Can Dündar

Can Dündar

candundarada@gmail.com

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

GİRİŞ Adı, "İlk Durak".Bir kurum tarihi olarak başladığımız çalışma için personel arşivine girince çok şaşırtıcı bir sonuca ulaştık. Çeşitli meslek dallarında Türkiyenin yetiştirdiği en önemli isimler, kariyerine İETTde başlamıştı.Yaşar Kemal, Ferruh Bozbeyli, Memduh Ün, Mustafa Sarıgül, Tuncel Kurtiz, Orhan Hançerlioğlu, Hıfzı Topuz, Recep Bilginer, Rasih Nuri İleri, Münevver Andaç, Peride Celal... liste uzayıp gidiyordu.Bu isimlerin kimi kantinci, kimi sayaç okuma memuru, kimi tahsilat görevlisi olarak bu "ilk durak"ta buluşmuştu.Hayatta olanlarla uzun söyleşiler yaptık.Hepsi birbirinden güzel anılar anlattılar.Gerçekten ilginç bir belgesel çıktı ortaya...Atilla Özdemiroğlu nefis bir müzik yaptı.Ben o müziğe söz yazdım."İlk Durak" adlı bu şarkıyı Levent Yüksel seslendirdi. Belgesel ve kitap yayına hazır hale geldi. Artık "İlk Durak"takiler listesinde görüşülmedik tek bir kişi kalmıştı:Başbakan Recep Tayyip Erdoğan...O da İETTde 1974te geçici işçi olarak göreve başlamış ve 1981e kadar 7 yıl çalışmıştı.İşte bize o 7 yılın öyküsünü anlatması için randevulaşmıştık.Sonra da sırada bekleyen meslektaşlarımızı bekletme pahasına, bir kantin görevlisi olarak başlayıp başbakanlıkla sonuçlanan inanılmaz yaşam kariyerinin ilk basamaklarını, pek az söz ettiği ayrıntılarla süsleyerek anlattı.İşte Egemen Bağış, Prof. Nabi Avcı, Ahmet Tezcan gibi yakın danışmanlarının da ilgiyle izlediği o söyleşi: O gün Başbakanlık Konutunda Tayyip Erdoğanı bekleyenler kuyruk olmuştu. AB konusunda görüşmek için randevu almış Hollanda radyosu, ARD televizyonu, Wall Street Journal ve Radikal temsilcileri... Putinin ziyaretine dair brifing vermek için bekleyen diplomatlar... Brüksel gezisi öncesi son rötuşları yapmaya gelmiş bürokratlar... Başbakan ise yorgun bir günün akşamındaydı. Biz ise bunca yoğun gündem arasında onu uzak bir zaman dilimine ve bambaşka bir gündeme götürmeye gelmiştik. Son bir yıldır Nebil Özgentürkle birlikte İETT için bir belgesel hazırlığındaydık. İETTye girişim, üniversiteye girişimle beraber gerçekleşti. Ben ortaöğretim çağında amatör kümede Camialtında sembolik rakamlarla futbol oynuyordum. Bu, ortaöğretim süresince devam etti. Üniversiteye girdiğim sene İETTden bir teklif geldi. Oradaki sosyal hizmetlerde futbol oynayacaktık. Bir yandan da İETTnin işçi kadrosuna alınacaktık. Biz de Peki dedik. Nasıl oldu İETTye girişiniz? Kantinde çalışıyordum Tam olarak hatırlamıyorum, ama basit bir sınavdı diyebilirim. İyi bir not almıştım galiba... Sınavda komşularımızı sormuşlar. Tabii... Şişli Garajının arkasında bir kantinimiz vardı. Sezon bittiğinde bizi o kantinde istihdam ediyorlardı. Satış yapıyorduk. 24 Temmuz 1974te İETT Altıntepe Daire Müdürlüğü "temizlik kadrosunda vasıfsız işçi olarak" işe başlamışsınız. İlk gittiğiniz günü hatırlıyor musunuz? Benim çocukluğumdan itibaren özellikle ticarete yönelik yanım iyiydi. Mesela ilkokulda yaz tatillerinde çalışırdım. Ortaöğretim boyunca yaz tatillerinde yine aynı şekilde zaman zaman çalıştım. Sene içi yatılı okuduğum için okulda kartpostal satışı yapardım. Çünkü yatılı öğrenciler biliyorsunuz, Anadoludaki annesine, babasına, kardeşlerine sürekli kartpostal gönderirdi. Ticaret orada başladı yani? Rahmetli babam haftada 2.5 lira verirdi bana. Bunun dışında okulda kartpostal satışlarından 5 - 10 lira arasında para kazanırdım. Tabii çok iyi paraydı. Ben ilk kaynak kitaplarımı hep o kazandığım paralarla taksitle almışımdır. Ne kadar kazanıyordunuz? Aklımda kaldığı kadarıyla ilk aldığım maaş 250 liraydı. İETTde ne kadardı maaşınız? Sigorta