Yönetimlerin, yönetim şekline karışmak, pek tarzım değildir. Ne var ki, ortada bir haksızlık varsa, - ki var- eleştirmenin en doğal hakkımız olduğuna inanıyorum. Başkan Fikret Orman ve arkadaşları, böylesi zor dönemde, taşın altına ellerini değil, bedenlerini koydular, göreve soyundular, alkışlıyoruz. Ekonomik açıdan Beşiktaş’ı düzlüğe çıkarırlar mı, çıkaramazlar mı, şimdilik bilemiyoruz. Takımı zirveye taşırlar mı, taşımazlar mı, burası da soru işareti. Gelelim, bizi üzen asıl konuya; Tayfur Havutçu. Diğer adıyla ‘nöbetçi’ teknik direktör! Başkan Orman ve arkadaşlarının ilk işleri teknik adam konusunu masaya yatırmak oldu. Carvalhal’ı gönderdiler, Havutçu’ya takımı emanet ettiler. Anımsayın; Schuster gitti, yerine Tayfur Havutçu geldi. Sezonu tek kupayla kapadı. Sezon başı kamp çalışmaları sırasında bilinen şike olayları yaşandı ve Havutçu, hapse girdi, beş ay kadar yattı. Bir dakika bile yatmayı kim ister? Ailesinden ve sevdiklerinden uzak kaldı. Bu madalyonun bir yüzü...
Diğer yüzü içler acısı! Vefa diye bir olgu vardır. Kaldı ki, Tayfur Havutçu’nun başarısız olduğunu kim söyleyebilir ? Schuster giderken arkasında ‘enkaz’ bıraktı, o beğenmediğiniz Havutçu, sezonu hiç
Sezon başından beri böylesi bir sıkıcı kırk beş dakika izlemedik. Hani benzetme yerindeyse, ne bir doğru dürüst pozisyon, ne heyecan, ne pres, ne mücadele, iki takım da baydılar.Trabzon’un top çevirmesi doğal, çünkü onlara üçüncü olma adına bir puan yetiyor. Peki, Beşiktaş’a ne demeli? Top rakipte iken hiç kimse topu kampa adına asla pres yapmıyor, bekliyor ki, rakip üzerine gelsin. Havutçu kenarda yırtınıyor, ‘pres yapın, topu kazanın’ diye... Dinleyeni ara ki, bulasınız!
Maç maça benzemiyor, biz de başka konulara takılalım dedik, ilk yarının bitimiyle birlikte Burak Yılmaz’ın gördüğü kart bizi asla şaşırtmadı. Süper Lig’in gol kralısın. Peki, kardeşim, ceza alanı içinde sürekli kendini yere attın, o eforunu biraz mücadeleye ayırsan, gol atmayı düşünsen iyi olmaz mı ? Hele takımını on kişi bırakmanı sana asla yakıştıramadık. Ernst sana hiçbir şey yapmıyor, tam tersi faulu sen yapıyorsun, özür dileyeceğine rakibine yumruk atıyorsun !
Pektemek, senden bir şeyler beklemek en doğal hakkımız... Çünkü sen bu takıma öyle veya böyle golcü olarak büyük umutlarla transfer edildin, edilmesine de hâlâ verim alınamadı, dersek abartmış olmayız. ‘Şans bulamadım’ sakın deme...Çok şans
Beşiktaş’ın en büyük sorunu kuşkusuz duran toplardaki kronikleşmiş hastalığı... Malesef bu soruna ne Schuster, ne Carvalhal, ne de Tayfur Havutçu bir türlü çözüm üretemediler. Kaleye ister Rüştü’yü, ister Cenk’i koyun, hatta savunma blokunu tamamen değiştirin, hiç fark etmiyor.
Melo’nun attığı gole bakın, savunmanın arkasında bomboş durumda, Ernst çakılı, kıpırdamıyor, Cenk’i sanırsınız ki, çizgiye çivilemişler, çıkıp boy avantajını kullanma gereğini bile düşünmüyor. Ondan sonra didin dur, pozisyon üret, gol ara, maçı döndür, hem de şampiyonluğun en güçlü adayı karşısında. Buna yedi sarı kartı ekleyin, Beşiktaş’ın maçı döndürmesi mücizeden öteye gidemez idi. Ne var ki, futbolun cilvesi olsa gerek, önce Holosko iki dakika sonra bu kez Almeida gibi, Ujfalusi kendi kalesine topu gönderdi ve skor eşitlendi.
