BAŞBAKAN çok ısrarlı, geri adım atmıyor. Maden kazasında 30 canın yitirilmesini mukadderata bağlayınca aldığı eleştirilere, yine meşhur posta koyan tavrıyla yanıt verdi:
“Kazaya, kadere imanın yoksa seninle tartışacak değilim”
Benim de içimden, “Sayın Başbakan sizin de bilime, teknolojiye, sermayenin karşısında işçi haklarının, işçi güvenliğinin önceliğine inancınız yoksa bu konuyu tartışmayalım” demek geçti. Çünkü can yakan ve biz unutmak istedikçe kendisini yeni bir felaketle hatırlatan maden kazaları meselesi, tam da burada düğümleniyor.
Türkiye birinci sırada
DİSK’e bağlı Sosyal-İş Sendikası’nın bu ay yayınladığı Türkiye’de İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Raporu, maden sektöründe yaşanan kazaların “istisnai ya da kaçınılmaz” olmadığını rakamlarla ortaya koyuyor.
Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) verilerine göre, 2004-2006 yılları arasında Avrupa’daki 25 ülkede, iş kazasında yaşamını yitiren maden işçisi oranı yüz binde 20.15 iken, bu oran Türkiye’de 92.47. Bu rakamlar, Türkiye’de Avrupa’ya oranla 4.5 kat daha fazla madencinin iş kazasında yaşamını yitirdiğini söylüyor. Türkiye’deki maden işçileri için kaderin, Avrupa’daki işçilere oranla 4.5 kat daha zalim olduğunu anlatıyor. Türkiye’nin bu uğursuz kaderle, maden işçilerinin iş kazalarında can vermesi konusunda Avrupa ülkelerini, madencilik sektörü çok gelişmiş olan Avustralya’yı, Kanada’yı, ABD’yi, açık ara geride bırakarak birinci sırada yer aldığını gösteriyor.
Sermaye + Din = ?
Aslında Başbakan Erdoğan, 12 Eylül 1980 sonrası Türkiye’ye dayatılan yönetim biçiminin hâkim sesinden farklı bir şey söylemiyor. Biraz neoliberal düzen, biraz dini referans...
Ölüm riski olan bir sektörde, maliyetine bakılmaksızın üst düzeyde bilimden, teknolojiden faydalanma gereğinden (erken uyarı sistemi kurma, mekanizmaları yenileme, düzenli ölçüm yapma, işçileri eğitme vs. gibi) söz edilmiyor.
Ya da 1995’ten bugüne, özel madencilik sektöründe taşeronluk sistemiyle, yani güvencesiz, ucuz işçi çalıştırmanın tam dört kat arttığından ve bu sistemle birlikte ölümlerin çoğaldığından pek dem vurulmuyor.
İnsanları her gün ölüm, hastalık ya da sakat kalma riskini göze alarak gittikleri bir işi kabul etmeye mahkûm eden koşullar da zaten mukadderatımızın bir parçası.
Zonguldak’ta yaşananlar, kara elmasın çilesi, Ege’ye biraz yabancı konular belki... Ama taşeronluk sisteminin yaygınlaşmasının sonuçlarını çok yakından, kendi hayatlarımızdan biliyoruz.
Son günlerin ünlü deyişiyle, “dileyelim her şerden bir hayır doğsun” Zonguldak Karadon’da 30 insanın canına mal olan felaket, taşeronluk sisteminin, güvencesiz işin sıkıntılarını gündeme almamıza vesile olsun.