Bank Asya 1. lig’deki temsilcilerimiz Altay, Karşıyaka, Bucaspor ve Ç.Dardanelspor pazar günü yeşil alandaki ilk mücadelelerini verdi. Eskilerin deyimiyle, görücüye çıktılar. Maçların sonucuna bakılırsa... Kulüplerimiz Bucaspor 4-0 Kocaeli, K.Erciyes 2-4 Dardanelspor, Altay 0-0 Kartalspor, Adana 1-0 Karşıyaka diye sıralandılar. Sonuçlarla birlikte ortaya konan oyun ve seyir zevkine bakılırsa, bu kısım göreceli. Ben takımlarımızı Dardanelspor, Bucaspor, Altay ve Karşıyaka diye sıralarım. Hatta daha ileriye gidip, sezon sonu puan tablosu da bu şekilde oluşur derim...
Elbette futbol oyunu, içinde ‘n’ kadar faktörü barındırıyor. Kolay mı böyle takımları sıralamak, “Hiç oynamasınlar. Sonuç nasılsa belli. Kahve falı baktım, işin içinden çıktım” demek. Değil elbette... Ancak basit bir oyun olan futbolun, içindeki doğru kabul edilen uygulamalara bakarak bir değerlendirelim.
Birinci sıraya oturttuğum Dardanelspor, yıllardır altyapısında kaynaştırarak büyüttüğü oyuncularını A Takım’da oynatıyor. Yeni sezonda da iç dengeleri bozmadan, yine genç oyuncular transfer etti. Geçen yıl ekstra Play Off’tan sessiz sedasız 1. Lig’e gelmişlerdi. Bu istikrarlı yapılarıyla, “Sıra sana geldi Süper Lig”
Hoşgeldin 2009-2010 futbol sezonu... Bugüne kadar bekledim, transfer döneminde takımlar hakkında yazmadım. Daha önemli meselelerle meşguldüm. Türkiye Spor Yazarları Derneği (TSYD) Ege Dostluk Kupası maçlarıyla sezonu açtım. Zil çaldı, teneffüs bitti. Uzun süre ayrı kaldığım ağabeylerimle, arkadaşlarımla basın tribününde bir araya gelmek, her yeni ‘ders yılı’nın en keyifli tarafı...
Bol bol hasret giderip, ayrı kaldığımız zamanlarda neler oldu kaynatıyoruz. Aramızda yılın ilk dersine Atatürk Stadı yerine, kampusü şaşırıp Alsancak’a gidenimiz de var. Ciddiyetle, verilen görevi yerine getirmek için notlar tutup, yazacağı yazıya odaklananlarımız da... Onlar dersi kaynatmayanlarımızdan. Daha ne hocalar, ne yan yana oynayan oyuncular birbirlerinin ismini bilmezken ezberlemiştir onlar. Ben 200, 300 ismi, mevkileriyle, özellikleriyle ezberleyeceğim derken ömrümü tüketiyorum, nafile...
İçimizden TSYD Kupası ilk maç Bucaspor-Altay isim listesini eline alıp, Karşıyaka-Dardanel karşılaşmasını izleyenimize (!) ne dersiniz. Haklı ama... Her sene aynı terane... Yeni hocalar, yeni kadrolar... Haliyle biz de şaşırıyoruz. İstikrar yok, başarı bekliyoruz. Bu Ege kulüpleri yıprattı beni, meftime
İzmir Valisi, Büyükşehir Belediye Başkanı ve Gençlik Spor İl Müdürü; Futbol Federasyonu’nun İzmirli başkanı Mahmut Özgener‘in ısrarıyla bir araya geldi. Şehrimize stat yapmaya karar verildi. Zaten biz İzmirlilerin tek sorunu bir araya gelememek. Toplanmayı başardık mı elimizden hiçbir iş kurtulmuyor maşallah!
