YazarlarBir Balkan havası

Bir Balkan havası

15.10.2000 - 00:00 | Son Güncellenme:

Bir Balkan havası

Bir Balkan havası


“Greek Coffee mi istersiniz, normal mi?" “Ben Turkish coffee rica edeyim..." “Tabii olur, ikisi de aynı zaten..."


“Eşlerden biri birliği temsil yetkisini aşar veya bu yetkiyi kullanmada yetersiz kalırsa, hakim, diğer eşin istemi üzerine temsil yetkisini kaldırabilir veya sınırlayabilir. “
(Medeni Kanun tasarısı Madde 190)

“Greek Coffee mi istersiniz, normal mi?"
“Ben Turkish coffee rica edeyim..."
“Tabii olur, ikisi de aynı zaten..."
ihirli değnek değmiş gibi... Eskiden asık yüzlü garsonlar inadım inat diyerek, ille de Greek Coffee getirirlerdi masaya... Şimdi “biz dostuz, kahvemiz de bir, dolmamız da" diyorlar...
Yunanistan’ın kuzeyindeyiz. Balkan gazetecileri ve turizmcileri. Türk gazetecilerini ben temsil ediyorum. Yugoslavlar, Makedonlar, Çekler, Yunanlılar, Bulgarlar, Türkler birlikte geziyoruz, yiyor içiyor, dans ediyoruz...
Her ülkenin birbiriyle sorunu var ama kimin umurunda, biz birbirimizi seviyoruz. Miloşeviç’in gidişini birlikte izliyoruz. Makedonya sınırına kadar gidiyor, Makedonyalıların, yanı başlarındaki Yunanistan’a vize ile girmelerini tartışıyoruz...
Yunanistan’ın kuzeyi, Kilkis bölgesi turizme açılıyor.
Kilkisliler, “güneş, deniz, kumödan başka şeyler de var... Sağlık turizmi, kültür, spor, din, doğa, eko, gastronomi, arkeoloji turizmi önem kazanıyor. Bütün bunlar da burada fazlasıyla var..." diyorlar.
Ne kadar tanıdık sözler değil mi?

Uçakta cep telefonu

Selanik’e Atina üzerinden uçunca beş-altı saatimiz yollarda geçiyor. Atina’dan Selanik’e Cronus Air ile uçuyoruz. Çoğu yolcu, uçağa cep telefonları açık biniyor, hatta konuşuyorlar... Daha uçağın tekerlekleri piste değer değmez telefonlar çalmaya başlıyor. Hostese, “Uçakta cep telefonlarının açık olması serbest mi" diye soruyorum. “Hayır" diyor. “Ama şu anda herkes konuşuyor" deyince, “Yere indikten sonra olabilir" cevabını veriyor. Ve hiç uçaktan korkmayan ben, dönüşte THY’den önce bindiğimiz Yunan uçağından korkmaya başlıyorum... Hostes elinde bir aletle “otobüs biletçisi" gibi çıt çıt yaparak yürüyor. Açık cep telefonu kontrolu yapıyor diyorlar... Ama uçak yere iner inmez yine telefonlar çalıyor...
Kendimizi uçaktan dar atıyoruz... Atina İstanbul arasını canım Türk Hava Yollarım ile yapıyoruz. Her şey ciddi... Bir saatlik yolda bile etli butlu mükemmel bir yemek...Yunanistan’ın Kilkis bölgesini size anlatmam için önce şu benzetmeyi yapmalıyım: Bizim Karadeniz Bölgesi’nin aynısı... Ama onlar üç yerden para yardımı (Avrupa Birliği Hükümet Lokal yönetim) aldıkları için daha gösterişli, daha bakımlı...

