Can Dündar

Can Dündar

candundarada@gmail.com

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Ne kadar merak uyandırsa da, bu özel vesikalarla ilgili tersine bir karar -Atatürk tartışmaları bir yana- mahremiyetimizin her an devlet tarafından önce iğfal, sonra ifşa edilebileceği anlamına gelecekti.O yüzden açıklamama tavrı, her şeyden önce kişilik haklarının korunması açısından ibret verici olmuştur.* * *Ben bu yazıda konunun daha insancıl bir boyutuna değineceğim:"Mahremiyet hakkı" yazımdan sonra 70lerinde bir kadın, gençlik mektuplarını yakmaya karar verdiğini söyledi.Sevdiği -ve sonra evlendiği adama- yazdığı satırlardı onlar; yıllarca nadide bir kutu içinde özenle saklamıştı. Mahrem duygulardı. Kendisinden sonra başka ellerde dolanmasını istemiyordu. Düşünmüş ve imha etmeye karar vermişti.Saygı duydum. Çünkü bir insanın kendi mazisi üzerinde tek karar verici olması gerektiğine inanıyordum. Ama kararını yanlış buldum:"Bence kıymayın, onlar sizin özel tarihinizin belgeleri" dedim.Yakılan her mektup, yırtılan her günlük, insanlık ailesinin katrilyonlarca sayfalık sivil tarihinden koparılan bir sayfaydı; belleğimizden eksilen bir bilgi, maziden silinen bir hatıra...Ama o mektupları yazan, onlara kıymaya -ya da Latife Hanım gibi ebediyen gizlemeye- karar verdiyse buna kim itiraz edebilirdi ki?..* * *Bir tek kişinin itirazı olabilir:Mektubun muhatabının...Attilâ İlhan, "Mektup, yazanın değil, alanındır" der.Mektubu alan, -Nâzımın sözcükleriyle- "Onlar, tıpkı çocuklarımız gibi, müşterek malımızdır" diyebilir ve bu kararda hak iddia edebilir.Ve genelde söz hakkını "Onlara kıymama" yönünde kullanır.Neden?* * *Genellemeleri sevmem ama burada kadınlarla erkekler arasındaki bir farklılık ortaya çıkıyor sanıyorum.Erkek "ketum" diye bilinse de -yetişme tarzı itibariyle- teşhircidir. Anlatmayı, göstermeyi, böbürlenmeyi sever. Aşk satırlarını çoğu kez öyle hissettiği için değil, muhatabını etkilemek için yazmış ya da bir yerden kopyalamıştır.Kadın, -duyguları sergilemeyi ayıp sayan yetiştirilme tarzının etkisiyle- mahcuptur. Titizlenir mahremiyetine... Kâğıda döktüğü hislerine yabancı göz değsin istemez. Hele günlükleri... onlar, zaten kendisiyle konuşmalarıdır. Başkasına diyemedikleri, kendine bile itiraf edemedikleri... Belki yarın pişman olacağı satırlar... Bu dertleşme tutanaklarını, değil yayımlamak, en yakınının okumasına bile izin vermez.Piyasada kadın günlük ve mektuplarının erkeklerinkinden az olmasının bir nedeni de bu olsa gerektir.O sayfaların çoğu bir şömine ateşinde kül olmuştur çünkü...* * *Nâzım, Pirayeden ayrılırken "Yaşamımın en güzel sevdasının vesikaları" dediği ve "kimseden gizlenmesine gerek görmediği" 581 adet mektubunu geri istemişti. Piraye yollamamış, onları itinayla saklamış ama yaşarken yayımlanmasına razı olmamıştı. "Ben öldükten sonra ne yaparsanız yapın" demişti. O öldükten sonra Nâzımdan ona gelen 581 mektubun tümü yayımlandı.Kendisinin ise sadece birkaç mektubu vardı, Nâzıma yazdığı yüzlerce mektuptan geri kalan...Bu durum, kadın ve erkeğin sevme biçimleri hakkında da bir fikir veriyor bize...Buna da yarın değineceğim. can.dundar@e-kolay.net Türk Tarih Kurumunun, Uşakizadelerin istemine uyarak Latife Hanımın mektup ve günlüklerini açıklamama kararı almasına sevindim.