Türkiye olarak 2016 Avrupa Futbol Şampiyonası’na ev sahibi olmayı başarırsak, Karşıyaka Örnekköy’e yapılması planlanan ‘Özgener Stadı’ (adını ben koydum) sayesinde, kent ekonomisinde 350 milyon dolar para dönecek. Eğer planlama düzgün olursa bu alan yalnız futbol karşılaşmalarının olduğu zaman diliminde değil, alışveriş merkezleriyle, konser organizasyonlarıyla sürekli yaşayan ve üreten bir merkez olur.
“Bir sen biliyorsun bu işleri” diyebilirsiniz. Ama ben söyleyeyim, yarın, “Demiştim” diyebileyim. Taşın altına ağırlıkla elini koyan Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu‘na, valimiz ve federasyon başkanımız desteklerini maddi olarak da sürdürecektir şüphesiz. Bu stat yetmez, aynı şekilde şehrin diğer yakasına ikinci bir stat, ‘Kocaoğlu Stadı’ (İsmini gene ben koydum) ve Çeşme’ye büyük bir kamp merkezi (onun adı da Ahmet Priştina) konusunda ısrarlıyım.
İzmir’in
Tatil bitti. Yalnız 15 gün buluşabildiğim Datça’nın, Marmaris’in, Turunç’un, Çeşme’nin keyfini nasıl çıkardığımı anlatırdım uzun, uzun ancak yerim dar oynayamıyorum... Ben yokken çok şeyler olmuş, gündemin birinci sırasına da İzmir’e iki stat yapılması konusu oturmuş. Kaçırırsam ayıp olur...
‘Statlar kaç kişilik olsun, nereye yapılsın’ tartışmaları üst düzeyde. Hayli de hararetli sürüyor. Ben işe popilist yaklaşayım diyorum. Statlara Ahmet Priştina, Mahmut Özgener, Aziz Kocaoğlu isimleri yakışır. İsimlere itirazınız yoktur. “Stat iki tane, üç isim saydın” diyeceksiniz. Acele etmeyin üçüncü isim stat için değil, benim aşağıda önereceğim yeni bir tesis için...
Dünyanın futbol kamp merkezlerinden biri olacak tesis istiyorum. Üç isimden hangisinin ismi tesise verilir? Yeri Çeşme mi, Karaburun mu, başka bir yer mi olur, ileri gelenlerimiz karar versin. Bu alana; altı çim saha, beş yıldızlı otel konforunda konaklanacak yer, amatör branşlar için iki spor salonu istiyorum. Ayrıca burası yalnız kamp merkezi olarak değil, eğitim başta, çok amaçlı kullanılabilir olsun istiyorum.
İsteyince oluyor. Ben istedim oldu diyelim...
Bu statlar ve tesisin gelirleri ne olacak? Eksik
İki hafta sizlerden ayrı kalacağım... Yıllık iznimi kullanmaya bugün başladım. Yazacaklarım bu süre zarfında birikecek elbette ama kendinizi kahretmeyin, geldiğimde daha formda olacağım, söz veriyorum. Yarım iş bırakmayı sevmem. Giderayak, üzerine titreyerek peşini bırakmadığım iki konu hakkında yazayım, haber vereyim. Hem de adettendir, Göztepe’nin yeni Sportif Direktörü Erhan Önal’a ‘Hoş geldiniz’ diyeyim istedim.
İlk haber; altyapı eğitmenlerinin hakkını vermeyen kulüplerimizden... Düzelme adına adımlar atmaya başladılar. Altyapı hocalarının yetiştirip A takıma kazandırdıkları oyuncular için prim verecekler. Maaşlar için de iyi niyetli adımlar gelecek diye bekliyorum. Lanet adamımdır, ‘Onları üzenleri bu köşeden üzerim’ demiştim, sözümün arkasındayım...