Şerefe, nazdravya, yassu

Yemyeşil dağlar, göller, virajlı dağ yolları, tertemiz bir hava, lezzetli yemekler, güzel müzik, olağanüstü bir misafirperverlik... Sanki Türkiye’de dolaşıyor gibiyim... Yeni Balkanlı arkadaşlarım, davranış ve espri biçimleri, onlarca Türkçe sözcük, horonlar, göbek havaları... Ayrı olan tek şey dillerimiz... Duşkin kadeh kaldırırken şerefe, Yannis nazdravya, ben yassu diyoruz...
Son akşam yemeğimizde minik orkestra hepimizin müziklerini çalıyor, herkes tek tek kalkıp dans ediyor... Bana da önce Konyalım, sonra Mastika düşüyor...
Yunan restoranlarında yıllardır tabak kırılmıyor... Ama misafirperver restoran sahibi, gecenin ilk ve son tabağını ayaklarımın altına atıveriyor. Bu büyük bir iltifat oluyor. Sonra hep beraber sirtaki yapıyoruz ve sıra Goran Bregoviç şarkılarına geliyor, bunları zaten herkes biliyor... Makedonyalı Duşkin, WTS Turizm Acentası sahibi Ünsal Bozkurt dans etmediği için, masaya gelip, “Turkin hepten seyirci" diyor.
Kilkis Bölgesi’nin valisi kalkıp dans ediyor... İşte bu bölümü bize benzemiyor; bizde mum gibi otururlar çünkü; harika dans ediyor.
O kadar, her şeyi göstermek, her yeri beğendirmek çabasındalar ki, daha kuruluş aşamasındaki Botanik bahçesine bile götürülüyoruz... Boş bir arazi gösteriyorlar ve gelecekteki durumu anlatıyorlar...
Doirani Gölü’ndeki balıklar çok lezzetli, ama gölün durumu biraz hazin... Yıllardır sulama için gölden su çekilmiş, şimdilerde göl küsmüş ve suyunun yarısına yakını akıp gitmiş, gelecekte burada böyle bir göl kalmayacakmış... “Bir ihtimal depremler yüzünden göl dibinde oluşan çatlaklar da suyu aldı götürdü" diyorlar... Güzel bir göl, güzel manzara, güzel balıklar yakında yok olup gidecek insanlar yüzünden...
Kastaneri’de yemeğin üzerine haşlanmış kestaneler geliyor... Bu bölge kestane ağaçlarıyla dolu ve tahmin ettiğiniz gbi bölgenin adı da kestane anlamına geliyor. Rafail Manastırı’na gidiyoruz... Ahşap oyma işli 4. yüzyıldan kalmış eski bir kilise. Baş Monk (keşiş) bizi karşılıyor... Manastır hakkında açıklamalar yapıyor. Atina’da intihara karar veren birisi bir ses duyuyor, dağa çıkıp Peder Paisus’la karşılaşıyor. O da, “Ben seni biliyorum" diyor ve adam manastıra gelerek kurtuluyor. Keşiş’e, “Dışarıdaki gençler buraya gelip kapansalar ister misiniz" diye soruyorum... “Bizde zorlama yoktur, isterse olur" diyor... Ama bu kez de kanserli bir kadının buraya gelerek nasıl iyileştiğini anlatıyor... Sürekli mucizelerden söz ediyor. Bu manastırda altısı keşiş, 11 kişi yaşıyor.
İkinci manastır Meryem Ana’da ise keşişler bize kayısı suları, çörekler ikram ediyor, hatıra eşyası satışı yapıyorlar.

Büyük şelalenin büyüsü

Buradan sonraki duraklarımız ise şarap ve uzo mahzeni. Onca çöreğin üzerine bu kez de ünlü Makedon şarapları tadıp, peynirler ve şıra ile yapılmış aşureye benzer bir tatlı yiyoruz.
Sonra onlarca kilometre yol gidip, SkraFalls’a varıyoruz. Yemyeşil bir yer, incecik bir su akıyor. Burayı “büyük şelale" diye tanımlıyorlar.
Kilkis mağarası ise yılın her mevsiminde aynı havaya (15-17 derece) sahip astım gibi nefes hastalıklarına çok iyi gelen bir yer. Yunanistan’daki binlerce mağaranın en güzellerinden biri. 1000 metrekare alana yayılmış, su damlalarının sıçramasıyla şekil almış, çok güzel bir yer.
Müzeler ise Kilkis kazılarından çıkmış nefis eserlerle dolu.
Pikrolimni’de ise su ve çamur terapiyi içeren bir sağlık merkezi var. Sülfür ve nitrat içeren çamur insanın vücuduna sürülüyor. Deri hastalıkları, genital hastalıklar, solunum yolu hastalıklarına iyi gelebiliyor.

Dans dans dans

Yunanlılar için dans ve müzik, hayatın olmazsa olmaz bir parçası...
Bunca yol teptikten sonra Lena geliyor ve “Saat ikide aşağıya inin, buzukiye gideceğiz" diyor. Odalara çıkıp acele bir duş alıp, gece yarısından sonra yine toplanıyoruz.
Kocaman karanlık bir salona giriyoruz. Daha önceden ayrılmış masamıza oturuyoruz. Herkes pistte ve masaların kenarında dans ediyor. Duyduğum şarkıların çoğu kulağıma aşina... Dans bilerek ve kuralına uygun yapılan bir dans. Birileri dans ederken, birileri de önünde diz çöküp tempo tutarak onu izliyor...
Burada artık tabak kırılmıyor, peçete atılmıyor, masa da yakılmıyor ama garson kadınlar, içi çiçek dolu tepsilerle geziyor. Her bir tepsiye sekiz dolar ödeniyor. Her masaya en az dörtbeş tepsi boşaltılıyor. Bu çiçekler kafaları kopartılmış karanfiller. Ondan sonra bir çiçek savaşı başlıyor. Şarkıcılara, dans edenlere, tanıdık masalara ve kendi masanızdakilere sürekli çiçek atılıyor. Yerler çiçek doluyor ve insanın ayağı kayıyor. Kağıt peçeteden iyi, ama pek de hoş bir manzara değil. Peçete de olsa çiçek de parsayı dükkan sahibi topluyor ve insanlar bir şeyi birinin kafasına atmak zevkleri için onlarca para ödüyor.


Yazara E-Posta: dasena@milliyet.com.tr

KEŞFETYENİ
Eleme sonrası olay paylaşım! 'Buna kalleşlik denir'
Eleme sonrası olay paylaşım! 'Buna kalleşlik denir'

Cadde | 01.05.2025 - 23:23

Pınar Saka, Yiğit Poyraz'ın elenmesine tepkisiz kalamadı. İşte, çok konuşulacak o paylaşım...

Yazarlar