İstanbul gece hayatı için beklenmedik bir şeydi, bir mekânın ayrılan ve başka bir işletmeye transfer olan bir işletmeciye veda partisi düzenlemesi.
Öyle sıradan bir parti de değildi bu, Yakuza’dan Murat Tokuz’a şehrin bütün DJ’leri bir araya geldi bu özel gece için.
Tabii bunda Ercan Gümüşkaya’nın çok sevilmesinin de, La Boom, Gizli Kalsın ve La Boucherie’nin patronu Umut Evirgen’in büyüklük göstermesinin de etkisi çoktu.
Kaç patron bu kadar hoşgörü sahibi olabilir?
Bu iki isim, Çağatay Ulusoy’dan Kıvanç Tatlıtuğ’a dizi oyuncularından iş dünyasına gece gezen bir kitle için çok şey ifade ediyor.
Başarılarının sırrı ise ortada, herkesin kendini rahat ve güvende hissedeceği bir eğlence ortamı sağlamaları.
Şimdi Umut Evirgen’in Emirgan Group’u La Boucherie’nin yenilenmesiyle yükselişini sürdürüyor.
“Olağanüstü bir tarihi mirasa sahip bu şehri, sanatın bütün dallarıyla yankılanan hareketli bir metropole dönüştürmeyi başardınız.
İKSV’nin çalışmaları sayesinde İstanbul, kültür ve sanat alanlarında yeniliklerin öncüsü olan Avrupa başkentlerinin biri haline geldi.
Bu kültürel yenilikçilik anlamındaki şöhretini İstanbul, büyük ölçüde, şahsiyetinize, atılganlığınız ve cesaretinize, göstermiş olduğunuz sebata ve bu akşam, yanınızda bulunan ve İKSV’nin güzel macerasına iştirak eden insanlara borçludur.”
Fransa’nın Türkiye Büyükelçisi Charles Fries, İKSV Genel Müdürü Görgün Taner’e Fransa Kültür Bakanlığı tarafından verilen Sanat ve Edebiyat Şövalyesi nişanını takdim ederken bunları söyledi.
Fransa Kültür Bakanlığı haklı, İKSV’nin İstanbul’a katkısı çok.
Sadece İstanbul’a değil, hepimize katkısı çok.
Hayatımızı güzelleştiren sayılı kurumdan biri.
HHiç bitmeyecek, hayatım hep böyle geçecek sanıyordum, ama uzlaşmaya varıldı, çözüldü sorunlar.
Cumartesi akşamından beri bu cümle aklımda.
Yastayız, canımız yanıyor.
Wallpaper Yayın Yönetmeni Tony Chambers’ın İngiltere’de 70’ler ve 80’lerde yaşadıkları terör saldırılarını anlatırken, gözlerindeki hüzünle karışık umut gitmiyor gözümün önünden.
Birkaç kez tekrarlıyor, “Hiç bitmeyecek sanıyordum, hepimiz öyle sanıyorduk!”
Sonra da ekliyor, “Sonunda iyiler kazanıyor. Kötülükleri daha çok görmek, daha iyi ve daha toleranslı olmamızı sağlayacak.” Öyle olmasını umuyoruz.
Her şeye rağmen.
Geçen ay 20. yılını kutlayan Wallpaper dergisinin çok sevilen yayın yönetmeni Tony Chambers ile Marka Konferansı için İstanbul’a gelmeden hemen önce Londra’da buluşuyorum. Efsane dergi yayın yönetmenleri arasında sevilen azdır. Genelde alanında çok etkili isimler egoları yüksek olduğu için sevilmez. Bkz. Amerikan Vogue’un yayın yönetmeni Anna Wintour. Chambers istisnalardan. En önemli özelliği ise dijital devrime en hızlı adapte olabilen yayın yönetmeni olması. Wallpaper bugün bir dergiden öte, büyük bir marka ve iş haline gelmiş durumda. E-ticaret sitelerinden düzenledikleri etkinliklere kadar yayıncılık dışında da birçok alanda aktifler.
İşte Chambers’ın anlattıklarından satırbaşları...
“Yeni jenerasyon kalite için para ödeyecek”
Dergicilik de yayıncılık da düşünüldüğünden daha uzun süreli olacak. Print öldü deniliyordu beş yıl önce ama hâlâ yaşıyor ve yaşayacak. Önemli olan hem basılı yayını hem dijitali farklı içeriklerle zenginleştirmek.
İçeriğin internette ücretsiz verilmesi iyi değil ama gazeteler bu trendi başlattı ve ne yazık ki hepimiz uymak zorunda kaldık. Ama artık yeni jenerasyon kalite için para ödeyecek. Bu kadar çöp bilgi içinde, okurlar da kendileri için bir
Modanın Oscar’ları ilan edilen, eski adıyla British Fashion Awards, şimdiki adıyla The Fashion Awards’un hemen ardından ödülleri düzenleyen İngiliz Moda Konseyi’nin ofisindeyim.