numaramı almadınız mı? 769 bin 950 miydi neydi? Sicil nimaranız 27 bin 706 imiş. Bir de dilekçe var dosyanızda, aynen şöyle diyor: "Hasta olan yengemin Ankaradan İstanbula getirilmesi gerekmektedir. Kendisini Ankaradan alıp getirecek tek aile ferdi benim. Bu yüzden ücretsiz iznimin kabulünü bilgilerinize arz ederim." Vermemişler. (Gülüyor) Ne olmuş vermemişler mi izin? Evet, 12 Eylülle birlikte ayrıldım. Sağ olsun, bir komando albay geldi İETTnin genel müdürlüğüne... Tabii biraz o dönemde farklı bir hava estirdi. O farklı hava da bize pek uymadı. Onun için istifa etmek bizim için daha isabetliydi. Ben de istifamı verdim ve ayrıldım. 12 Eylülde ayrıldınız İETTden... Yani öyle, çok çok ters bir şey olmadı ama yaklaşım tarzı hoş değildi. Hoş olmayınca tabii bizim siyasetteki anlayışımıza uymuyordu. Çünkü bizim de belli bir anlayışımız vardı, devlete bir yaklaşım tarzımız vardı, bu yaklaşım tarzına uymadığı için de ayrılmayı daha uygun buldum ve istifamı vererek ayrıldım. Çok da hayırlı oldu. Çünkü hemen haftasına İETTde aldığımın 4 katı fazla maaşla özel sektörde iş buldum. Bu benim için de çok daha iyiydi. Sonra üniversiteyi bitirdim ve hemen askere gittim. Albay genel müdürün size yönelik şahsi bir tavrı oldu mu? Fenerbahçeyi yenince giriştiler bize "İETTde beraber futbol oynadığımız arkadaşlarla bir aile gibiydik. Birbirimize çok bağlıydık. Dayanışmamız çok farklıydı. Kamp yapma şartlarından ötürü birbirimize sevgimiz çok artmıştı. Haftada üç gün antrenmanımız vardı. Çok disiplinli bir hocamız vardı. Hakikaten güzel anılarla dolu bir 6 - 7 yılı orada geçirdik. Bu sürenin 4 yılı İstanbul şampiyonu olduk. Türkiye Şampiyonasına gittik. Tabii o zamanlar Türkiye Amatör Karmalar Şampiyonası olurdu. Bu 6 yılın 4 - 5 yılı amatör karmada geçti. İyi bir performansımız vardı. Ve takımımız, o zamanın literatüründeki ifadesiyle kafaya oynardı. Nasıl bir takımınız vardı? Ali Sami Yenin dili olsa Tabii o zamanın şartları bugüne göre çok farklıydı. Yani şu Ali Sami Yenin dili olsa da bir konuşsa... Ali Sami Yen, bizim top oynadığımız zamanlarda çim değildi. Çim saha diye bir şey bilmezdik. Çim de yapıldı ama sonra ne çim kaldı ne bir şey... Hele hele kış mevsiminde bir de don yaparsa, adeta tarlada top oynuyorsun. Top kontrolü diye bir şey söz konusu değil. Düştüğün zaman zaten bir defa kesinlikle vücudunun herhangi bir yeri, deri meri hepsi yüzülüyor. Şeref Stadı, Vefa Stadı da öyle. Zeytinburnunda Sümer Stadı vardı, o da öyle. Hepsi bizler için felaket yerlerdi. Giydiğimiz ayakkabılar zaten öyle şimdiki gibi ayakkabılar değil. Meşhur Dinyakosun ayakkabılarını giyerdik. O ayakkabıyı alabilmek, giymek de lükstü. Dolapdere, Yenişehirde zaten 3 tane kalfası vardı Dinyakosun; bir İbrahim, bir Rahman, bir Fazlı diye; öldüler mi bilemiyorum. Onların ayakkabısı bunların en kalitelisiydi. Daha sonra tabi Adidasa geçiş yaptık ama o Adidaslar da çim saha için yapılmıştı. Bizim toprak sahalara dayanamıyordu, birkaç maçta bakıyorsunuz, hemen çivileri çıkıyordu. İmkânlar da öyle çok fazla değildi. Böyle enteresan şartlar içerisinde biz amatör kümede o futbol yaşamımızı sürdürmüştük. Koşullar nasıldı? Fenerliyiz, Feneri yendik Fenerbahçe ile bir hazırlık maçı yapıyoruz. Maç da Dereağzı denilen yerde... O zamanlar Fenerbahçe antrenmanlarını hep orada yapıyor. Tabii şimdi onların da aklında mıdır, değil midir bilemiyorum, ama biz o gün Fenerbahçeyi yendik. Ama Fenerbahçenin de böyle çok kalite, zirve olduğu zaman... Yani Ziya beylerin, Fuat beylerin, Cemillerin oynadığı zamanlar... O gün bizi gerçekten bayağı hırpaladılar. Müdafaada Yılmaz filan vardı, o dönemin çok başarılı müdafaa