Can Dündar

Can Dündar

candundarada@gmail.com

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Geçenlerde uçakta önemli bir işadamıyla yan yana düştük. İş çevrelerinde yönetici pozisyondaydı. Ergenekon’un son dalgasının dehşeti içindeydi. Cemaatçi yapılanmadan dertliydi.
Dedi ki:
“Seçimden önce işadamları aramızda toplandık. AKP’nin yüzde 50’ye çıkma ihtimalini değerlendirdik. Ben dahil toplantıdakilerin yüzde 90’ı ‘Bu sonuç doğacağına, asker müdahale etsin daha iyi’ dedi.”
Bunu söyleyen, 3 darbenin acısını çekmiş bir isimdi.
Öyle olmasa ve ismi ağırlık taşımasa nakletmezdim. O da “Ne hale geldik, düşünün” diye anlattı zaten...
* * *
“Darbe şakşakçılığı” demeden önce dünkü tabloya bakın:
Sabah, Poyrazköy’de bulunan silahların sergisiyle uyandık.
Saat 10’da, Güneydoğu’da 9 erin şehit olduğu haberi geldi.
11’de Genelkurmay Başkanı elinde lav silahıyla (mühimmatıyla?) basın toplantısı yaptı.
O sırada eski Adalet Bakanı’na suikast girişimi oldu.
Ekranda 1 Mayıs nedeniyle cuma günü çıkabilecek olaylar tartışılıyordu.
Uzmanlar, “Büyük kentlerde eylemler beklenebilir” diyordu.
Ardından taciz ateşiyle bir şehit haberi daha geldi.
Bu sadece yarım günlük gündemiydi Türkiye’nin...
Bir gün önce İstanbul’un ortasında savaş görüntüleri yaşamış bir ülke halkının bu travmaya dayanması, paniğe kapılmaması, güvenlik ihtiyacını her şeyin önüne almaması mümkün mü?
* * *
İşte bu ortamda Genelkurmay Başkanı, “Demokrasiye bağlıyız. Farklı düşüncedekileri TSK’da barındırmayız” dedi.
Bu, çok önemli bir tavır...
Askerin darbe niyetine, siyasi vesayete son vereceğinin işareti...
Demokrasi için gerekli adım; ama yeterli değil... Çünkü işadamından işçisine, işsizine kadar herkes tedirgin...
Başı sıkıştığında “Asker gelsin çözsün” refleksine alışmış bir toplumun paniğini kim yatıştıracak?
Askeri vesayetin boşluğunu hangi otorite, nasıl dolduracak?
Alternatifin “cemaat” olması nasıl önlenecek?
* * *
İki gün üst üste iki basın toplantısı izledik:
Biri Vali ile Emniyet Müdürü, diğeri Genelkurmay Başkanı...
Valinin konusu, Bostancı’daki operasyon fiyaskosuydu.
Tek kişi, polis ordusuna karşı çatışmış, hem resmi hem sivil canlar almıştı. Başarısızlık aşikârdı. Bir özeleştiri bekleniyordu. Ama bu tür durumlarda görmeye alıştığımız savunma refleksi devreye girdi ve “Başarılıyız” denerek konu kapatıldı.
Genelkurmay Başkanı ise en hassas konularda “Zorluğumuz var” deme cesareti gösterdi; mazeret aramadı. “Hatamız varsa düzeltiriz” dedi. “Bize sosyolog gerekmez” diyen eski generallerin aksine “Sosyologların, siyaset bilimcilerin yararlı olacağını düşünüyoruz” diyebildi.
* * *
Her darbe döneminde, her seçim sonrasında yaşanan bürokrat kıyımları bu tabloyu hazırladı ve bize basiretsiz yöneticileri, cemaatçi kadroları miras bıraktı.
Asker-sivil ayrımı iyiden iyiye arttı.
Habire “Aman gelin” diye askeri çağıranları, sonra da “Aman gitmeyin” diye yakaranları hatırlarsak, bugün asker siyasetten çekilirken güven veren bir sivil otoriteye ihtiyacın ne boyutta olduğunu daha iyi anlayabiliriz.
Bu fark kapanmadan, toplum kendini güvende hissetmeden, askeri vesayeti kaldırmak zor...
Bakın, 1 Mayıs kapıya dayandı; geçen yıldan beri gündemde olan Taksim meselesi yine son ana kaldı.
Bu yönetim, öyle valiler, böyle emniyet müdürleri varken, toplum huzura kavuşabilir mi?
Askeri vesayetten kurtulabilir mi?