İkinci sevindirici haber ise İzmir Büyükşehir Belediyesi Spor Koordinatörü Murat Öztamur’dan geldi. Amatör branşlarda büyük başarılara imza atan, haberlerini Milliyet EGE spor sayfasında kullanmaktan keyif aldığım Büyükşehir
Spor kulüplerinin transfer peşinde koşup, takımlarını oluşturmaya çalıştığı şu günlerde yazılacak çok şey ama daha yazmayacağım. Takıntılı adamım, yarım iş bırakmayı sevmem, takıldığım soruların cevaplarını almadan gündem değiştirmem. Türkiye’de gündem, geçmiş unutturulsun diye hızlı değişir. Ben klasik takılıyorum gündemim belli...
İlk takıntım, iki hafta önce yine Çarşamba günü yazdığım “Tehdit ediyorum” başlıklı yazımda gündeme taşıdığım alt yapı eğitmenlerinin durumu.
“Vaziyet bugün itibariyle aynı; bir değişiklik yok. Allah’ın sıcağında, sabah saat 07.00’de başlayıp akşam geç saatlere kadar çocuklarımıza emek veren eğitmenlerimiz hakkını alamıyor. Haklarına yalnız para değeri olarak bakarsanız üzücü rakamlara hizmet veriyorlar (750 TL). İsimlerini yazarsam kulüp idarecileri rezil olacak, istemiyorum bu duruma düşmelerini.
Ancak son uyarıdır bilsinler. Profesyonel takım çalıştırıcıları ve bir sürü müdür, koordinatör adı altında çalışanların ne üretip, ne
Remzi Başakbuğday, Soner Pınarcık, Cem Ulunuyan...
Kim bunlar?
Azerbeycan’da düzenlenen Takımlar Dünya Tekvando Şampiyonası’nda altın madalyaları ülkemize getiren, mili marşımızı söyletip, bayrağımızı göndere çektiren gençlerimiz...
Bu kardeşlerim, Türk Milli Takımı’nın, ekip olarak da şampiyon olmasını ve tarihimizde bir ilki gerçekleştirmemizi sağladı. İzmir Büyükşehir Belediyesi sporcusu olarak İzmir’in gururu olmaları da ayrı bir keyif.
Kardeşlerimi köşeme taşımamdaki neden, öncelikle bize yaşattıkları paha biçilmez gurur... Ancak birçok kulübün farkında olmadığı bir konuya da parmak basmadan edemeyeceğim. Tekvando, güreş, yelken, voleybol, tenis gibi ferdi ya da takım sporlarının branşlarını bünyesinde bulundurmayan kulüplerimizin değerli yöneticileri! Gözünüzü, kulağınızı dört açın şimdi...
Bu çocukları sevindirin
Üç aslan parçası kardeşim Remzi, Soner ve Cem, İzmir Büyükşehir Belediyesi’nde aylık 750 TL maaş ve idmanlarını yapacak salon karşılığı Türk
Geçtiğimiz pazar, Babalar Günü’nü kutladık. Anlamlı bir gün, bir güne sığmayacak kadar anlamlı hem de... Tüm babaların günü kutlu olsun. Bu günler, babasız çocuklar ve çocuklarını kaybetmiş babalar için zordur. Düşündükçe burkulur yüreğim. Babalarımız, annelerimiz, yol gösteren, eğiten, öğreten, öğretmenlerimiz çok önemlidir şu kısa yaşamımızda...
Her yazımda ucundan, kenarından değinmeye çalışırım eğitimin ve öğretimin ne kadar önemli olduğuna. Küçük yaşlarda başlar, ömrümüz boyunca devam eder eğitim ve öğrenimimiz. Çocukluğumda değil ama yetişme çağımda pek yerimde duramazdım. O günlerde eğitimimi tamamlayayım diye annem ve babam var güçleriyle mücadele ediyorlardı. Kafası iyi çalışan, kendini bilen biriydim. Hep şunu sorardım aileme, “Nasıl katlanıyorsunuz? Bu harcanan para, zaman boşuna değil mi” diye. Onlar da sonraları çok insandan duyduğum cevabı verirlerdi hep: “Biz de bu dönemleri yaşadık. Baba olunca