Sanal zamanların her derde deva adreslerinden Google, 2 Nisan Cuma günü Danimarkalı masal ustası Hans Christian Andersen’in 205. doğum yılını kutladı.
Bu dünyadan bir masal ustasının, hepimizin çocuk dünyalarında derin izler bırakarak geçtiğini hatırlattı.
Küçük Deniz Kızı, Kibritçi Kız, Kurşun Asker, Karlar Kraliçesi, Güzel Prenses ve Bezelye...
Türkiye’de de, 6 yaşından 60 yaşına kadar herkes, bu masallardan en az biriyle, bitmeyen çocukluk mevsiminin bir döneminde mutlaka karşılaşmıştır. Karşılaştıktan sonra da bir daha kolay kolay unutamamıştır.
Kibritçi Kız’ın derin hüznü, Kurşun Asker’in oyuncak balerine aşkı, Karlar Kraliçesi’nin büyüleyici ama aynı zamanda ürpertici hikâyesi...
Hepsi biraz hüzünlü, düş gücü yüksek, rengârenk, yüreklere dokunan masallardır.
Hepsinde Andersen, sanki düş kurmaya davet eder okuyanları. Kaleminin ustalığıyla elinizden tutar. Bir masallık da olsa, bu dünyanın yavan gerçekliğinden çekip çıkarır sizi.
Ama en gerçek insanlık hallerini de, bu düşle gerçek arası dünyada yine Andersen anlatır.
Kibritçi Kız’ın hikâyesini dinleyen her çocuk, artık yoksulluğun ne demek olduğunu yüreğinde biliyordur.
Şahmaran’a ne oldu?
Bir arama motorunun pazarlama stratejisi kapsamında da olsa, Andersen’i yeniden hatırlamak keyifliydi.
Ama gelin görün ki, bu keyfimi hemen, “Türkiye’de neden Alice Harikalar Diyarında, Karlar Kraliçesi gibi hikayeler anlatılmaz?” sorusu gölgeledi.
Düş kurmayı, aklı, fikri sınırsızca özgür bırakmayı yücelten bir ülkede yaşamadığımız kesin.
Memlekette gerçek hayatın keşmekeşinden, zorluklarından kafayı kaldırıp başka şeylere odaklanmak da her zaman çok kolay olmuyor. Ama bu coğrafyadan çıkmamış mı bin bir deli efsane?
Şahmaran’ın hikâyesi bu topraklarda anlatılmamış mı?
Anlatılmış anlatılmasına da, sanırım artık bu efsaneler Recep İvedik’in karşısında yeterince gişe yapmıyor!
Geçtiğimiz haftalarda, bu topraklardan bir masalın anlatıldığı Yüreğine Sor adlı film vizyondaydı.
Filmin başrolünde, dizilerden iyi tanıdığımız Tuba Büyüküstün vardı. Yusuf Kurçenli’nin senaryosunu yazıp yönettiği filmde, Doğu Karadeniz’in eşsiz doğasında yaşanan bir aşk hikâyesi anlatılıyor.
Tanzimat Dönemi Osmanlısında geçen film, aynı zamanda sinemamızdaki az sayıda başarılı dönem filminden biri olmuş. Kostümler, şive, müzikler gibi ince ince çalışılmış birçok detay sayesinde, filmde Osmanlının çok kültürlü ruhunu, Karadeniz’in doğasıyla iç içe geçmiş renkli kültürünü doya doya izliyorsunuz.
En başarılı Türk filmi
Her şeyden öte, filmin çok güçlü bir hikâyesi var.
Kurçenli, çok bizden, çok insana, aşka, Anadolu’ya dair bir hikâyeyi, tıpkı Andersen gibi, düşle gerçeğin iç içe geçtiği bir masal olarak anlatıyor.
Diğer yandan, hâlâ tartışa tartışa, açılım saçılım yapa yapa bitiremediğimiz “farklılıklarımızla birlikte yaşamak”, “çok kültürlülük” gibi mevzulara dair de çok temel şeyler söylüyor.
Yüreğine Sor, benim uzun zamandan beri gördüğüm en başarılı Türk filmiydi.
Filmi kaç kişi izledi dersiniz?
Üçüncüsü çekilen Recep İvedik filmlerinin gişesiyle kıyaslarsanız, esamesi bile okunmayacak kadar az kişi...
Film, vizyondan kalktığı bu hafta medyada gündeme gelebildi.
Ama benim anlattığım güzellikleri sayesinde değil ne yazık ki... Filmin gündeme gelebilmesi için, magazincilerin iştahını kabartacak bir atışma yaşanması gerekti.
Yönetmen Kurçenli, başrol oyuncusu Tuba Büyüküstün’ün ve yapım şirketinin yeni başladığı Gönülçelen adlı dizi nedeniyle filmin tanıtımına önem vermediklerini söyleyince, televizyonda, gazetelerde filmin adı anılır oldu.
Benden söylemesi; medyanın masallarına öyle kolay kanmayın. Danimarkalı Andersen’in ve Anadolu’nun masallarının peşini ise siz, siz olun sakın bırakmayın.
Gökten üç elma düşmüş. Biri medyanın, biri masal ustalarının, diğeri de bu yazıyı okuyanların başına...