Turizm sektöründeki çeşitlenmeye oteller de ayak uydurmaya başladı. Artık oteller başta gastronomi ve sanat olmak üzere farklı alanlarda öne çıkmaya çalışıyor
Bir zamanlar ünlü oteller bulundukları kentin en önemli buluşma mekânları olur, kentin en önemli baloları, toplantıları bu otellerde düzenlenir, jet-sosyete, ünlü yıldızlar, lüks otellerde boy gösterirdi. İstanbul’da 130 yıllık tarihi Pera Palas ya da modern otellerin ilk örneği Hilton gibi mekânlar zamanında sosyal hayatın merkezi olmuş, kentin belleğinde yer etmiştir. Kent dışı oteller ise klasik deniz-kum-güneş turizmi yerine farklı spor imkânları ve sağlık hizmetleri sunan, golf sahalarından lüks Spa imkânlarına sahip olan tesislere dönüşüyor. İşte bütün bunları bünyesinde toplayan İsviçre’de The Dolder Grand Oteli geniş bir yelpazede pek çok farklı deneyim yaşatmasıyla bütün ödülleri topluyor. Zürih’e tepeden bakan bir konumda 1899 yılında Jacques Gras mimarisiyle şato tarzında inşa edilen tarihi otel, ünlü İngiliz mimar Norman Foster’ın restorasyonu ve ek bina ile tam bir dönüşümden geçmişti. Bugün yepyeni hâliyle The Dolder Grand deneyiminden öğrenecek çok şey var.
İsviçre: Otelciliğin okulu
İsviçre, otelcilik ve ağırlama sektörünün okulu kabul ediliyor. Dünyanın en iyi 10 turizm ve otelcilik okulunun sekizi bu ülkede. Bu okullarda yetişenler, dünyanın en iyi otellerinde, en önemli mevkilere geliyor. Ülkedeki aile pansiyonlarından en lüks otellere kadar uzanan bir yelpazede hizmet kalitesi tartışılmaz.
Bugün pek çok otel ortak alanlarından odalara kadar sanat eserlerine yer vermeye çalışıyor, hatta sanata yer verilmesi konusunda yönetmelikler var. Ancak müze kalitesindeki sanat eserlerine otel ortamlarında rastlamak pek sık görülen bir durum değil. Otelin her köşesinde Dali, Max Ernst gibi ünlü ressamları, odanıza giderken Anselm Kiefer ve Anish Kapoor gibi çağdaş sanatçıların eserlerini yan yana görebiliyorsunuz. Blooms restoran avlusunda ise devasa bir Keith Haring heykeli var. Spa önündeki Zürih manzarasına hâkim şezlonglara uzanırken Botero’nun yüzükoyun yatmış neşeli tombul kadın heykeline bakarak zayıflama derdinizi bir an olsun unutabilirsiniz.
Otel girişindeki hiper-realist heykeltıraş Duane Hanson’ın yerde uyuya kalmış “Traveler” adlı yolcu heykeli ise sizi irkiltebilir. Heykeli gerçek sanıp bahşiş vermeye çalışan bile olmuş. Bütün bu sanat eserlerinin ötesinde The Dolder Grand tarihi yapısıyla da müze gibi. Tasarım meraklıları oteli ünlü İngiliz mimar Norman Foster’ın yaptığı ek binası için görmeye geliyor. Foster’ın modern eki binayı çevreleyen ormanın ağaçlardan ilham alan gölge oyunlarıyla ve âdeta doğaya karışan dalgalı cephesiyle görkemli tarihi binaya tam tezat oluşturuyor.
Kent merkezine neredeyse 10 dakika mesafede şahin tepesi gibi bir konumda olan otel, normalde kırsalda olan Spa ve spor deneyimlerini şehre taşıyor. Spor imkânları içinde en şaşırtıcı olan ise golf sahası. Üstelik otelden kent merkezine sürekli shuttle servis veya eğlenceli Dolderbahn tramvay hattıyla ulaşılıyor.
Gastronomi ön planda
Sunduğu bütün bu çeşitli imkânların yanı sıra otelin en önemli özelliklerinden biri tam bir gastronomi destinasyonu olması. 2-Michelin yıldızlı, Gault&Millau derecelen-dirmesinde, alınması çok zor 20 üzerinden 19 puan almış The Restaurant, Alman şef Heiko Nieder yönetiminde. 2008 yılında restorasyon sonrası açılan The Restaurant girişinde Dali tablosu, Ernst heykeli ve Heiko Nieder’in sanat eseri gibi yemek kitabıyla konukları karşılıyor. Şefin tabakları da hem lezzet hem görsellikleriyle birer sanat eseri, tıpkı otel gibi klasikle modernin birlikte yorumu.
Otelin zengin kahvaltı mekânı gün boyu hizmet veren Saltz restorana dönüşüyor. Tamamen vegan, glütensiz, organik mutfak sunan, kendi yeşilliklerini ve aromatik otlarını yetiştiren Blooms restoranı haziran-eylül arası açık ve Spa için gelen konuklara hafif seçenekler sunuyor. Ayrıca her dönem değişen konuk bir pop-up restoran var. Keyif noktaları Krug Lounge Zürih gölü ve İsviçre Alpleri manzaralı, ödüllü Canvas ise yaratıcı karışımlarıyla gece boyu hizmet veriyor. The Doldar Grand beşi bir yerde niteliğini otel bünyesindeki beşin üstünde farklı yeme-içme mekânlarıyla fazlasıyla hak ediyor.