Süleyman Abi, keşke aramızda olsaydın, senin yaşam biçimin olan Beşiktaş’ını izleseydin, inan gurur duyardın.
Valla, bir yanda Beşiktaş, diğer yanda binlerce taraftarın Arsenal’e Olimpiyat Stadı’nı zindan ettiler, dizlerinin bağlarını çözdüler! Hele hele Demba Ba’nın başlama düdüğüyle birlikte orta sahadan rakip kaleye gönderdiği şut var ki, kaleci çataldan güçlükle tokatlarken, Wenger’in yüreği ağzına geldi.
Baba, Bilic, İsmail Köybaşı’nı savunmanın sağına çekti, harika bir iş yapmış. Hiç sırıtmadığı gibi, ofansif çıkışlarda da başarılıydı.
Beşiktaş, tam bir takım oyunu oynadı... Arsenal’e inanılmaz bir baskı kurdular. Topun kaybedildiği anlarda pres yaptılar, özellikle ilk yarıda pozisyon ürettiler, ama bunları gollerle taçlandıramadılar.
İki yenilmez hoca Gordan Milne ile Fabio Capello’yu İtalya’da bir araya getirecektik. Ancak Süleyman abi direniyordu. Çünkü aynı hafta G.Saray derbisi vardı. ‘Yenilirsek fatura bana kalır’ diyordu sürekli. Ancak ısrarlarımızı kıramadı, izni verdi. İş müthiş oldu ama hafta sonu Beşiktaş rakibine yenilince Seba topa tutuldu. Ve beni her gördüğünde ağzından aynı cümle dökülüyordu; “Yaktın beni Bilal”
Gordon Milne’li Beşiktaş, 48 maç yenilmemişti, bir rekora gidiyordu. Biz de o dönemler benzetme yerindeyse, 24 saat Beşiktaş ile yatıyor, Beşiktaş ile kalkıyorduk. Bizim kulvardaki mesleki yarışın zirve yaptığı yıllardı... Ne yaparız, nasıl güzel işlere imza atarız, sürekli buna kafa yoruyorduk...
Avrupa’da Beşiktaş gibi yenilmezliğini sürdüren bir takım daha vardı. İtalya’nın Milan takımı... Teknik Direktör ise Fabio Capello idi...
İki ünlü çalıştırıcıyı Milano’da buluşturabilir miyiz diye günlerce düşündük, taşındık. Ardından görüşmeler, yazışmalar yaptık. Derken Capello’dan ‘evet’ yanıtını aldık. Beşiktaş ve Milne için hemen düğmeye bastık. En büyük Capello engelini aşmıştık, ama karşımızda daha büyük engel yani Süleyman abi vardı. Onu ikna etmek, sanıldığı kadar kolay
Feyyaz Uçar ile “Beşiktaş’ı mat ettim” başlıklı bir röportaj yapmıştım. Süleyman abi, çok sevdiği Feyyaz’ı kulüpte tutabilmek için Metin Keçeli vasıtasıyla şu formülü denemişti; “Gidin ikna edin. Gelsin yönetimde Bilal’in yazdıklarının doğru olmadığını söylesin”. Feyyaz çağrılır ama herkesin ortasında “Yalan yok, tam tersi az bile yazılmış başkan” der. Seba küplere biner.
Bir Feyyaz Uçar anısı var ki sormayın gitsin... Feyyaz Uçar ile Beşiktaş’tan kopuşuna, gönderilmesine neden olan bir söyleşi yapmıştım.... “Beşiktaş’ı mat ettim” demişti... Öyle ki zehir - zemberek ifadeler ile süslüydü röportaj...
Transfer pazarlıklarının kızıştığı dönemde, imza atmakta direndiği için taraftarın tepkisini çekmişti Feyyaz Uçar... Bu ortamda gerçekleşti söyleşi... Gazetede bir yayınlandı, ortalık yangın yerine döndü. Başta Süleyman Seba ve transfer komitesi üyeleri öfkeden ayağa kalktılar, söyleşi de kullandığı ifadeler nedeniyle Feyyaz’ın hemen kulüpten uzaklaştırılması gündeme geldi.
Başkan, yöneticilerin eleştirilerini dikkatle dinler, onlara hak verir. Ne var ki, gönderilecek olan Feyyaz Uçar’dır. Böyle olunca Başkan bu işi tatlıya bağlamak için bir yola başvurur. Futbol Şubesi
Süleyman abi, Sadi Gülçelik yerine kendisine Beşiktaş’ın sembol futbolcusu Kemal Gülçelik’in öldüğü haberini veren ve bunu Tercüman Gazetesi’nde haber yapan gazeteci dostumuz Faik Gürses’e gerçek anlaşıldıktan sonra yıllarca “Bugün kimi öldürdün Faik” diye takıldı.
Süleyman Abi’nin bizim kulvardaki en yakın dostlarından biridir Faik Gürses... Öyle ki bu dostluk seçim sandıklarına bile yansımıştır, uzun yıllar...
O dönemler muhabir adayı genç biriydim... Benim bugünkü konuma gelmemde Faik ağabeyin büyük katkılarını asla inkar edemem....
Bugün Beşiktaş’ın sembol futbolcularından rahmetli Kemal Gülçelik ağabeyimizle Faik Gürses arasında geçen bir anıyı siz değerli, okuyucularımızı aktarmadan geçemeyeceğiz.
