Öyle ya, Papa'nın özür dilemesini isteyecek bir şeriatçı, hem dünyayı hem Türkiye'yi gerer, faturayı da "İrtica tehdidi yok" diyen hükümet öderdi. Lakin korsan hakkında gelen bilgiler, "vicdani retçi"den çok "meczup" tanımına uyuyor.Ablasına göre "Kur'an-ı Kerim'i elinden bırakmaz, namazını atlamaz"mış.Kulağının arkasına da Atatürk'ün imzasının dövmesini yaptırmış. Askerlik kapıya dayanınca din değiştirmiş, Papa'ya mektup yazıp, "Müslüman bir orduya hizmet etmem. Bana yardım et" demiş. Arnavutluk'a sığınınca şehrindeki Asker Alma Dairesi'ni telefonla arayıp "Hadi kapasiteniz varsa gelin de alın beni" diye dayılanmış. Türkiye'ye gönderildiği uçakta, o telefona çıkanların kendisini beklediklerini düşünmüş olmalı...* * *1970'lerde FKÖ'nün dünyaya sesini duyurmak için uyguladığı uçak kaçırma eylemi, bizde pek gündelik meseleler için kullanılır oldu.1998'de ucunda fitil bulunan bir oyuncak ayıyla Adana-Ankara uçağını kaçıran Mehmet Dağ, Cezayir'deki olayları protesto ediyordu.Aynı yıl Ankara-İstanbul uçağını, oyuncak tabancayla kaçıran İhsan Akyüz, türbanı serbest bırakmayan hükümete kızmıştı.Yine 98'de Lefkoşa-Nakara uçağını el bombası şeklindeki çakmakla kaçıran Mehmet Ertürk ise iş için Almanya'ya gitmek istiyordu.Tabii meczuplar listesine 1998'de "Kocam beni pavyona satıyor" diyerek Cumhurbaşkanlığı Köşkü önünde soyunan milletvekili gelinini, 1999 10 Kasım'ında Anıtkabir'de "Yaşasın Mesih Menderes" diye Kur'an sallayan temizlik işçisini, önceki ay Genelkurmay önünde silahla yakalanan ruh hastasını ve geçen ay Ankara'daki bir kiliseyi kurusıkı tabancayla basıp, "Papa gelirse burayı havaya uçururum" diyen Konyalı işsizi de eklemek lazım.Anlaşılan o ki, uçakları korumak zor; biz aklımızı koruyalım. Önceki gece uçak kaçırıldığında korsanın "vicdani retçi" olduğu açıklanınca birlikte TV izlediğimiz AKP'li Burhan Kuzu derin bir nefes aldı. Bu köşede kişisel polemiklere girmemeye özen gösteriyorum. Ama mesleki bir ilke sorunundan ötürü değinmeden geçemeyeceğim.Mevzu şu: 20 Eylül tarihli Vatan'da Ruhat Mengi bir yazı yazdı.Elif Şafak'ın "ABD'ye gelince Zoryan Enstitüsü beni eğitti, soykırım olayını çözüverdim" dediğini öne sürdü. Ardından 24 Eylül'de Hürriyet'te Özdemir İnce bu ifadeyi doğru kabul edip köşesine taşıdı ve tartıştı.Geçen hafta NTV'deki "Neden" programında konuğum olan Vural Savaş da aynı cümleleri referans aldı. Programa telefonla katılan Elif Şafak "Bu cümleleri söylemedim" derken, Ruhat Mengi bağlanıp "Bu cümleler Washington Post'ta yayımlanmıştır" dedi. 25 Eylül 2005 tarihli Post'taki ifadeyi buldum. Aynen şöyle diyor: "2002'de ABD'ye gittikten ve Ermeni-Türk entelektüellerin ortak çalışmasına katıldıktan sonradır ki, 1915'ten başlayarak Türklerin 1,5 milyon Ermeniyi öldürdükleri ve yüzlerce, binlercesini evlerinden sürdükleri ithamıyla ciddi şekilde yüzleşme ihtiyacı hissettim. Toronto'da Zoryan Enstitüsü'nün Ermeni arşivlerinde kayıtlı röportaj bantlarını izledim."Mengi geçen hafta bu konuda 4 yazı daha yazdı ama yukarıdaki cümleden nasıl olup da "Zoryan beni eğitti, soykırımı çözüverdim" ifadesini çıkarıp Şafak'a atfen, tırnak içinde verebildiğini yazmadı.Herkes herkesi eleştirebilir, ama bu kadar hassas bir konuda şimşekleri birinin üzerinde toplarken suçlamamıza dayanak teşkil eden ifadelere özen göstermemiz gerekmez mi? can.dundar@e-kolay.net Elif Şafak ne dedi?