Fanatizmle işimiz olmaz... Yiğidin hakkını yiğide veririz, kantarımız, hep doğru tartar.
İki takımın da farklı hesapları var, doğru... Ancak, bizleri hiç mi, hiç ilgilendirmiyor.
Bu oyun işimiz, yorumlarken, tarafsızlık ilkelerine sadık kalmaya özen gösteriyoruz. Çünkü gazetecilik ilkeleri bunu gerektiriyor.
Harika bir doksan dakika izledik...
Tempoysa, tempo... Top bir o kalede, bir bu kalede... Kora -kor mücadele... Kazanma arzusunu adeta tavan yapmış bir oyun... Üretilen ve de kaçan sayısız gol fırsatları...
İki takım oyuncularına ‘derbi’ tadında bir futbol gecesi yaşattıkları için gönül dolusu teşekkürler.. Hepinizin, eline-ayağına, alın terinize sağlık...
Bir teşekkür de, orta hakem Çağatay Şahan ve arkadaşlarına... Futbolla dolu geceye, çaldığı doğru düdüklerle, kaldırdıkları bayraklarla katkı sağladılar, kutluyoruz...
Kayserispor can derdinde... ‘Ne koparırsam kar’ düşüncesini taşıması, savunmasını sağlam tutmasını o yüzden kimse yadırgayamaz.
Böylesi bir tabloda Beşiktaş’tan iyi futbol ve de goller beklemek kadar doğal bir şey de olamaz.
Ne var ki, Kartal, öyle sanıldığı kadar rahat değil... Galatasaray ile kafa kafaya Devler Ligi, mücadelesi veriyor. Eline geçirdiği fırsatları Beşiktaş, maalesef avantaja çeviremeyince, yerini baskı ve strese bıraktı.
Bu tabloda Kartal’dan öyle aman-aman bir futbol beklemek, hayalcilikten öteye gitmez. Çünkü, psikolojik açıdan müthiş bir baskı altındalar. Bu oyunda öyle anlar vardır ki, iyi futboldan çok skor tabelasına oynarsınız.
Onun içindir ki, bu kora-kor ikincilik mücadelesinde rakibi düşme potasında da olsa yeniyorsa, kalkıp, oyun içindeki eksilerini, silik futbolunu, temposuzluğunu, pozisyon üretemeyişini, savunmasındaki gedikleri, uzatmada yediği tek golü kantara koyup, tartmanın da çok doğru bir yöntem olduğunu düşünmüyorum açıkcası. İşin özeti, Kartal, yarışta ince çizgide, mazeretleri var.
Ancaak, Kartal’da biri var ki, onu es geçmek ayıpların en büyüğü olur! Dany, Aslan’dan kiralık. Başlı başına büyük bir tehlike! Oynadığı yerin
Bu oyunda, başarıda bir teknik adamın, payı yüzde onsekiz, hadi bilemediniz, yüzde yirmi...
Başarı ve başarısızlıkta ise en büyük pay kuşkusuz, bu oyunun baş aktörleri, yani futbolculardır.
Bu kural her takım için geçerlidir...
Efendim, ne zaman Bilic’i eleştirsem, ortalık yangın yerine dönüyor, taraftarların tepkilerine hedef oluyoruz!
Ne yani, Bilic’in dokunulmazlığı mı var?
Büyük hedeflere kilitlenen büyük takımlar, her maçı kazanmak için sahaya çıkarlar.
Teknik adamın en büyük görevi ise kadroda yer alan tüm kozlarını ilk onbirde sahaya sürmek, onları verimli hale getirmektir.
Pektemek’in yeniden takıma gollerle dönmesine müthiş sevindim. O’nun futbol kumaşına ve de en önemlisi ‘adamlığına’ hayranım. İşine olan bağlılığı, efendiliği, cesareti ve de hırsı inanılmaz. Özelliklerini saymakla bitiremeyiz. Öyle durağan bir forvet değil. Sahanın her yerinde, pres yapan, arkadaşlarının yardımına koşan, rakip savunmayı rahatsız eden, fırsatları gollerle taçlandıran bir fotoğraftır Pektemek.
Bu özelliklerinin yanısıra da bir hayli de şanssız... Harika bir kafa golü attı, nazara geldi, kafası yarıldı, kanlar içinde kaldı, bandaj ve dikişlerle oyunda 59 dakika kaldı. Aşırı oynama isteğinin ne denli yüksek olduğunun en büyük göstergesi ikinci yarıya iki dakika geç çıkmasıdır.
Valla, sevgili Mustafa, kurşun mu döktürürsün, yoksa nazar boncuğu mu takarsın bilemem, takımdan ayrı kalma yeter.
Bravo Mustafa Pektemek’e, bir alkış da onda ısrar eden Bilic’e...
***
Bu oyunda hiçbir şeyin garantisi yoktur... Galatasaray’ın düşme potasındaki Kayseri’ye uzatmada yenilmesini kim tahmin edebilir? Ya da yılların tecrübesi Akhisar kaptanı Emrah’ın hatalı pasını Veli’nin zorluk derecesi yüksek bir vuruşla köşeye göndermesi ve gole çevirmesi aklınızın uçundan geçer
Kim ne derse, desin... Beşiktaş’ın Bilic’le ikinciliği kovalaması, hatta yukarılarda dolaşması, büyük başarıdır!