Galatasaray mı? Çok üst düzey futbol oynadı dersek, abartmış oluruz. Zaten inanılmaz gerilim içinde olan Cim-Bom, bu kora-kor şampiyonluk yarışında iki farkı yakalamasına karşın, son beş dakika içinde kalesinde iki gol görmesi, inanılır gibi değildi. Evet, Beşiktaş Fener’den sonra ufak darbe de Cim- Bom’a vurdu. Fenerbahçe’nin kazanması, Galatasaray’ın iki puan bırakması,
Kadınların tek farkı, maşallahları var, doksan dakika susmamaları... Hem Fenerbahçe’yi ‘protesto’ ettiler, hem de Beşiktaş’ı ateşlediler. Valla yalan söylemeyeyim, onların çığlıklarından, bitmek tükenmek bilmeyen enerjilerinden inanın biz bile etkilendik, hatta maça konsantre olmak da bile zorlandık.
Böylesi çığlıkların gökyüzüne yükseldiği derbide biz de doğal olarak adına yakışır bir futbol beklentisine girdik. Üstelik Galatasaray’ın zirve yarışında iki puan kaybetmesi, İnönü’deki mücadeleyi daha kritik bir konuma getirdi.
Bu tabloda iyi futbol beklemek, lüks olarak kabul edilmemeli... Ne var ki, ilk yarıdaki futbol hiç de bu maça yakışacak cinsten değildi. İki takımın kontrollü ve bol paslı oyunu tercih etmeleri, birbirlerinin açıklarını aramaları, bu tablonun oluşmasında en büyük faktör idi bizce. Özetle ilk yarı dağ fare doğurdu!
Ancaak bitime bir dakika kala Quaresma’nın sıfıra kadar inip, topu savunmanın arkasına kesmesi ve Almeida’nın şut gibi kafa golü, ikinci yarıdaki üst düzey mücadele ve kaliteli futbolun habercisiydi. Haftalardır sahada dolaşan Quaresma’nın varlığını dün ilk kez bu asistte hissettik dersek abartmış olmayız. Almeida, kim ne derse desin,
Ehhh be Halis Özkahya! Maşallahın var, maça ağırlığını koyacaksın diye bol keseden öyle sarı kartlar çıkardın ki, ne kokartına, ne de sana yakıştı? Başka deyişle, bir elinde düdük, diğer elinde sarı kart, sahada adam aradın!
Diyelim ki Beşiktaşlı futbolculara çıkardığın her kart doğruydu.
Peki, Fenerbahçeli oyunculara niye o kadar tölerans gösterdin? Semih ceza alanı içinde kendini garip şekilde yere atıyor, seni aldatıyor, ne sarı, ne uyarı ! Hadi bunu da geçtik, Caner’in, Quaresma’ya yandan dalıyor, ayaklarını yerden kesiyor, özür diliyor, göz boyuyor, sarı çıkarman gerekirken, pas geçiyorsun. Mehmet Topuz, topu ayağında olan Simao’ya arkadan el-ense çekiyor, faulu veriyorsun, sarıyı çıkaramıyorsun!
Gelelim, Edu ile Volkan’ın çarpışmasına ve oyunun sekiz dakika durmasına neden olan pozisyona... Bize göre aslaaa kasıt yok, ama sana göre var, var ki, sarı çıkardın. Peki ortada kasıt varsa o kartın rengi sarı mı, yoksa kırmızı olmalıydı sayın Özkahya!
İşin adil bir şekilde kantarın topuzunu kaçırmadan, kurallara göre maç yönetmektir. Öyle ‘birine var, diğerine yok’ hangi kitapta yazıyor?
Beşiktaş malesef üç haftadır Süper Final’de hakemlere yeniliyor! Yüzde yüz
İkisi de aynı kaderi paylaşıyorlar, zirveden uzaklar, galibiyete hasretler... İkisi için de zirve çok uzak, tek hedef var, o da üçüncü olarak Avrupa Ligi’nin kapısını aralamak.