Konseyin CEO’su Caroline Rush ve İngiliz GQ dergisinin efsane yayın yönetmeni Dylan Jones ile buluşmak üzere.
İkisi de Milliyet’in sponsorlar arasında yer aldığı Marka Konferansı için 14 Aralık’ta İstanbul’a gelecekler.
Önce, ödül törenini artık sadece İngiltere’nin yılın olayı olmaktan çıkarıp, nasıl global bir boyuta taşıdıklarıyla başlıyoruz konuşmaya.
Bunun için yurtdışından moda tasarımcılarını davet ediyorlar hem moda haftalarına, hem de ödül törenine.
İngiliz Moda Konseyi’nin özelliği, kar amacı olmayan bir kurum olması. Böyle etkinliklerle toplanan bağışların tamamı yetenekli öğrencilerin moda eğitimine gidiyor.
Ön masayı baştan sayıyorum: Lady Gaga, David Beckham, Salma Hayek Pinault, Donatella Versace, Tom Ford, Ralph Lauren, Gigi Hadid, Kate Beckinsale, Kate Moss, Lara Stone, Karlie Kloss, Marilyn Manson, Mario Testino, Nadja Swarovski, Naomi Campbell, Skepta, Stella Tennant, Net-a-Porter’in kurucusu olarak tanıdığımız İngiliz Moda Konseyi Başkanı Natalie Massenet, Fransız Vogue’dan sonra kendi dergisi CR Book’u çıkaran Carine Roitfeld, Vogue İtalya Yayın Yönetmeni Franca Sozzani, Vogue İngiltere Yayın Yönetmeni Alexandra Shulman...
‘Şeytan Prada Giyer’in yazılmasına neden olan Amerikan Vogue’un efsane yayın yönetmeni Anna Wintour belki de hayatında ilk defa ‘front row’da değil, ikinci sırada, Londra’daki Royal Albert Hall’da.
Üstelik bir de “Onun her hali ‘Mannequin Challenge’” gibi donuk diye espri de yapıyorlar hakkında.
“Modanın kraliyet ailesi burada” diyorlar, haklılar, en iyi modeller de, fotoğrafçılar da, moda tasarımcıları da burada.
Uluslararası olmayı başardı
İngiliz Moda Ödülleri bu yıl itibarıyla adındaki ‘İngiliz’i çıkarıp daha uluslararası bir boyuta geçti, bunun için de Amerikan moda dünyasının önemli isimlerini Londra’daki törende bir araya getirdi.
Tom Ford gözlükleriyle, kozmetik ürünleriyle ve tabii Oscar’larda yıldızların giydiği elbiseleriyle biliniyordu.
Yıllar önce Gucci’yi yeniden yükselişe geçiren moda tasarımcısıydı.
Sonra bir dönem modaya ara verdi ve ilk uzun metraj sinema filmi ‘A Single Man’i yaptı.
Beklentilerin üstündeydi film, şaşırtıcı ama sinema eleştirmenlerinden de iyi eleştiriler aldı.
Sonraki moda koleksiyonları için ise aynı şeyi söylemek mümkün değil.
Belli ki Tom Ford, sinemayı modadan daha çok sevdi.
‘Gece Hayvanları’ bu cuma vizyonda
İlk Mustafa Taviloğlu’ndan duymuştum, “Sanayi 313’ü görmen gerek” dediğinde hemen kendimi Sanayi’de bulmuştum. Kısa sürede ünü kulaktan kulağa yayıldı, şehrin en cool adreslerinden biri oldu. Tasarım butiğiyle ve kafesiyle. Yurt dışındaki konsept mağazaları andıran ama tamamen kendi tarzı olan bir yer. Zaten bir de mimarlık ofisi var aynı çatı altında.
İki kardeşin hayaliyle başlıyor her şey. Enis Karavil, ABD’de Bentley Üniversitesi’nde ekonomi okuduktan sonra bir de İngiltere’de Inchbald School of Design’da iç mimari tasarım eğitimi alıyor, sonra da Bentley’de ekonomi okumuş ve iş hayatında tecrübeli abisi Amir Karavil ile birlikte İstanbul’da belirli bir yaşam tarzını yansıtan bir dükkan yaratmak üzere yola çıkıyor. Tasarım, sanat ve yemek üzerine yoğunlaşıyorlar.
Büyük bir başarı
Londra’daki meşhur Ottolenghi ayarındaki restoranı kısa zamanda Maslak’ta çalışanlar tarafından da keşfediliyor. Daha sonra Atelier 313 markasıyla ürettikleri, Serena Uziyel imzalı terlik ve çanta tasarımlarının ünü ise Türkiye dışına taşıyor. Moda dünyasının yakından takip ettiği Man Repeller’dan Vogue’a, Monocle’dan Vanity Fair’e, Wallpaper’dan Wall Street Journal’a uluslararası basında ve sosyal