Sakatlıklar ya da cezalar nedeniyle kadroda zorunlu revizyonlara lafımız yok...
Ne var ki, ağır gribal hastalık nedeniyle serumlar yemiş adamı ilk onbirde sahaya sürmesi akıl alır gibi değil! Gökhan Töre’nin (ilk yarıda) adım atacak, adam eksiltecek, arkadaşlarını pozisyonlara sokacak hali yok!
İkinci yarı biraz çırpınır gibi oldu, hepsi o kadar.. Peki, Holosko niye yedek oturtulur?
Alay eder gibi, Holosko’nun doksanda oyuna sürülmesini bize kim açıklayabilir?
Ya da Galatasaray’ın puan kaybettiği haftada, ikinciliği yakalama şansı doğmuşsa Almeida’nın Bilic’in yanında işi ne?
Oynat onbirde, en azından rakip savunmayı yıpratır, rakibin duran toplarında, arkadaşlarına yardım eder, en azından penaltıya neden olmaz! Adamda jeton geç düşüyor, 68’de aklına geliyor! Yooo Bilic büyük hoca ya, o ne yapsa doğrudur! Kadroda devamlılık yerine sürekli taşlarla oynar! Kenarda takımı ateşleme adına, kızması, heyecanlı tavırları tamam, peki sinirlenip, maçı bırakıp, çıkış tüneline gitme hamlesine ne demeli?
Belki uç bir düşünce, hatta karşı çıkanlar da olabilir... Olimpiyat Stadı’nda oynamak, bizce ayağına kurşun sıkmaktan farksız! Zeminin yeşil göründüğüne bakmayın, bir hayli bozuk... Bir de buna iklim şartlarını ekleyin, varın gerisini siz düşünün...
Hem rakiple mücadele edeceksiniz, hem de fırtınayla! Tribün kalabalığı da hiçbir şeyi değiştirmiyor! Ne kadar bağırırsanız, bağırın, takımla - taraftar bütünleşemiyor! Yani, ne takım ne seyirci motive olamıyor!
Kocaeli, iki adım ötede... Üstelik, oraya gidip -gelmek, İstanbul trafiğini göz önünde bulundurursak, Olimpiyat Stadı’ndan daha kolay. Artı bir yandan rüzgârla mücadele edeceksiniz, diğer yandan galibiyet arayacaksınız! Hele hele rüzgâr nedeniyle havadan oynamak, başlı başına yetenek ister!
Tüm bu handikaplara karşın, ilk yarıda Eskişehirspor’a çok ciddi pozisyon vermeyen Beşiktaş, iki ‘net’ fırsatı harcadı. Hadi Motta’yı geçtik, Gökhan Töre’ye ne demeli? Böylesi teknik kapasitesi yüksek bir oyuncunun altıpas içinde topu kaleciye nişanlamasını ona hiç yakıştıramadık!
Efendim, asla Bilic takıntım yok! Bizler bu oyunu kendi penceremizden yorumluyoruz... Yani bizim doğrumuz, birilerine göre yanlış olabilir, buna da saygı
Hırs, tempo, coşku yok! Doğru, dürüst iki pas yok! Dan-dunlar, rakibe ikram edilen toplar!
Ofansta çoğalma yok!
Dişe dokunur tek bir pozisyon bile yok!
Hele hele istikrar hiç yok, sıfırın altında!
Golcü yerinde yok, kanatlardan orta yapıyor, taç atışlarını kullanıyor!
Topla çıkışlarda, tam acemi ordusu!
Jones mu?
Ersun Yanal, Fenerbahçe’nin bugünkü görüntüsünde bir dizi mazeretlere sığınabilir, sakatlıklar ve de cezaları öne çıkarabilir, bu da bir savunma şeklidir!
Ne var ki, Fenerbahçe’nin dışında 6 farklı takımla 10 sezon geçiren tecrübeli hocanın istatistikleri farklı şeyler ifade ediyor! Yanal, bu süreçte sadece 2 kez ikinci yarıda çıkış yakalarken, 8 kez bu derecelerinin arkasında kaldı.
Fenerbahçe’yle bu sezon ilk yarıdaki 17 maçta 2,41 puan ortalaması tutturan, ikinci yarıdaki 3 karşılaşmada ise 1,00 ortalamada kalan Yanal’ın karnesi adeta SOS veriyor!
Rakamlar asla yalan söylemez!
Bu oyunda bildiğimiz bir gerçek daha var... Eğer bir takımda adalelere bağlı sakatlıklar fazlalık gösteriyorsa bunun da temelinde aşırı yüklenmeler yatıyordur. Her ne kadar Yanal hoca, yüklenme olayına karşı da çıksa, ki çıkıyor, fotoğraf çok net! Bu uzun maratonda takımın form grafiğini iyi ayarlayacaksınız, yoksa başınıza iş alırsınız!
Yanal’ın tecrübesine lafımız yok... Ancak böylesi tecrübeli bir hocanın yukarıdaki negatif gelişmelerin hesabını da iyi yapacak, işini sağlama bağlayacak. Yani, forvette sıkıntın varsa ki, var, o açıkları kapatacak, gerekirse, altyapıya rotayı çevirecek,