Can Dündar

Can Dündar

candundarada@gmail.com

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

İlk kez bir üniversite, bir toplumsal olay karşısında bu kadar çabuk harekete geçip bir araştırma ortaya koyuyor.
Artuklu Üniversitesi’nin Mardin katliamına ilişkin “akademik ön araştırma raporu” var elimde...
Katliam 4 Mayıs’ta olmuştu. Ön rapor geçen hafta çıktı.
İki haftada ortaya konan ilk değerlendirmeler bunlar... Kapsamlı bir alan çalışmasından ziyade, peşin sosyolojik izlenimler havasında kâğıda dökülmüşler.
Biraz acele kaleme alındığı belli... Raporun altında Yardımcı Doçent İbrahim Özcoşar ile 15 araştırma görevlisinin imzası var ama sayfalar arasında “kanımca...”  diye başlayan ifadeler yer alıyor.
Ben raporu, Artuklu Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Serdar Bedii Omay’dan aldım. Sonradan Mardin’de rapor üzerinde hak iddia eden başka akademisyenler de çıktı. Dolayısıyla merakla beklenen bu çalışmanın daha başlamadan bir hayli tartışma yarattığını, daha da yaratacağını söyleyebiliriz.
Bu kayıtları düşmekle birlikte raporun tarihi arka planı da vererek önemli gözlemler yaptığını da teslim etmek gerek. Yörenin üniversitesinin orada gerçekleşmiş bir katliama ilişkin sıcak değerlendirmesi olarak anlam taşıyor.

“Yapanlar bizden!”
Üniversitenin ilk teşhisi şu:
“Bu münferit bir olay değildir, anlık bir cinnet ve intikam duygusundan dolayı gerçekleştirilmediği açıktır.”
Rektör Omay’a göre bu, “Çok katmanlı bir sosyal sorunun yüzeye yansıyan hali; buz dağının görünen ucu... Altta, yüzyıllar içinde köklenmiş, şiddete endeksli ağır bir sosyopsikolojik, şizofrenik yapı var.”
İkinci teşhis:
“’Töre’, ‘kan davası’, ‘namus cinayeti’ tanımlamaları kolaycılık... Sosyal bilimcilerin düşünme tembelliğinin ürünleri...”
Ardından bir “kral çıplak” itirafı:
“’Bunu yapanlar bizden olamazlar’ denilse de bunu yapanlar bizden... Dolayısıyla tekrar yapma olasılıkları yüksek...”
Yani?
“Önlem alınmazsa yeni katliamlar gelebilir.”

Peki neden?
Herkesin birbirine sorduğu ve farklı gerekçeler sıraladığı “Neden?” sorusuna üniversite “Gerekçelerin hepsi doğru” mealinde bir cevap veriyor. Ama öncelikle ve özellikle “modernite-gelenek çatışması” üzerinde duruyor:
“Bu çatışma, bölge halkında arada kalmışlık yaratıyor. Hem modern hem geleneksel kurumlar yıpranıyor” diyor.
Batılılaşmanın bölgede var olan kapalı aşiret yapısını bozarken yerine modern bir mekanizma kurup topluma benimsetemediğini söylüyor.
Bir başka neden: Şiddet kültürü... Şiddetin yörede kendini ifade etme, topluma mesaj gönderme, taleplerini dile getirme biçimi olarak kabul edilmesi ve sonuç alması...

Hukukla değil, silahla
Üçüncüsü: İnsanların içinde adalet duygusunun oluşmaması... Katliamı yapanların bile yakalanmayacaklarını umabilmeleri... Raporda, “Bölgedeki birçok cinayetin failinin bulunmaması, bu umudun nereden geldiği yönünde bize bir fikir sunuyor” deniliyor. Dolayısıyla, “İnsanlar, aralarındaki sorunları hukuksal yollarla değil, şiddet kullanarak çözmeye alışmışlar.”
Dördüncüsü, koruculuk sistemi: Birtakım korucuların devletten aldığı gücü kendi çıkarları için kullanmaları ve bunun üzerinde bir denetleme mekanizmasının bulunmaması... Göçen ailelerin topraklarına konan korucuların, geri dönenlere topraklarını iade etmeye silahla direnmesi...
Ve tabii diğer nedenler:
Aileler arasındaki gelir farklılığından kaynaklanan çıkar çatışması. Kadının aileler arasındaki mağdur konumu... vs...

Sosyal hekimler işbaşına!
Bunlar oldum olası vardı; ama buna rağmen Mardin, farklı kültürleri bir arada yaşatabilen bir “medeniyetler beşiği” olarak tanınırdı. Neden şimdi patladı?
Rektör Omay, asırlardır sıkışan gazın patladığı kanısında:
“Nicel birikimler, nitel patlama noktasına geldi. Önlem alınmazsa tekrarlanabilir” diyor.
Rapor alınması gereken önlemleri de sıralıyor.
Çareler, sorunların içinde var aslında...
Prof. Omay’a göre yeni katliamlar görmek istemiyorsak, hemen başlayacak ve yıllara yayılacak ciddi bir “önleyici sosyal hekimlik çalışması” gerekiyor.