İlk yarıda Trabzon daha baskılı ve pozisyon açısından üretkendi. Ne var ki, bu tablonun oluşmasında Beşiktaş’ın hücuma çıkarken kaptırdığı toplar büyük faktördü. Orta sahadaki pas hataları Rüştü’ye sıkıntı olarak geri döndü. Trabzonspor, Burak’ın yokluğunu Olcan, Volkan ve Halil üçlüsüyle kapatmaya çalıştı. Halil’i bu ikilinin dışında tutmak şart. Attığı gol, ofsayt olmasına rağmen Trabzon açısından çok önemli. Neden mi? Bu gol, belki de Trabzon’u Avrupa’ya taşıyacak, kim bilir?
İkinci yarıda Beşiktaş biraz ayağa kalktı, pas hatalarından arındı, Trabzon kalesinde baskı kurdu. Quaresma ile müthiş bir pozisyon yakaladı Kartal. Ancak Q7’nin içi boşalmış, laf olsun diye oynuyor, aldığı her topu kaleye vuruyor, asla arkadaşlarına aktarmayı düşünmüyor. Bir insan ancak bu kadar bencil olabilir! Nitekim 52’deki pozisyonda Tolga’yı da geçen Quaresma, topu kaleye gönderemiyor ve savunmaya nişanlıyorsa, varın gerisini siz düşünün.
Quaresma, “Bir yere gitmem” diyor. Niye gitsin ki? Kafasına göre takılıyor,
Hakemlerle uğraşmak, ya da onları yerden yere vurmak hiç tarzım değildi. Ne var ki, bir takımın alın terine çok kritik bir kararla ‘fren’ konuyorsa o zaman bize de eleştirmek düşüyor.
Melo’nun attığı gol.... Elmander topa yükseliyor, kafayla indirdiği anda Melo’nun ofsaytta olduğu taaa tribünden bizler görüyoruz, ne yazıktır ki, Baki Tuncay Akkın göremiyor, golü veriyor, orta hakem de buna uyuyor. Yazıktır, günahtır, bir takımın emeğiyle oynamaya hiçbir hakemin hakkı yoktur.
Hadi yardımcı hakemi geçtik, peki Hüseyin Göçek’e ne demeli? Çaldığı her düdük, çıkardığı her kart, bize göre misler gibi ‘eyyam’ kokuyordu. Maça bir türlü ağırlığını koyamadı, bu performansıyla bir daha maç alır mı, almaz mı, doğrusu soru işareti. Göçek, siyah beyazlı futbolcuları çıldırtmak için elinden geleni yaptı! Hilbert’i atması doğru, ancak futbolcuları kışkırtan, o konuma getiren de kendisidir! Maçın bitimine doğru kapalıdan sahaya taraftarların atlaması, futbolcu ve hakeme saldırmak istemelerini anlamak mümkün değil! Göçek, bu yönetimiyle bırakın finallerde maç yönetmeyi, mahalle maçlarında bile düdük çalamaz.
Ya beyler, aklınızı başınıza toplayın, tamam hakem hatalı yönetim gösterdi, ama
Carvalhal’ın gidişiyle birlikte yazılı ve görsel medyada teknik adam konusunda yine klasik papatya falları açıldı sürekli! Medyada her gün farklı isimler yazıldı, çizildi.
Ne var ki, yönetim bu papatya fallarına Karabükspor maçı öncesinde son verdi, Tayfur Havutçu hoca ile yola devam etme kararı aldı, doğru da yaptı, kutlarız. Ancak Tayfur Havutçu konusundaki oylamaya bir anlam veremedik doğrusu! Tayfur Havutcu’nun beş ay tutuklu kaldığını sanırız yönetici arkadaşlar unuttular! Havutçu bu süreçte niye tutuklu kaldı, nedenlerini de cümle alem biliyor, ama onlar farkında değiller!
Olsalar, oylama yapmazlardı, ‘bizim hocamız Havutçu’ der, spekülasyonlara son verirlerdi... Neyse ki, aklın yolu bir. Oylamada on iki kişi Tayfur Havutcu lehine oy kullandılar. Buraya kadar herşey iyi, hoş, ancak, bazı yöneticilerin Havutçu’ya yedi maçlık kredi biçmelerine bi anlam veremedik, doğrusu!
Havutçu, “Başarısız olursam, gereğini ben yaparım” diyerek, açık yürekliliğini ortaya koydu... Kıssadan hisse, anlayana!
Lütfen şu yabancı hoca hayranlığını unutun artık, bu ekonomik krizden, yerli hoca ve yerli oyuncularla çıkılabileceğini de asla unutmayın.
Gelelim Kartal’ın yabancı