bir durum... 1’le gelip 11 binle gitmek, seçimin hangi tarafında olursanız olun hiç de normal değildir. Her bakımdan ibret alınması, saygıyla hatırlanması, dikkatlice analiz edilmesi gereken bir sonuç bu.
2001 ve 2006’da istifa eden başkanı en çok da Kadıköy’de, Bağdat Caddesi’nde toplanan on binlerce Fenerbahçeli sevgi ve sadakatle göreve döndürdü. 3 Temmuz 2011’de başlayan travmatik “şike” kumpasında da Fenerbahçe, Türkiye’nin en büyük sivil toplum kuruluşu olduğunu ortaya koydu. Tutuklu başkanını hiç bir duruşmada yalnız bırakmadı. Bir yıl sonraki tahliyede de on binler onu bağrına bastı.
Peki, bu durumu nasıl açıklayacağız?
Sadece tek sözcükle: Değişim...
Milliyet’te Ali Koç’la buluştuk. Her zaman olduğu gibi Pazartesi günü de çok farklı bir spor adamı kimliği sergiledi... Başkan adaylarının kongre öncesi klasik iddia ve söylemlerine hiç yönelmedi. Polemiklerden uzak durmaya çalıştı.
Ali Koç uzmanlardan oluşan ekipler ve şirketlerle hazırlanıyor. Örneğin, Fenerbahçe, Galatasaray, Beşiktaş ve Başakşehir’in 15’er maçlık performanslarıyla ilgili önemli istatistikler var elinde. Scoutların raporlarına bakarsanız, Fenerbahçe kalecisi, geçen yıl beklenenden 9 gol fazla yemiş... Buna karşılık Petr Cech sezonu -3’le (beklenenden üç gol az yiyerek) kapatmış. Bu araştırmanın sonundaki raporlama, Fenerbahçe’nin hangi mevkide ne tip oyunculara ihtiyacı olduğunu ortaya koyuyormuş. Böylece Robin Van Persie gibi yanlış, tutarsız, verimsiz transfer hamlelerine gerek kalmayacakmış.
Anlaşıldı ki kafasında bir sportif direktör var. Kongreden hemen sonra göreve getireceği direktör yabancı. Teknik adam olarak iş başındaki Kocaman’ın devamı ya da yeni antrenörün göreve getirilmesi ikinci adım olacak.
Fenerbahçe Başkan adayı, radikal değişiklikler öneriyor. Rekabet ve işbirliği kavramlarını birbirinden ayırıyor. Rekabetin saha içindeki maçla sınırlı
Galatasaray’ın 21 şampiyonluğu, 2 milyar 883 milyar lira borcu var.
İkisi de Galatasaray’ın büyüklüğünü (!) gösteriyor. Futbol takımının başarısı büyüdükçe, karşılığında ödenmesi gereken bedeller de büyüyor. Borç - alacak farkının 1 milyar 163 milyar lira olduğunu hatırlatarak hem şampiyonluklarını kutlayalım, hem de kolaylıklar dileyelim.
Şampiyonluk coşkusu, hafta sonunda yerini kongre telaşına bırakacak. Tıpkı Süper Lig’deki gibi dörtlü bir mücadele söz konusu. Mustafa Cengiz, Dursun Özbek, Ali Fatinoğlu ve Ozan Korkut, başkanlık için yarışacaklar.
Mustafa Cengiz, UEFA ile ilişkileri düzeltme ve cezasız karar yolunda ilerlerken, şampiyonluk başarısını da bagajına yerleştirip genel kurulun huzuruna çıkacak. Önceki başkan Dursun Özbek ise bugünkü şampiyonluğun harcını karan, Terim’i göreve getiren kararlarıyla başarıdaki payını hatırlatarak dört ay aradan sonra yeniden göreve dönmek için oy toplamaya çalışacak. Ali Fatinoğlu için Adnan Öztürk adına yarışa katılacağı söyleniyor. Öztürk’ün başkanlığa ayıracak zamanı olmadığından aynı listede buluşarak böyle bir karar almışlar... İlginç! Ozan Korkut da kareyi tamamlıyor. Bu yarışın Mustafa Cengiz- Dursun Özbek biçiminde bir final