1976’lı yıllar... Faik Gürses, o dönemlerin en büyük haber ajansı THA’dan ayrıldı, kulvarımızın duayenlerinden rahmetli Necmi Tanyolaç ağabeyimizin, yönettiği Tercüman Gazetesi’ne transfer oldu. O yıllarda Tercüman’ın spor sayfası, ortalığı kasıp kavuruyordu. Faik abi istihbarat şefi...
“Bir gece servisin telefonu çaldı, açtım, karşımda TRT’den Faruk Barut var... Sesi titriyordu, ‘Başımız sağolsun Faik, Gülçelik abimizi kaybettik’ dedi. Telefon elimden düştü, sayfa
Bir gün antrenmana gittim, kapıdaki görevliler, “Bilal ağabey, Toshack sizin girişinizi yasakladı buraya” dediler ve beni içeri almadılar. Hoca yaptığım haberden rahatsız olmuş. Doğruca Süleyman Abi’nin kapısını çaldım. Başkan, “Bir dakka, olmaz öyle şey, yazdıkların yalan değilse ki, olduğunu sanmıyorum. Ne demek Fulya’ya girememek” diyerek ayağa kalktı, sekreterine, “Bana hemen Toshack’ın tercümanını bağlayın” dedi... İki saat sonra yasak kalkmıştı.
Anılar... Süleyman Seba ile 41 yıllık süreçte çok anılarımız var, yazmakla bitiremeyiz, dizi yapsak, yetiştiremeyiz... Ancak öyle yaşanmışlıklar var ki, onları da yıllarca unutamayız.
Süleyman Abi’nin, karizmatik kişiliği, duruşu, söylemleri, rakiplere olan saygısı sınırsızdı. Haksızlığa, yalana - dolana hiç tahammülü yoktu. Tepkisini dile getirirken bile, kırıp - dökmezdi.
Hiç unutmam; Toshack, Fulya’da teknik direktör... O yıllarda işler takımda pek de iyi gitmiyor... Biz de Fulya’da olan biteni, tek kelimesi yalan - dolan olmadan satırına kadar sayfamıza taşıyorduk... İşimiz buydu. Ancak Milliyet’te çıkan haberlerin, Toshack’ı rahatsız ettiğini de biliyorduk. Bir gün antrenmana gittim, kapıdaki görevliler, “Bilal ağabey,
O’nu anlatmak sanıldığı kadar kolay değildir... İstediğiniz kadar ‘belgesel’ yapın, istediğiniz kadar ‘kitaplar’ yazın yetmez.
O bir efsane, O bir ‘adam’, O, TC’yi taparcasına seven, Türkiye aşkıyla yanıp-tutuşan bir fotoğraftır benim penceremden...
O bizim ağabeyimizdi, o bizim babalarımızın boşluğunu kapatan, çevresine, efendiliği, dürüstlüğü öğreten, futbolun sadece futbol olmadığını anlatan bir kişilikti.
Duruşuyla, söylemleriyle, çevresine, futbol ailesine pozitif enerjiler yayan, bir örnek başkandı.
Kırk yıldır Beşiktaş’ı kovalıyorum, hiçbir maçında rahat - huzur yüzü görmedim, saçlarımı döktüm! Hep diken üstünde kritiklerimizi yazdık, öyle anlar oldu ki, yorumlarımızı son anda değiştirmek zorunda bile kaldık!
Açıkcası ben alıştım! Beşiktaş bu... Ne zaman, ne yapacağını asla önceden kestiremezsiniz!
Ya arkadaş, ilk maçta öyle veya böyle 2-1’lik avantajlı skoru elde etmişsiniz. İlk yarıda rüzgar ve 50 bine yakın taraftarı da arkanıza almışsınız. Bitmedi, üstüne üstlük Demba Ba ile şans faktörü yüksek olan bir gol de bulmuşsunuz. 74. dakikaya kadar da rakibe çok ciddi bir pozisyon vermemişsiniz. Peki, o gole nasıl engel olamazsınız, eyyy savunmacı arkadaşlar!
Neyse ki, yeni bir facia yaşamadık! Şok golün baskısını üzerinden çabuk atan Beşiktaş, Demba Ba’nın üç golüyle Devler Ligi’ne bir adım daha yaklaştı.
Bu oyunda başarıyı yakalamanın klişeleşmiş kuralları var. Öncelikle takım savunmasını iyi yapacaksınız. Bunu beceremediğiniz anda hayal kırıklıklarına yelken açarsınız. Bize göre Türk futbolunun en büyük sıkıntısı da burada yatıyor. Neyse ki Beşiktaş, üst düzeyde olmasa da takım savunmasını iyi yapıyor, taa ki, ikinci 74’deki rakibin golüne kadar! İkinci kural ise
Skor mu, yoksa futbol mu? Elbette bu tip iki ayaklı ve de hedefin büyük olduğu maçlarda tabeladaki rakamlar bizi ilgilendiriyor.
Gönül ister ki, hem iyi futbol hem de skor farkı bir arada olsun. Ne var ki böylesi zorlu maçlarda iyi futbol beklemek biraz haksızlık olur.
Hele hele hedefte Şampiyonlar Ligi varsa ki var, Beşiktaş’ın oyunun belli bölümlerinde ortaya koyduğu kötü futbol, su götürür.
Tamam, Feyenoord öyle sıradan takım değil. Ancak kadrosundan birçok oyuncuyu kaybeden Hollanda ekibi eski gücünden bir hayli uzakta.