Gülnara Ziganşina Hatfieyna.
Kimden mi söz ediyorum? Hiç tanımadan sevdiğim, arkadaş bildiğim ve yıllarca o uzun adını hiç unutmadığım kız çocuğundan.
23 Nisan denince, hep tebessümle hatırladığım hikâyenin meçhul kahramanından.
Okul müdürünün elime verdiği küçücük kâğıttan ezberlemiştim ismini.
Şirinyer Tuğsavul İlköğretim Okulu’nda dördüncü sınıf öğrencisiydim.
O yıl, Türkiye’nin birçok ülkeden konuk çocukları ağırladığı ve bu çocukların kendi ülkelerine özgü gösteriler sundukları, TRT’de canlı yayınlanan geleneksel 23 Nisan Şenliği, İzmir’de yapılacaktı.
Bu nedenle, küçük konukları ağırlama görevi ve zevki İzmirli öğrencilere düşmüştü.
Tam bir hafta, yabancı bir ülkeden gelen konuk sizin evinizde kalacak. Düşünsenize...
Bir çocuk için şahane bir şey!
Bir kere çok havalı. Türkçe konuşmayan, başka bir ülkeden gelen, herkesin merak ettiği “yeni bir tip” sizin evinizde kalıyor.
İkincisi çok eğlenceli. Hem eve yeni bir arkadaş geliyor hem de onu konuk ettiğiniz bir hafta boyunca birlikte sürekli gezi ve eğlencelere katılacaksınız.
Ve son olarak da, 23 Nisan günü tüm ülkelerden gelen misafir çocukların gösteri yapacakları şenliği televizyondan değil, canlı canlı izleyebileceksiniz.
Tam anlamıyla, keyfi katmerli bir Çocuk Bayramı!
23 Nisan hiyerarşisi
Tabii bu hoş deneyimi yaşamak, yani misafir bir çocuk ağırlamak, öyle her hevesli öğrenciye nasip olmuyordu.
Hemen hemen her konuda kanıksadığımız hiyerarşiler burada da devreye giriyor ve güzelim Çocuk Bayramı’nın coşkusunu da büyüklerin adaleti gölgeliyordu.
Daha çocukların sınıfsal ayrışmaya ilkokul sıralarında başlamadığı, çocukları ilkokuldan özel okula gönderme trendinin henüz yaygınlaşmadığı, nispeten keyifli yıllardı.
Ama yine de daha kalburüstü ailelerin çocuklarını göndermeyi tercih ettiği, dolayısıyla daha gıcır gıcır, daha namlı devlet okulları hep vardı.
23 Nisan için Fransa, Belçika, Hollanda, vs. gibi özenilen Batı ülkelerinden gelen öğrenciler, bu hiyerarşi gereği, bu namlı okulların öğrencileri tarafından konuk ediliyordu.
Sanırım bu yüzden bizim mütevazı okulumuza, adını ilk o zaman duyduğumuz Tataristan’dan gelen öğrencileri ağırlamak düşmüştü.
Ama çocuk aklının güzelliği hiçbirimiz takılmamıştık bu mevzulara.
Okullar arası hiyerarşinin çok daha vahimi, okul içinde, öğrenciler arasında yaşanıyordu.
Kendi okulunda konuk öğrenci ağırlayacak şanslı öğrencilerden olmak için iki temel koşul vardı.
Birinci ve olmazsa olmaz koşul, ailenizin maddi durumunun iyi olması.
İkinci koşul ise, anne babanızın öğretmenlerinizle arayı iyi tutması.
O dönemde kendi çevremde, çocukları derinden incitebilecek bu sınıfsal ve sosyal hiyerarşinin sorun edildiğini hiç hatırlamıyorum ben.
Hikâyenin sonu
Hikayenin sonu mu?...
Gülnara gelmeden önce tipik Türk ailesinin misafirperverliğini göstermek üzere, annem hummalı temizlikler, çeşit çeşit yemekler yaptı.
Bütün aile toplaşıp, elimizde çiçeğimiz, kendi çapımızda bir 23 Nisan heyeti olarak Tataristan’dan gelecek öğrencileri karşılamaya okula gittik.
Ancak Tatar öğrenci grubu, dolayısıyla benim müstakbel arkadaşım Gülnara, gelemiyordu.
Okul müdürümüz, öğrencilerin Rus yetkilerin engellemesi nedeniyle gelemediklerini, hatta gelmek için küçük takalarla kaçak, yollara düştüklerini anlatmıştı.
Sovyetler Birliği’nin dağılmasından bir yıl önce, 1990 yılında Tataristan Cumhuriyeti bağımsızlığını ilan etmişti ama Sovyet Rusya kendisinden ayrılan bu yeni cumhuriyeti tanımıyordu.
Böylece, uluslararası siyasetin çetrefil mevzularıyla ilk tanışmamız da gerçekleşmiş oldu.
“Yabancı arkadaşını” benim gibi dört gözle bekleyen bütün çocuklar birbirimize sarılıp hüngür hüngür ağlamıştık. Teselli ikramiyesi olarak bir renkli sırt çantası, Atatürk Spor Salonu’nda izlediğimiz 23 Nisan Şenliği ve de bu anı kalmıştı elimizde.
Hiç de fena değildi...