Ajda Pekkan Ermeni Yasası’nı kabul eden Fransa’ya tepki gösterdi. Paris’in meşhur Olympia müzikholünde vereceği konseri büyük bir özveride bulunarak iptal etti.
Sanatçıların topluma karşı böyle sorumlulukları vardır. Büyük bir sanatçı, böyle millî bir davada elbette tavır koymalıdır. Tabii tavır koyduğu insanlar bundan etkilenirse daha iyi olur. Olayımızda böyle bir beklenti yoktu, tavır daha çok "içeriye" yönelikti.
Milliyet’in tecrübeli muhabiri Ali Eyüboğlu açıp Olympia’ya sormuş, aldığı "Sözleşmemiz yoktu" cevabını ben de yazmıştım. Önceki gün Hürriyet’te bir haber: Ajda afiş indirtti. Haberde "İptalin bir şov olduğu, ortada Olympia’yla yapılmış bir anlaşma bulunmadığı iddia edilmişti. Pekkan, Olympia’yla yaptığı anlaşmayı ve adının olduğu konser listesini basına açıkladı" deniliyordu. Ve bir resim altı: "Dört ay önce Erkan Özerman aracılığıyla Olympia’yla anlaşma imzalayan Pekkan..."
Bu sefer açıp Paris’le ben de konuştum. Söylenenleri özetliyorum:
"Yazılı anlaşma yok. Madam Pekkan’ın menajeri açıp boş bir tarih sormuştu. Biz de bir tarih bildirmiştik, o kadar. Olym-pia’nın işleyişini biliyorsunuz. Biz salonu organizatörlere kiralarız. Ama anlaşma olmadan sanatçının adını programa almayız. Pekkan için yazılı bir anlaşma yoktu ve 17 Ocak tarihli programda adı da yoktu. (Ermeni Yasası 18 Ocak’ta geçti). Organizatörü bizden, Ajda Pekkan adının da olduğu bir program istedi. Bir tane hazırlayıp (18 Şubat’ta, yani birkaç gün önce) verdik. Kendisine de söyledik, bu size özeldir, resmî liste değildir diye".
4 ay önce imzalanmış dediler, feshettik dediler, ama anlaşma yok. Programda adı var, ama o liste asıl liste değil... Aman, hem kafam karıştı, hem sıkıldım!
Eski İçişleri Bakanı Kutlu Aktaş aradı. "Sınırlı sorumlu iktidar" yazım üzerine. 130 bin dolarlık bir daire aldığı için hakkında inceleme başlatılan Emniyet Görevlisi Daire Müdürü konusunda. Aktaş, "Ben söz konusu görevliyi herhangi bir şekilde korumadım, zaten benim 5 ay süren İçişleri Bakanlığım döneminde de önüme bu memurla ilgili olumsuz bir rapor gelmedi. Gelse gereğini yapardım" diyor. Ayrıca "Söz konusu memur, Sadettin Tantan’ın bakanlığı döneminde Daire Başkanlığı’na getirildi" der ki, bu zaten bilinen bir şey.
Aktaş’ın açıklamasına teşekkür ediyorum, ama o yazının amacı "Yolsuzluklar konusunda sadece memurların, bürokratların ve işadamlarının mı üzerine gidilecek? Niye siyasîlerin üzerine gidilmiyor?" diye sormaktı. Dün, Başbakan’ın, yardımcısını korumak için Cumhurbaşkanı’na gösterdiği tepkiyi seyrederken, bu sualin cevabını almış oldum.
Otuz küsur yıllık bir gazeteci, Türkân Şoray’ın evinin 16 martta açık artırmayla satılacağını duymuş, isyan ediyor:
– Rüçhan Adlı bana belki bin kere söyledi "Türkân bu evi dişinden tırnağından artırdığı parayla yaptı; bu ev her şeyiyle Türkân Hanım’ındır" diye. Geçenlerde Türkân Hanım’ı aradım, "Beni şahit gösterin, bildiklerimi mahkemede anlatırım" dedim, diyor.
Yılların gazetecisi öfkeli. "Geçen gün ne güzel yazdın" diye beni yüreklendirdikten sonra, hesap sormaktan da geri durmuyor:
– Bakalım kim, içine sinecek de o evde oturacak? Türkân Hanım o evi kaç yılda tamamladı, sırf o ev için kaç filmde oynadı, biliyor musun?
Bir de hatırasını anlattı, "Böyle bir şeyi Türkân Şoray, ölse çıkıp yüksek sesle söylemez" diyerek:
– Türkân Şoray, Cihan Ünal’la evlenmek istiyordu. Rüçhan Abi de, şaka yollu "Bu evin yarısını benim üzerime yaparsan, izin veririm" diyordu. Türkân Hanım paraya pula sahiden önem vermeyen bir insandır. Üç kere, beş kere söylenince, lafı ciddîye aldı ve isteneni yerine getirdi. Bunda belki, Rüçhan Bey’in bir türlü gönlünü alma arzusunun da etkisi oldu.
Evet, ben pazarlamacının dürüst, hızlı ve uyanık olanını severim.
Türk basını peş peşe dört değerli gazeteciyi kaybetti. İslam Çupi, Nezih Demirkent, Kemal Diyarbekir ve Esat Ayık çok kısa aralarla kalp krizi geçirerek aramızdan ayrıldılar. Cumartesi günü bir e-posta aldım. Bana da geldiğine göre, diğer köşe yazarlarına ve gazetecilere, haydi haydi gönderilmiştir. Ambulans ve acil sağlık hizmeti veren bir şirketin yetkili acentesi, adı Ömer Çolakoğlu, gazetecilere sesleniyor; "Kaybettiğiniz arkadaşlarınız bizim hizmetlerimizden yararlansaydı, bugün hayatta olabilirlerdi" demeye getiriyor.
Ben buna "iyi zamanlama, iyi pazarlamacılık" derim. Vallahi helal olsun!