Banu Şen

Banu Şen

banu.sen@dogangazetecilik.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

ÇOK özlüyorum... En çok, gülen yüzünü... En çok 80’i almış gitmiş yaşına rağmen, hiç kir tutmamış yüreğini... Usul usul, incitmeye korkar gibi çıkan sesini... Meslek ahlakını... Tertemiz ama ders veren yazılarını... Çok özlüyorum.
Zarifliğini, nüktedanlığını, anlattığı hikayeleri... Çok özlüyorum İsmail Sivri’yi, İsmail Amca’yı, ton ton dedeyi...
Bazen, “Şimdi” diyorum gazetede, “Şimdi girse İsmail Amca içeri. Gülümseyerek yaklaşsa, her zamanki gibi teker teker hepimizin yanına... Otursa. Bir anı anlatıp yine güldürse, şaşırtsa.”
En çok baston sesini özlüyorum. “Çıt, çıt, çıt...” Sessiz, usul, usul. Tıpkı onun gibi, rahatsız etmeye korkar gibi... Başımı kaldırıp baksam. Kapıdan gülümseyerek girdiğini görsem. Yanıma gelse, daktilosuyla özenerek yazdığı köşe yazısını okusa, bilgisayarda dizsek yine. Gözlerinin içine bakıp, ders alsam hayata dair...
Türk basınıyla, İzmir’le ve Milliyet Gazetesi’yle ismi özdeşleşen İsmail Sivri, 2 Ağustos 2007’de, dönmemek üzere veda etti bizlere. İzmir Gazeteciler Cemiyeti’nin 14 sene başkanlığını yürüten, Onursal Başkanı, İsmail Amca’yı unutmak, özlememek mümkün değil. Ona bakınca insanların kalplerinin de evrim geçirebileceğini düşünüyordum ben. Ona bakınca, “Biz büyüdük ve kirlendi dünya” diye iç geçiriyordum. Hırs, öfke, kin, nefret, ayak kaydırmak, kıskançlık, üçkağıt, dedikodu, ezip geçmek, sınıf atlamak için dost satmak, yükselmek için birini yemek... Bunların hiçbiri yoktu onda. Sadece saf, temiz bir sevgi adamıydı İsmail Amca. Yükselmek için bunların hiçbirine ihtiyaç olmadan, bir devrin adamı olabilmeyi gösteren insanlık anıtıydı.
Eminim sadece ben değil, onu tanıyan herkes çok özlüyor İsmail Amca’yı. Onursal Başkanlığı’nı yaptığı İzmir Gazeteciler Cemiyeti de bu özlemi bir parça hafifletmek amacıyla İsmail Sivri 1. Çocuk Öyküleri Yarışması düzenledi. Ödül töreni bugün saat 10.00’da Basın Lokali’nde... İsmail Amca, ona en çok ihtiyacımız olan dönemde gitti. Bence yaşam öyküsü ve örnek insanlığı, genç gazetecilere ders olarak okutulmalı.
Belki onu anlatabilmek için, onun satırlarını aktarmak daha doğru olacak. Milliyet EGE’deki köşesinde son yazılarından birinde, “Özlemek, yaşamaktır...” diyordu:
“Bildiğiniz gibi, uzun süren hastalık günlerimde, dost ve arkadaşlarımla gazeteci kardeşlerim beni hiç yalnız bırakmadılar. Sık sık evimize gelerek, telefonlar ederek hatırımızı sordular.
Her ziyaret ve her telefon bir ilaç gibiydi.
Sevgili dostlar, hepinize minnet borçluyum. Hepinize yürekten teşekkürler ederim. Fırsat buldukça ben de hepinizi evlerinizde ve işyerlerinizde tek tek ziyaret etmeyi bir görev saymaktayım.
Sağlıkta olduğu gibi hastalıkta da yaşam, dostlarla daha güzeldir.
Sizler gibi, yaşamımın büyük bir bölümünü geçirdiğim İzmir’i çok özledim. Tüm İzmir gözlerimde tüter oldu. Tek isteğim, beni hasta yatağımda ziyaret eden tüm dost ve arkadaşlarımı ev ve iş yerlerinde mutlaka ziyaret etmek. Bu ziyaret ve gezilere, önce gazetelerden başlayacağım. Sonra evlere ve işyerlerine giderek eski dostları arayacağım. Bulduklarımla görüşecek, bulamadıklarımı tekrar arayacağım. Bir fırsat bulduğumda, gün batımında Pasaport’a gideceğim. Güneşin batımını seyredip, çay içeceğim. Belki, oralarda bir iki eski dostla kucaklaşır, hasret gideririz. Sizler de gelir misiniz?”