elemanı, bilmiyorum şu anda sağ mı, Yılmaz ağabeyimiz tekme atmıştı. Ziya Bey, orta sahada, top tevziinde, sahadaki futbolun seyrini bir anda değiştirme noktasında, stiliyle o dönemin yıldızı, ki bugün bile ben orta sahada onun ayarında bir maestro göremiyorum. O gün o maçı aldık, ama biz onları böyle yenince tekme tokat girdiler. Bir taraftan da Fenerbahçeliyiz, Fenerbahçeyi yendik. Dereağzındaki o maçı tabii hiç unutamıyoruz. Unutamadığınız bir anınız var mı? Daha çok fiziğe, kondisyona dayalı bir futbol özelliğim vardı. İlk yıllarımda Camialtında, İETTde forvet oynadım. O zaman forvet, sağ açık, santrfor, sol açık şeklinde işlerdi. Yani kanat oyuncusu veya santrfor diye değil forvet diye geçiyordu. Daha sonra orta sahaya çekildim. Son 2 - 3 yıl da libero oynadım. Nasıl bir futbolcuydunuz? Nerede oynardınız? Yüklendim topa... Yok... Öyle bir hassasiyetim yoktu. Yalnız bir gün bir Türkiye Şampiyonasında oynuyoruz. Şampiyonluğu kaybettik. Son maçımıza çıktık. Ankarada bir Ankara takımıyla oynuyoruz. Hocam da beni o gün direkt takıma almadı, yedekteydim. İkinci devre sahaya sürdü. 1 - 1di maç, frikik oldu. Arkadaşlar da frikiği bana bıraktılar. Saha da çamur, ağır, zaten hava da yağıyor. Ben de öyle bir boşluğu gördüm, oradan şöyle Yaradana sığınıp bir yüklendim topa... Vuruşumla, çatal diye tabir ederiz, top oraya takılıverdi ve o maçı 2-1 aldık. Saçınız bozulmasın diye kafa toplarına çıkmazmışsınız... Tabii, Camialtında başlamadan önce olumsuzdular. Çünkü okumamı çok arzu ediyorlardı. (İlk dönem babamdan gizli oynadım). Ama Camialtında başladıktan sonra iş resmileşti. O zamanlar amatör küme maçları gazetelerde yer alırdı. Tabii artık işi gizlemek mümkün değildi. Camialtında oynadığım zaman, 15 - 16 yaşında İstanbul Genç Karmaya seçildim. Türkiye Şampiyonasına giderken babanın onay vermesi lazım. Aksi takdirde takım sizi götüremiyor. Konuyu babama açma zaruretimiz oldu. Babama konuyu açınca, tabii babam biraz sinirlendi. Ben seni oku diye yetiştiriyorum, sen bu işe kendini verdiğin zaman okulu ihmal edeceksin, şudur budur filan dedi. Onun için ben Genç Karma ile Türkiye Şampiyonasına gidememiştim. Tabii rahmetli babamın o hassasiyeti de bizi bir yerde bugünlere hazırladı. Demek ki hayırlı olmuş." Aileniz nasıl bakıyordu futbolculuğunuza? Okula imtihandan imtihana gidiyordum Zor günlerdi. Sevgili annem eve gelene kadar Acaba bugün bir şey oldu mu? diye balkonlarda beklerdi. Zaten antrenman olduğu günler, hiç gitmiyordum. Antrenman dışındaki günlerde de okulda herhangi bir olay olduğu gün hiç gitmiyordum. Doğrusu okula o kadar gitmiyorduk. Sadece imtihandan imtihana gidiyorduk desem yeridir. Üniversitelerde kargaşanın yavaş yavaş başladığı günlerdi. Siyasetin içindeydiniz. Etkilendiniz mi o ortamdan? Oradaki o kantin çalışmasıyla filan sürekli halkımla bir arada olma, bir kurum çalışmasının nasıl olduğunu görme imkânını bulduk. Ve tabii bir de geleceğe orada hazırlandım. Ailemin, o sırada doğmuş olan iki çocuğumun ekmeğini oradan temin ettim. İETT ne kazandırdı size? İETT çok geniş tabanlı, çalışanı çok fazla olan güçlü bir kamu kurumuydu. İstanbulda da çok yaygın bir kurumdu. Anneler, babalar evladını kutlu devlet kapısında işe gönderme gayreti içindeydi. İETTnin bu noktada İstanbulda çok farklı, çok müstesna bir yeri vardı. Sanıyorum oradan kaynaklanıyor. Bize de bu teklif gelince, hele hele Bir taraftan orada istihdam edileceksiniz, bir taraftan da futbolunuzu oynayacaksınız dedikleri zaman, bizi çeken önemli yanlarından bir tanesi de buydu. İETTden bu kadar çok ve değişik isim yetişmesini neye bağlıyorsunuz? can.dundar@e-kolay.net YARIN: Gençliğimin İstanbulu...