Ayşe Gökçe Susam

Ayşe Gökçe Susam

milliyetege@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

GEÇEN haftaki yazımı gazeteye gönderdiğimde, “Eline sağlık, yazı güzel olmuş” yorumundan sonra, “Bayağı bayağı feministmişsin yahu sen!” yorumunu duyduğumda, bu yakıştırma çok takıldı kafama.
Sonra bir baktım, Milliyet Ege’nin tecrübeli kadın gazeteci-yazarı Banu Şen de, “Vallaha ben feminist değilim, bizim kızlara sorup yazdım...” başlıklı bir yazı yazmış. “Allah Allah” dedim, “Galiba bizim gazetede feminizm sakıncalı bir mevzu...”
Sadece bizim gazetede değil tabii.
“Feminist” kelimesi hâlâ çok yaygın olarak, Hülya Avşar’ın sık sık dem vurduğu gibi, “erkek düşmanı, kendine bakmayan, agresif kadın” anlamında kullanılıyor.

Banu Şen, sen de mi?!...
Banu Şen, benim yolum Milliyet Ege’yle kesişmeden önce de severek okuduğum, hem yazılarını hem haberlerini ilgiyle takip ettiğim bir gazeteci oldu hep.
Yazılarında hiç eksik olmayan akıcı, akıllı, aynı zamanda matrak anlatımından hep keyif almışımdır.
Ayrıca, kendi adıma gazetecilikte pişmek için, yaptığı işleri ders niyetine takip ettiğim bir isim olmuştur.
Sanırım bunda, bir kadın gazeteci olarak, hayata ve gündeme farklı bakışının etkisi büyük.
O nedenle başkası değil de o, “Öyle feminist, erkek düşmanı kadın imajına bürünecek değilim” dediğinde, “Hayır hayır, olamaz. Sen de mi Banu Şen!” deyiverdim.
Tabii ki, kim kendini nasıl tanımlamak isterse, öyle tanımlanmalıdır.
Ama bana sorarsanız, Banu Şen sağlam bir feminist de, haberi yok!

Erkekleri seviyoruz, ama...
Sağlam bir feminist olmasa, yazılarında kadınlığı, ilişkileri böyle güzel anlatamazdı.
Erkek klişelerine böyle güzel posta koyamazdı.
Gazetecilikte, siyasette, iş hayatında, hatta futbolda kadınların, ezici erkek çoğunluğuna karşı var olması gerektiğini sık sık gündeme taşımazdı.
Yıllardır gazetecilik gibi mesaisiz bir işi yapmanın, aynı zamanda kızını tek başına yetiştiren genç bir anne olmanın kıymetini ve zorluklarını bu kadar güzel yazılarına yedirip anlatamazdı.
İyi de, feminizmin erkek düşmanlığı demek olduğu da nerden çıktı?

Erkekleri seviyoruz!
Bize otorite dayatmak yerine, bizimle hayatı paylaşan, hiç bir bahane kabul etmeksizin kadına sözlü, psikolojik, fiziksel şiddet uygulamanın karşısında duran erkekleri cân-ı gönülden seviyoruz.
Kadınların kendileriyle eşit olmasından korkmayan, böyle bir korku ve kompleksle kadınları, iki lafının arasında aşağılamaya yeltenmeyen, başka bir deyişle kendini ve hayatı sorgulama cesaretine, vicdanına ve zekâsına sahip erkekleri, sevmek ne kelime, bağrımıza basıyoruz.

Diğer erkekler mi? Onlar, “Bu devran böyle gider” dedikleri ve riyakarca bu devranın erkeklere sağladığı nimetlerle (ve tabii ki eziyetlerle) yaşamayı seçtikleri sürece, feministlerden pek haz etmeyecekler.
Bu arada, “Nedir yahu bu feminizm?” derseniz;
“Bu ülkede ve dünyanın her yerinde kadınların, sadece kadın olmalarından dolayı yüz yüze kaldıkları dertlerle mücadelesinin adıdır.
Hep kadının aleyhine işleyen, kadının emeğinden, özgürlüğünden, kendini gerçekleştirmesinden, hayallerinden çalan ve hayatımızın neredeyse her alanına nüfuz etmiş erkek egemen sistemin sorgulanmasıdır” derim kabaca.

Sihirli formül: Feminizm
Kadınlara daha cömert bir hayat, doyasıya eğlence, aşk, dans, özgürlük, topuk tıkırtısı, mutlu annelik, sokaklar, can güvenliği, önünüzün kesilmediği, tacizsiz, eşit işe eşit ücret aldığınız bir iş...
Vallahi hepsi için sihirli formül, feminizm!
Kadın gözüyle hayata bakmak, hayatı sorgulamak ve bunun mücadelesini vermek...
Emma Goldman’ı anarak söylersek, “Dans edemeyeceğimiz bir devrim, bizim devrimimiz değildir.”
Dolayısıyla, çatık kaşlı, hayata, erkeklere küs bir feminizm de, bizim feminizmimiz değildir.
Kadınlar; ben derim ki, bu karşı propagandaya gelmeyelim!
Çünkü, feminizmi erkek düşmanlığına indirgemeye, marjinalleştirmeye çalışan erkekler sisteminin kaybetmekten korktuğu, bizimse kazanacağımız çok şey var.