Nasıl bir insanı anlamak için kimi gözlerine, kimi sözlerine bakarsa benim de ilk bakışta bir kenti anlamak için kendi kıstaslarım var.İlki şu:Reklam afişindekiler, altından geçen insanlara benziyor mu?Küreselleşmenin etkisiyle bir gecede yerkürenin dört bir yanında afişe ediliveren dev reklamlar, neşeli, sağlıklı, bakımlı, ihtiraslı genç yüzler sunuyor önümüze...Oradan bize davetkâr gülücükler yolluyorlar.Lakin kimi kentlerde o davete icabet etmesi beklenenler hiç aldırmıyor davet sahiplerine...Bakıyorsa da imrenilen uzak bir istikbalin suretine bakar gibi bakıyor.Posterle altındaki yalın gerçek, keskin bir ayrışma yaratıyor:Hayalle gerçek kadar keskin bir ayrışma...***Gittiğim kentlerde eğlenceye çağıran ışıklı caddelerden, müzelerden, süslü vitrinlerin fiyat etiketlerinden çok adliye saraylarına, mahkeme salonlarına, kamu binalarına dikkat ediyorum artık...Kimi yerlerde, Türkiye'nin tersine kentin en güzel binalarının yargılamaya ayrılmış olmasından medeniyet dersleri çıkarıyorum.Kamu binaları Stalinist bir tarzla devasa beton kütleler gibi insanı eziyor, küçültüyor, hiçleştiriyor mu? Yoksa insanı içine çeken bir kent estetiğinin yapı taşları gibi eriyor mu bitki örtüsünün içinde?..Ve tuvaletler, kent sakinlerinin adabını ele veriyor.Hayatı kendileriyle başlayıp kendilerinde biten bir yolculuk olarak mı görüyorlar? Yoksa devraldıkları bir mirası bir sonrakine daha iyi koşullarda teslim eden bir bayrak yarışçısı gibi mi?***Sonra vefayı ölçüyorum mezarlıklarda ya da kaldırımlarda...Mezarlıklar yeşil, aydınlık, bakımlı mekânlar mı? Kabirler üzerinde taze çiçekler var mı? Kent, mazisiyle barışık mı?Kaldırımlar sadece en gençlerin, en güçlülerin sekebileceği yükseklikte mi? Yoksa yaşlıların, düşkünlerin, tekerlekli sandalyedekilerin çıkabileceği rampalar düşünülerek mi yapılmış?İnsana saygının olgunluk taşları döşenmiş mi yollara, bina girişlerine, alışveriş merkezlerine?Bisikletler için ayrı, yayalar için ayrı gezinme kulvarları var mı?Yaya geçitleri üstgeçitlerden çok mu?Geçitte ışık olmasa da araçlar durup yayalara yol veriyor mu?Şehirli, hemşerisine saygı duyuyor mu?Araçlar kaldırımlarda mı park edilmiş, yoksa kaldırımlar vaat edildiği gibi tamamen yayaların mı? ***Hayvanlara bakıyorum kenti gezen...Başıboş yılkı atları gibi mi kediler, köpekler?Yoksa evcil bir sevecenliğin kucağında süs ve neşe içinde mi geziniyorlar şehri?Kan revan bir kedi-köpek mezbahası gibi mi otoyollar?Araçların altında mı hayvanlar, arka koltuğunda mı?***İnternet kafeleri gözlüyorum kimi zaman da...Dünyaya açık mı kent? İstikballe bağ kuruyor mu?Sadece oyun mu oynuyor, yoksa merak da ediyor mu?Ve televizyon...Resimli nüfus sureti toplumların...En iyi oradan yansıyor kentin hüviyeti... Aynı adamlar mı var haberlerde hep? Yoksa ekrana yansıyor mu kentin çok sesliliği?Sesi kısık olsa da beyazcama bakınca hemen anlıyorsunuz Bakü'de misiniz, Paris'te mi...***Bir de bu gözle gezin kentinizi...Bakalım onu anlıyor musunuz ve daha önemlisi, o sizi anlıyor mu? can.dundar@e-kolay.net Çok insan tanıyanların, yılların hediyesi bir görüp geçirmişlikle giderek insan sarrafı olması gibi, çok diyar gezenler de gördükleri kentleri daha çabuk ve yakından tanır hale geliyorlar.